Yazım yanlışım varsa affola...
İyice gerilip kendimi yatağımın sıcaklığına bıraktım. Çok uzun zamandır bu kadar kesintisiz ve rahat bir uyku uyuduğumu hatırlamıyordum bile. Bedenimin her hücresi yenilenmiş mükemmel bir şekilde şarj olmuştu. Burnuma gelen koku, denizin saf huzuru doluydu. Dalgaların bedenizi sarmalamasına izin verdiğinizde o ulaşılan huzurdan farksızdı. Öyle ki birkaç hafta öncesi tamamen silinip gitmişti. Sesler, görüntüler, acılar yoktu. Saf bir huzur vardı. Gözlerimi hiç açmazsam bunu sonsuza dek yaşayabileceğimi düşündüm. Sonsuz huzur vazgeçilemezdi. Öyleyse hiçbir şey yapmadan bunun tadını çıkarabilirdim. Hiçbir şeye ihtiyacım yoktu. Sesler yok olmuş bana yol açmıştı. Ellerimi kaldırarak yüzüme dokundum. Yumuşaklığının orada olduğunu hissettim. Bunun gerçek olduğuna inanmaya ihtiyacım vardı. Ellerimdeki kuruluk dışında yüzümde bir fark yoktu. Parmaklarımın derisi deri değiştirircesine kurumuş çatlamaya yüz tutmuştu. Yanaklarıma yakın parmaklarımdan burnuma gelen garip metalik bir koku vardı. Ama bu garip koku bir anda bütün huzurumu yanında götürdü. Denizin rahatlığı kum taneleri gibi dağıldı. Gözlerim hızla açıldı. Parmaklarımı kaplayan koyu kırmızılık hiç denizi anımsatmıyordu. Yatağımda hızlıca doğruldum. Öyle ki üzerimdeki yorgana takılarak yere düşmüştüm. Gözlerim yavaş yavaş uzandığım çarşafı buldu. Tamamiyle kana bulanmış bir çarşaf, ellerim saçlarımı buldu. Tıpkı ellerim gibi kuru yapış yapış bir haldeydi. Vücudumun her yanı kan kaplıydı. Saçlarım, kollarım, kıyafetlerim, kirpiklerim... Midemden gelen güçlü bir buru ile tuvalete doğru koştum. Banyoya yetiştiğimde kusma hissi yok oldu. Aynada kendime baktığımda gördüğüm görüntü bedenimdeki her harekete son verdi. Bu halde olmak için sağnak bir kan yağmurunun altında kalmış olmam gerekirdi. Veya... Kan içerisinde yüzmüş bu şekilde huzur içerisinde uyumuş muydum?
Evde kimse beni fark etmemiş miydi? Üzerimdeki kıyafetlerden kurtularak hızla suyu açtım ve kendimi deli gibi yıkamaya başladım. Suya karışıp rengi açılan kırmızılığa odaklandım. Duştan çıktığımda nefesim düzenli değildi. Koridorda annemle karşılaştığımda buz gibi kesildim. Hareket edemedim. Beni görmüş müydü? Kan içerisinde.
"Asya?" ona cevap veremeyince tekrar sordu. "Asya iyi misin? Dün gece de konuşmadın?" Kanla ilgili bir şey sorması gerekmez miydi? Endişeliydi ama bu endişesi bir anne endişesiydi.
"Anne ben dün neredeydim?"
"Bende tam olarak bunu soracaktım Asya, hastaneden beni beklemeden çıkmışsın! Nereye gittin?" Duvara yaslanarak gözlerimi kapattım. Hastaneden çıktığımı hatırlıyordum. Sonra yürümeye başlamıştım ama sonrası yoktu... Birisi bana zarar mı vermişti? Daha kötüsü, ben birisine zarar vermiş olabilir miydim?
"Bilmiyorum polise falan gitmediniz mi? Ya başıma bir şey gelseydi." Annemle tartışmalarımda her zaman kim üste çıkarsa o kazanıyordu. Bende bunu yapmanın kısa yollarını öğrenmeye başlamıştım. Birinci kural; o söylemen önce sen söyle.
'Ya başıma bir şey gelseydi?' Ya birisinin başına bir şey gelmişse...
"Seni aramadığımız yer kalmadı sonra arkadaşın beni aradı. Anıl... Seni partide kurtaran çocuk..." Gözlerimi sinirle açtım. Anıl'ın bütün bunlarla ne alakası vardı?
"E..."
"İşte seni bulduğunu, İyi olduğunu ama kimseyle konuşmak istemediğini söyledi.Yakında evde olacağını söyledikten çok geçmeden eve geldin, yorgun görünüyordun, konuşmadın hemen uyudun? Kızım sen iyi misin? " Kafamı belli belirsiz salladım. Eve geldiğimde kan içinde değilsem neden kan içersinde uyanmıştım? Annem koluma girerek omzumu okşadı.
"Tamam anlıyorum, sana daha fazla soru sormayacağım. Biraz daha dinlen tamam mı?" Beni odama doğru götürdü. Ama odama giremezdi. Odama girdiği an kan kaplı yastığımı çarşafımı yorganımı görecekti. Onu durdurmaya çalıştım ama başarılı olamadım daha ben bir şey söyleyemeden kapıyı açtı. Ama hiçbir şey söylemedi. Sessizlik yüzünden ani korku ile kapattığım gözlerimi araladım. Yoktu! Hiçbir şey yoktu. Yatağım, yastığım tertemizdi. Biraz terden ıslak duruyordu ama onun dışında tek bir kan damlası bile yoktu. Hızla yatağıma yaklaşıp dah aykından baktım ama hiçbir şey yoktu. Annemin telaşına aldırmadan gerisin geri banyoya koştum. Kirliliğe korku ile fırlattığım kıyafetlerimde normal bir şekilde kirli sepetindeydi. Tek bir damla bile kan yok. Islak saçlarımı ensemden kaldırarak aynaya baktım. Deliriyordum. Başka bir açıklaması yoktu.
Ve bunu kimseye söyleyemezdim. Annemden kaçarcasına giyinip evden çıktım. Ellerim hala titriyordu. Otobüsle hastaneye ulaştığımda hala etrafımda olup biteni anlayabilecek kadar ayılamamıştım. Hastanede yürümeye çalışırken bizimkilerin olduğu odaların önünde durdum. İnci dışında kimse yoktu.
"İnci?" dedim. Yarı uykulu gözleriyle bana baktı. Hala evine gitmemiş gibi görünüyordu. "Kızım evine gitsene."
"Asya beni düşünme bizimkiler yurt dışında yani rahatım."
"Saçmalama." derken onu koltuğundan kaldırdım.
"Doğru evine git dinlen yarın gelirsin."
"Ben iyiyim... Hem Arda..."
Ona gülümsedim. Birisini semenin en güzel yanı ona verdiği değerden sevdiğini söyleyemekten geçiyordu. "Sen git bu gece ben kalırım. Bir şey olursa da ararım merak etme..."
Melih'in odasına girdiğimde annesini koltukta uyurken buldum. Sessizce üzerini örtüp çıktım. Arda'nın da başında ablası vardı. Annesinin neden gelmediğini bilmiyordum ama bunu ablasına soramazdım. İkisinin de benim yüzümden kavga ettiğini varsayarsak beni olumlu karşılayacağını sanmıyordum. Kantine gidip kendime kahve aldım. Kendime gelmek için taze kahve çekirdeklerini direk çiğnesem bile işe yarayacağını düşünmesem de bir masaya geçip kahvemi yudumlamaya başladım. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Kötü bir şey hissetmişçesine...
Ardından Melih ve Arda'nın katına çıkınca daha da hızlandı. Melih'in annesi kapının önünde ağlıyordu. Asistanlardan birkaçı Melih'in kapısının önünde durunca zaten delice atan kalbimin sesi kulaklarımda uğuldamaya başladı. İçeri girebilmek için derin bir nefes aldım, ne ile karşılaşacağımdan emin değildim. Ölüm onu benden, bu hayattan alacak mıydı yoksa sadece bir seferliğine, bu seferliğine, yakamızı bırakacak mıydı? Ellerimi kapıya dayadım, her ne olacaksa bedenim buna dayanmıyordu. Ruhum nasıl dayanacaktı?
"Melih?" Kapı açılıp bir iki hemşire dışarı çıkınca ben de kendimi içeri attım. Kalp atışlarını gösteren makine durmaksızın ötüyor, yaşadığım paniği alevlendiriyordu.
"Hanım efendi, lütfen! Çıkmanız gerek." bir hemşire kolumu yakaladı ama beni dışarı çıkartamadı, bedenim donmuştu. Melih'in cansız bedenini gördüğüm an tüm hayat belirtilerim son bulmuştu. Kaos her yerdeydi. Etrafımı sarmış, zihnime ulaşmış, kalbimi parçalamıştı. Halen de durmak bilmiyordu. Birileri etrafta koşuyordu, onun etrafında koşuyorlardı. Bağırışlar sona ermiyordu ancak erecekti. Er ya da geç bu kargaşa son bulacaktı. Umutları tükenecekti ve bir kalbi çalıştırmaya çalışmaktan vazgeçeceklerdi.
"300'e şarj et!"
"Çekilin." bu kendinden emin ses asistanlardan birisine aitti. Onların hala umudu vardı... Keşke... Keşke benim de olsaydı. Ben sadece duruyordum. Yolun ortasında, öylece duruyordum. Tıpkı o dayak yerken yaptığım gibi sadece izliyordum.
En yakın arkadaşımın ölümünü izliyordum.
"Ölüm saati 01.34."
Birileri saati söyledi. Ne fark ederdi ki? Birinin öldüğü saatini hatırlamak, hatırlatmak onu getirecek miydi? Soğuk bedeni ısıtıp, yalanı tekrar ona armağan edebilir miydi hiçbir güç?
Makine tüm şiddetiyle duran kalbi anımsatmaya devam ediyor, adeta bağırıyordu. Ben neden yapamıyordum? Ben de bağırmak istiyordum. Neden boğazımda oluşan o yumru bana engel oluyordu ki? Neden hayatta en çok değer verdiğim insanlardan biri için en azından yas tutamıyordum?
Beyaz önlüklü genç kan ter içinde geriye çekildiğinde bana baktı. Omuzları çökmüştü... Gözlerinde bunlara şahit olduğum için hüzün vardı. Ama ölüm yüzünden değildi hüznü... Üzerimdeki buz çözündü, acının sıcaklığı en küçük parçama değin eritti buzları. "Hayır," dedim güçlükle. "Hayır, hayır, hayır! Lütfen! Ölemez! O ölemez, lütfen... Onu geri getir lütfen. Devam et!"
"Buradan çıkmalısın." omzuma koyduğu eli sinirle ittim.
"Dokunma! O beni bırakmaz dedim duymadın mı?" Yanından geçip Melih'in elini tuttum. Daha şimdiden soğumuştu elleri. "Melih," diye yalvardım yeni yeni dökülen gözyaşlarım yanaklarımdan dudaklarıma ulaşırken. "Bak, o seni tanımıyor ama ben tanıyorum... Sen Melih'sin! Kimse sana kafa tutamaz... Sen en iyisisin unuttun mu? Lütfen kalk... Seni asla affetmem, duydun mu? Beni bırakırsan seni öldürürüm. Melih." Ama cevap vermiyordu sadece yatıyordu. Bir ölüye yakışır biçimde yatıyordu, ancak ölüm ona yakışmamıştı.
"Lütfen benimle gelin, hadi..." diyen onu duymamazlıktan geldim. Onu nasıl bırakabilirdim ki? "Bana bir sakinleştirici getirin..."
Sinirle yatağın üstüne çıktım ve Melih'in üstüne oturdum. "Aptal herif!" diye bağırdım ifadesiz suratına doğru. "Hiçbir yere gitmiyorsun!" tüm gücümle göğsüne bir yumruk geçirdim. "Beni bırakamazsın." göğsüne ardı ardına yumruklar indiriyor, belki de kaskatı kesilmiş bedeninin bir tepki vermesi için uğraşıyordum. "Anneni bırakamazsın! Ona kim bakacak!? Kim onun yanında duracak? Kim benim yanımda duracak... Melih sen benim en iyi arkadaşımsın... Sen benim abimsin, sen benim akıl hocamsın! Gidemezsin! Böyle değil! Ben senin yaşlı gıcık bir moruk olduğunu görmeden olmaz... Kalk ayağa, Aptal Herif, kalk..." gözyaşları içinde kafamı onun göğsüne yasladım. "Neden kalkmıyorsun?" diye sordum en çocuksu halimle. "Hani hep yanımda olacaktın! Hani beni her zaman koruyacaktın... Hani diğerlerinin yaptığı gibi beni terk etmeyecektin? Seni seviyorum... Ve izin vermeyeceğim... Sensiz yapamam... Birisini daha beni terk etmesine izin veremem." tekrar gücümü topladım. "Bana geri döneceksin... Hayata geri döneceksin..."
Kalbimi ısıtan bir enerji parçası parmaklarıma yöneldi. Ama bir değişiklik yoktu. Sadece kendimi değil onu da hissediyordum. Tekrar dedim. Enerjiyi yönlendirirken tek düşündüğüm Melih'le geçirdiğim anılardı. Onunla birlikteyken güldüğüm zamanları düşündüm. Enerji ışıklar içerisinde benden ona geçerken bayılmak üzereydim. Bedeni kısa bir süre parladıktan sonra söndü. Kafamı onun boynuna gömmeden önce o geri zekâlı makinenin sustuğunu ve artık yavaşta olsa kalp atışların gösterdiğini duydum.
"Aferin sana, Aptal Herif!" kalkmak için uğraşırken yine güçlü kollar beni kaldırmıştı.
"Se... Sen biraz önce ne yaptın?" Genç doktor şok içinde bana bakıyor, bir açıklama bekliyordu. Daha ben bile bilmiyordum ne yaptığımı ona açıklama yapacak hiçbir şeyim yoktu. Sadece kafamı onun göğsüne koyup ağlamaya başladım. Kendimden geçene kadar, sadece ağladım. O da hiçbir şey söylemeden sadece beni bekledi.
"Çok yoruldum..." diye mırıldandım. "Ama onun yanında kalmak istiyorum. Onunla uyuyabilir miyim?" beni kucağına alıp yatağa bıraktı.
"Sadece bir gece... İyice dinlen, yarın bana bir açıklama borçlu olacaksın."
Sessizliğin arasında kafamı Melih'in omzuna yasladım. "Çok korktum Melih, beni çok korkuttun."
***
Kendimi koşarken bulduğumda bunun bir rüya olduğunu biliyordum. Çünkü hava olması gerektiği gibi yüzüme çarpmıyordu. Ama kan ter içinde koşmaya devam ediyordum. "Asya..." Önümde koşan adama odaklandım. Çok hızlıydı.
"Kimsin sen?" diye sordum nefes nefese.
"Asya koş. Sakın durma! Sana zarar verecekler..."
"Kim?" adam koşarken arkasına baktığında birkaç saniyeliğine yüzünü gördüm. Masmavi güven veren gözleriyle bana bakıyor; dağınık, siyah saçlarıyla en güzel anılarımdan birinden fırlamış gibi duruyordu. İşte oradaydı. Babam yıllar sonra rüyalarıma gelmişti, onda da benden kaçıyordu.
"Baba dur! Dur, beni bekle..."
"Asya kendini koru. Sana zarar vermelerine izin verme." o öylece beni arkada bırakıp gözden kaybolurken ayağımın altındaki ıslaklık yüzünden düşmemek için durdum. Bir kan havuzunun içinde etrafıma bakınıyordum. Oradan uzaklaşmak için adımlarımı hızlandırdım ama gidemiyordum. Yerde yatan cansız bedenlerden bir türlü kurtulamıyordum. Ben ne kadar kaçarsam kaçayım oradaydılar. Ölü bedenlerden biri ayak bileğimi yakaladığında çığlığı bastım.
"Asya..." dedi yumuşak bir ses. "Asya sakin ol." korkuyla etrafıma baktığımda Beyaz önlüklü doktoru gördüm. Ama burnumda hala kan kokusu vardı. O kadar gerçekçiydi ki. Tıpkı bu sabah uyanışım gibi...
Bakışlarımı hızla ellerime indirdiğimde kanı gördüm... Yerde yatan onlarca bedenden bana bulaşan kan her yerdeydi. Üstüm başım kan içindeydi. Hızla yataktan kalkıp kendimi banyoya attım. Kaygan ellerimle musluğu çevirdim ve ellerimi soğuk suyun altına soktum. Bol suyla yıkarken bile kan ellerimden akmıyordu, suyu kana buluyordu ama elimdeki lekeler çıkmıyordu. Daha sert yıkamaya başladım."Çık artık, git! Git!" Nefes alamamaya başladığımda dizlerimin üstüne düştüm. Hava ciğerlerime doluyordu ama ben hala kıvranıyordum. Sanki ciğerlerim daha önce hiç oksijene temas etmişti, sanki insanlara hayat veren hava benim zehrimdi.
Bağırmak istedim ama yapamadım, göğsüm hızla inip kalkarken ben hala oksijen alamıyordum. Gördüğüm o ölü beden Melih'e ait olabilir miydi? Tüm o bedenler onu simgeliyor olabilir miydi? Ölmemişti değil mi? Dün gece olanlar sadece benim kafamda olan bir şey değildi, Melih hayata geri dönmüştü... Onu geri getirmiştim! Ölmemişti!
Ancak sakinleştirici istemişti. Benim için, durmam için, rahatlamam için... Hayal görmüş olabilir miydim?
Bedenim beni, zihnimi daha fazla kaldıramayacağı sırada Doktor beni kucağına almıştı. "Sakin ol hepsi geçti, sakin ol..." sesi kulağımı dolduruyordu fakat zihnimdeki düşünceleri unutturamıyordu. Göğsüm hala hızla inip kalkıyordu. Kanın gerçekçi kokusu hala burnumdaydı. Ayak bileğimi kavrayan o parmakları hala hissedebiliyordum. "Melih..." diye sayıkladım. Gözlerim kapalıydı fakat bu sözleri sarf ederken göz kapaklarım onun tepkisini görebilmek için aralanmıştı. Gözleri benimkilere oldukça yakındı. Ellerim onun göğsünde sabitlense bile hala titriyordu.
"O iyi, şimdi seni iyileştirmeliyiz..." Daha ne olduğunu anlamadan buz gibi su vücudumla temas edince titredim ve onun boynuna daha sıkı sarıldım.
"Sadece nefes al ve ver hiçbir şey düşünme, sadece nefes al..." dediğini yaparken yeniden nefes almaya başlamıştım, hızla nefes alıp veriyordum. Soğuk su beni kendime getirirken artık kanlar içinde olmadığımı anladım, aslında hiç kanlar içinde olmadığımı fark ettim. Zihnim bana oyunlar oynamaya alışmış olmalıydı.
İkimizde uzun bir süre suyun altında ıslandıktan sonra beni yatağa bıraktı... Dişlerim birbirine vura vura ona baktım. Hafif uzun saçları ıslanmış, yüzünün önüne düşmüştü. Su damlaları yüzünden aşağı kayarken dudaklarında son buluyordu. Endişeyle bana bakıyordu... Yavaşça ıslak tişörtümü çıkardığında tepki vermedim, utanmıyordum. Şu an hiçbir şey hissetmiyordum. Normalde utançtan yanacağına emin olduğu suratım hala buz gibiydi, gözlerim onun gözlerine sabitlemişti. Eteğimi de çıkarıp yatağa uzanmamı sağladı. Hiçbir şey söylemeden söz dinliyordum. Üzerimi örtüp yanıma oturdu.
"Şimdi uyu ve dinlen, düşüncelerini unut." cümlesini bitirdiğinde çaresizliğimi anlamış olmalı ki elimin üzerini okşayarak "Yanından ayrılmayacağım." diye ekledi.
Her ne kadar sempatik ve içten de olsa ona karşı gelmem gerekiyordu. "Uyuyamam." diye inledim. "Kâbus görmek istemiyorum..." Eskiden her şeyden önce uykuma önem veren ben şimdi uyumamak için direniyordum. Ama uyuyamazdım. Artık dayanamazdım. Artık o yeşil gözler bile beni koruyamazdı... Elini uzatıp yanağımdaki ıslaklığı silince ağladığımı fark ettim.
"O halde sadece dinlen ve rahatla yanında olacağım. Hipokrat sözü." Neden bana bu kadar iyi davranıyordu ki? Daha beni tanımıyordu bile... Ama yanımda olması iyi hissettiriyordu. Beni tanıyan onca kişinin aksine yanımda olduğunu hissettirmesi bütün bu saçmalıklara dayanmam için güç veriyordu.
Gözlerimi kapatmadan uzun bir süre onu izledim. Artık yüzünün bütün hatlarını, her bir kıvrımını ezberlemiştim, o da beni inceliyordu. Gözlerinin yeşiline bakarken aklıma Bay Gamze geliyordu. Neden tanıdığıö birçok kişi renkli gözlüydü? Keşke şimdi yanımda olsaydı... En azından yaşadıklarım hakkında açıklama yapabilecek tek kişi oydu. Gözlerimi kapatıp rahatlamaya çalıştım, üşümem geçmişti ama yaşadıklarım hala aklımdaydı... Melih'in ruhsuz bedenini hatırladıkça daha hızlı nefes alıyordum ve daha çok titriyordum. Kapı açıldığında içeri gireni görmek için gözlerimi açtım. Ve bir başka yeşil gözlerle buluştum. Alayla değil endişeyle bakıyorlardı. Ne zaman bana bir şey olsa o endişeyi görebiliyordum ama sonra yerini yine o umursamazlık devralıyordu.
"Asya." Anıl yanıma yaklaşırken doktor ayağa kalktı. "Ben gideyim sonra yine gelirim." Anıl ise onun yerine oturup kafasını önüne eğdi.
"İyi misin?" bana bakmaktan kaçınarak konuşurken yatakta doğruldum.
"Bilmiyorum. Sanırım kafayı yiyorum." hafifçe sırıttı
"Bu kadar çabuk mu? Henüz hiçbir şey görmedin Küçük Kız..." daha ne görecektim merak ediyordum.
"Anıl. Gerçekten çok kötü hissediyorum, dalga geçmesen olur mu?" Bir şey söylemedi hala bana bakmamıştı. Sanki benden gizlemeye çalıştığı bir şey vardı da bana bakarsa anlayacağımı düşünüyordu. Gözlerinin ardında gizlediği sırrı sonsuza kadar orada kalsın istiyordu.
"O halde uyuyup dinlenmelisin."
Sanki ben bilmiyordum uyumayı. Ne olacaktı ki uyuyunca? Özgür'ün tehditlerini mi dinleyecektim, pis cadının yüzünü mü görecektim, babamla mı konuşacaktım yoksa Melih'in cansız bedeniyle mi uğraşacaktım? Ben keyfimden yatıp uyumuyordum. Sinirle tekrar yatağa uzandım.
"Oldu tabii, hemen uyuyorum! Hem senin burada ne işin var?"
"Annen arayınca sana bakayım dedim. İstemiyorsan giderim." Annem onu aramış olamazdı. Ya da olabilirdi. Evden çıktığımda tanıdığım herkese beni sormuş olabilecek kadar endişeli görünüyordu.
"Gitme dememi mi bekliyorsun?" dedim kısık sesimle. O da yavaşça kafasını kaldırıp bana baktı. Ve gözleri sakladığı sırrı fısıldamaya başladı... Nefreti.
"Hayır." dedi dudakları, gözlerini yalanlamaya çalıştı. Nefretini gizleyip konuşmaya devam etmek istedi. Ama sırrı artık gizli değildi.
"Güzel, çünkü öyle bir şey söylemeyeceğim. Ne istiyorsan onu yap, seni zorlayamam." dedim ona bakmayı keserek. Çünkü bu canımı yakmaya başlamıştı. Bu sefer, "Güzel." diyerek ayağa kalktı ve odadan çıktı. Gitmiş miydi? Ama ben öyle demek istememiştim, yani gitme demek istemiştim ama onu buna zorlayamazdım. Demek ki istemiyormuş beni... Tekrar terk edilişimin yasıyla gözlerimi kapattım ve yatakta yana döndüm.
Hayal kırıklığıyla duvarı seyrederken kapı tekrar açıldı. Birden geri döndü diye hızla kafamı kaldırdım ama gelen bizim kızlardı. "Asya? Kızım bir daha asla tam olarak iyileşmeden odadan çıkmayacaksın!" Hüzünle onlara baktım.
"Melih iyi mi?"
"İyi canım merak etme, dün gece neler oldu bilmiyorum ama sabah sabah seni odada görünce tabii bide şu yakışıklı doktor var. Ay o nasıl bir insan? Pardon düzeltiyorum o nasıl bir dudak!" Beste tek nefeste bunları sıralarken ben de güldüm.
"Adını bilmiyorum ama iyi birisine benziyordu." Hepsi yatağımın yanına sığışırken laf dinlemek için dikkatle bakıyorlardı.
"Cidden mi?" dedi Selin.
"Ya kızım bir atlama, çocuğu senden önce ben gördüm." Beste tatlı siniriyle Selin'e sataşıyordu.
"Şimdi Asyacım senin Bay Gamzen olduğuna göre bu Tuna benimdir ona göre." Benim Bay Gamzem, tabii.
"Tamam, al tepe tepe kullan ama gözleri biraz psikopata benziyor."
"Ay, süper ee..." kızlarla konuşurken bir anlığına olanları unutmuştum, sanki sıradan bir okul sonrasında evimde oturmuş dedikodu yapıyor, erkekleri çekiştiriyorduk. Biz aptal aptal kıkırdarken içeri benimle ilgilenen ama adını henüz bilmediğimiz yakışıklı doktor içeri girdi. Islak kıyafetlerinden kurtulsa bile saçları hala ıslak ve dağınıktı. Beste ağzı kulaklarında onu izliyordu.
"Merhaba hanımlar."
"Merhaba."
Bana bakarak, "Daha iyi misin?" Gülümseyerek kafamı salladım.
"Güzel ben de gitmeden bir göreyim dedim. Tekrar krize girersen soğuk suyun işe yaradığını görmüş olduk, unutma." Onunla suyun altında olduğumuzu tekrar hatırlayınca utanç geç de olsa kanıma karıştı, tüm vücudumu bir sıcaklık bastı. Duygularımın geri döndüğünü görmek ne hoş... O tam çıkacakken Beste bize göz kırpıp kapıya yöneldi.
"Kızlar ben de gideyim anneme söz verdim sonra yine uğrarım. Öpüldünüz..." Tuna'nın peşinden çıkınca gülmeden edemedim bu kız işini biliyordu. Ben de hastaneden ayrıldığımda evin yolunu daha hızlı tuttum annemi daha fazla meraklandırmak istemiyordum. Otobüs durağına ilerlerken ara sokaklardan gelen bir polis arabası sesi hızımı kesti. Bacaklarım kendi kendine yolundan çekilde ve o yöne ilerledi. Bela beni kendine çekiyordu. Birkaç sokak ötede siren sesleri daha fazlaydı, aynı orantıda insanlarda öyle. Kalabalığın baktığı yöne ilerlerken gözüm başında polislerin beklediği adamlara takıldı. Üç adam ayrı noktalarda hareketsiz yatıyorlardı. Duvarın teki kan içersinde kalmıştı. Ellerim soğuklukla çekildi. Bedenim bir an buz gibi oldu. Ensemde garip bir his oluştu. Arkamda birisi duruyor gibi... Yanımdakilerden öğrendiğime göre dün gece olan bir olaydı bu. Kalabalığın beni yutmasına izin verdim. Cesetlerden ve polisten uzaklaştım. Ve geriye doğru hızla ilerledim. Nedenini anlayamasam da bu cesetler beni korkutmuştu. Duvardan bir zamanlar aşığı akan kuru kan suya karışan ellerimdeki kan... Gördüklerim sadece bir halisülasyondu. Yine de açıklanamayan olaylarla korkutucuydu. Atlanamayacak detaylar varddı. Eve nasıl geldim? Eğer gerçekten kan kaplı olsam annem fark ederdi! Kendimi avutan tutunabileceğim tek gerçek buydu.
Gerçek olamaz!
***
Melih ve Arda sonunda kendilerine geldiklerinde ikisine de öyle bir sarılmıştım ki neredeyse boğularak öleceklerdi. "Siz ne mal heriflersiniz! Ne geçiyordu aklınızdan? Size bir şey olacak diye kafayı yedim, biliyor musunuz?"
"Asya, tamam be kızım! Uyandığımıza pişman etme bizi, sus artık. Bak, iyiyiz." Arda yorgun yorgun bana gülüyordu. O gülümsemeyi, o seslerini o kadar özlemiştim ki...
"Yok canım... Bak bana sen neyse ama Melih sen, seni varya elimden kimse alamaz! Ölmek ne demek!? O aptal makine bağırırken neler yaptım biliyor musun? Nasıl ölürsün, ya sen nasıl..." Birden belimden kavrayıp beni yatağa çekince sustum sadece bana sarıldı.
"Asya sakin ol... Bana nasıl ölürsün diye hesap sorduğunun farkında mısın? Ne demek nasıl ölürsün, ben ne bileyim?" onun omzunda ağlarken sakinleşmek için kendimi zorladım ama yapamıyordum. İkisinin benim yüzümden az kalsın öleceğini bilmek büyük bir yıkımdı.
"Beni ilgilendirmez ikinizde artık hiçbir şeye karışmayacaksınız... Ben ölsem bile karışmak yok tamam mı?" Arda saçlarımı karıştırırken yüzünü buruşturdu.
"Olmadı canım, eğer bize bir şey olsun istemiyorsan sen de beladan uzak duracaksın!" ikisinin de yanağına kocaman öpücükler kondurdum.
"Tamam. Sizi çok özledim bir daha sakın bana bunları yaşatmayın."
"Bize diyene bakın kızım üç gün yoğun bakımda yatan sendin." onlara hak vererek sadece şimdiki mutluluğumun tadını çıkardım.
"Oho kızlar bence biz çıkalım baksana bizi kimse umursamıyor." Beste sinirle kollarını önünde bağlamıştı. Arda buruk buruk gülümsedi, gülümserken bile canının yandığı belliydi. "Siz hala alıngan mısınız?"
"Ne sandınız Beyefendi?" Selin Arda'ya sokulurken gülüyordu.
"Vallahi değişirsiniz sanmıştım." Gözüm o sırada arka taraflarda duran İnci'ye takılı kaldı. Arkada durmasının nedeni dolan gözlerini saklamaktı bunu görebiliyordum.
İçeri giren hemşire bizi kovalarken son kez sarıldık onlara. "Dinlenin ve iyileşin biz yine geliriz."
Hastaneden çıktığımda yürümeye başladım. Sonunda onlar iyileşmişti. Üzerimden büyük bir yük kalktığı halde hala tam olarak mutlu değildim. Anıl iki gün önce gittiğinden beri onu bir daha görmemiştim. Aramızda bir şey yoktu biliyordum, olmasında zaten. Ama bütün bilinmezliğimle ne yapacaktım? Artık her şeyi kafamda kurduğuma inanmaya başlamıştım, enerjiyi de tekrar hissedememiştim zaten. Eskiye geri dönmüştüm peki bunu istiyor muydum?. Biraz daha etrafıma bakınarak yürüdüm. Onu bulabilir miydim? Çocuk gitmeyi seçmişti, ben ne yapacaktım ki sanki? Kimsenin peşinden koşmayacaktım, kesinlikle yapmazdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Avaritia
Fantasyİçini ısıtan hayaller mi yoksa canını acıtan gerçekler mi deseniz... Bir hayale kapılıp gitmek için her şeyi yapardım; ama o hayalin asla gerçekleşmeyeceğini bilmek işte asıl canımı yakan şey. Varsın yaksın, acının gerçekliğiyle ayaktayım şuan.Ama a...