Yazım yanlışım varsa affola...
Bir sağa bir sola sallanan bedenim uyumam gerektiğini söyleyip duruyordu. Eğer gözlerimi açmazsam yürümek zorunda kalmayacağımı fısıldıyordu. Ben de ona uyarak gözlerimi açmadım. Yorgundum. Hem de çok! Rüyada gördüklerimden sonra mucizevi bir güç içime dolmamıştı. Hala yorgun ve muhtaçtım. Beni kucağında taşıyan kişinin göğsüne daha çok sokuldum. Welkorot değildi. Onun gibi kokmuyordu. Daha güçlü bir kokusu vardı. Sarsılan omuzlarından bana geçen bir güç... Büyük ihtimalle Özgür'ün kucağındaydım. Belki de Melyn. Emin olamıyordum. Ama konuşanlara bakılırsa benim uyanmamı uzun süre beklemiyorlardı.
"Sıra bende Hethon. Yeter artık. Dinlen biraz."
Ama sırtımdan ve dizlerimin altından geçen eller gerildi.
"Yorgun değilim. Ona borçluyum. En azından bunu yapabilirim. Zaten ağır sayılmaz." dedi.
"Ona hepimiz borçluyuz Hethon. Hem onu bir süre daha taşımamız gerekebilir. Orada yaptığı kara büyüydü. Bunu sen de biliyorsun. Hala hayatta olabilmesini anlayamıyorum. Ona yaptıklarımızdan sonra neden hala bizim hayatımızı koruduğunu anlamıyorum." dedi Melyn. Beni devralmak için ellerini bacaklarımın altından uzattığında inlemem bir oldu. Bedenimin ufak hareketi bütün huzurumu yok etmişti. Acı bir anda bedenimi bulmuştu. Sırtımı gererek ikisin de kollarından kurtuldum ve karın arasında çığlıklarıma devam ettim. Gözlerim kapalıydı ama mavi-mor ışık süzmesi etrafı aydınlatıyordu. Beynimde sözcükler çığlık çığlığa bağırıyordu.
'Direnmekten vazgeç! Bizi kabul et!'
Ellerimle başımı sıkıştırırken "Nasıl?" diye bağırmaya başladım. "Bunu nasıl yapayım?"
Sesler birden daha da yükselince kulaklarımdan akan ılık sıvıyı hissettim. Ve gözlerim kendiliğinden açıldılar. Gördüğüm ilk şey koyu mor bir ışıktı. Sonra açılarak lila rengine dönüştü ve arasından bana bakan şaşkın ve korku dolu gözleri gördüm. Neler olduğunu anlayamasam da bedenime değen karı artık hissetmiyordum. Acı artık yoktu. Bulanıklık yoktu. Gücü hissedebiliyordum. Görüntü bu sefer buz mavisine dönerken ellerimden destek alarak ayağa kalktım. Aldığım hava bana özelmiş gibiydi. Bastığın toprak sanki yürümemi gerektirmeyecek, ben istediğimde beni kendiyle birlikte hareket ettirecekti. Gökyüzünden düşen kar taneleri artık yolunmuş gibi durmadığına emin olduğum saçlarımın etrafında toplanıp garip bir şekilde kristalden bir taç oluşturmuşlardı. Tam olarak evrenin ortasındaydım. Hissediyordum. Dünya benim etrafımda dönüyormuş gibi. Ve bu mükemmellik hiç vazgeçilebilecek gibi durmuyordu. Işın tekrar yön değiştirdi. Üzerimde yırtılmış olan kıyafetlerim biçim değiştirerek vücudumu sarmaladı. Siyah değil koyu lacivert ve buz mavisi kumaşlardan kendi derimden farksız bir savaş kıyafetine dönüştüler. Parmaklarımın ucuna kadar olmasada bileğimin biraz daha altına uzanan bir kıyafetti bu. Ellerimi kaldırarak bakmayı sürdürdüğümde parmaklarımın şekilsiz ve zayıf olmadığını fark ettim. O şekilli parmaklarımla üzerimdekinin dokusuna baktığımda vücudumunda eskisi gibi olmadığını fark ettim. Etrafı eskisi gibi alçaktan görmüyordum artık. Ölüme yakın bedenim yoktu. Olabilecek en güçlü savaşçıydım.
Sana söylemiştim. Güçten vazgeçmek zordur özellikle de buna alışınca... Düşüncelerimde fısıldayan Raydn'ın sesi gözlerimi tekrar kapatmamı sağladı. Gücü damarlarımda hissederken sesler yükseldi. Ama Raydn'dan başka bir şey duymuyordum. Karşımda bana şaşkın bir şekilde bakan dört kişiyi görüyordum ama artık bu normal bir görüş değildi. Filmlerdeki ağır çekim sahneleri gibiydi. Her şey net ve açık... Özgür'ün gözlerini kırparken kaşlarını yavaş yavaş havaya kaldırışı... Welkort'un yorgun yüz hatlarının gerginleşmesi ve bana bakan gözlerinin ışıldaması. Dawson'nun çatılan kaşları. Melyn 'nin alt çetesinin yavaşça üst çenesini terk etmesi ve inci gibi beyaz dişlerinin ortaya çıkışı. Her şey çok netti.
Parmaklarımdan başlayan karıncalanma hissi artarak avucuma yayıldı. Bu his içimi gıdıklıyordu. Ve soğuk normalde beni titretirken şimdi daha da güçlü olmamı sağlıyordu. Ellerime bakan Özgür kaşlarını daha da kaldırdı. Ve "Hasiktir..." diye fısıldadı. Onun bu tepkisiyle diğerleri de gözlerini ellerime indirdi. Ben de kafamı eğerek normalde karların arasında duran ama şu an bambaşka bir şekilde karların arasından çıkmış rengarenk çiçeklerle çevrili bedenime baktım. Çiçekler bir asma dalı gibi bacaklarıma sarılmışlardı. Kar taneleri ise çiçeklerin üzerine konarak onları yakıcı olmayan güneşin altında parlak bir hale getirmişlerdi. Saçlarım hafif esen bir rüzgarla dalgalanıyordu. Bunların yanı sıra en garip olan şey ellerimin yani eskiden ellerim olan şeyin buzla kaplanmış olmasıydı. Kristal bir şekilde parmaklarımın etrafını sarmalamıştı. Ve bu rüyamda da gördüklerim gibi buz prenslerinin bedenlerinin bir kısmına benziyordu. Kafamı tekrar yukarı kaldırdığımda bu sefer dört çift gözde korkuyla bana bakıyorlardı.
"Korkmanıza gerek yok." dedim. Ama sesim resmen benden korkun diyordu. Saf soğukluk içeriyordu. Buz gibi tam bir katilin sesi gibi...
"Asya?" diye fısıldadı Welkorot. Ona bakarak dudaklarıma hafif bir tebessüm yerleştirdim "Efendim?" dedim aynı sesimle. Tereddütle bir adım yaklaştı. "Nesin sen? Bu?" eliyle bedenimi gösterdi. "Bunların hepsi tek bir yaşam formunda olmaz." diye devam etti. "Nesin sen?"
Bende tekrar bedenime baktım. Muhteşemdi. Mükemmel. Tam anlamıyla kusursuz... Derin bir nefes alıp onlara bakmaya devam ettim. Aynı zamanda bedenimde yankılanan Raydn'nın sesini dinliyordum. Bana başarısız olacağımı söyleyip duruyordu. Güçten, mükemmellikten vazgeçmeyeceğimi; benimde diğerleri gibi olduğumu söylüyordu. Evet bu mükemmellik vazgeçilebilecek gibi durmuyordu. Ama ben diğerleri gibi değildim. Umurumda olan şey mükemmellik ya da güç değildi. İstediğim tek şey herkesin güvende olmasıydı ve benim ya da annemin yaptığı bir hata yüzünden başkalarının ceza çekmesini engellemekti. Annem hatasının bedelini canıyla ödedi ve bende çektiğim acıyla cezamı çekiyorum! Daha da kötüsü yaptığım tek şey doğmaktı. Aptal, acımasız hayata gelmek... Bu nasıl bir suç olabilirdi ki. Hangi bebeği doğduğu için suçlayabilirdiniz? Ama ben bunun yüzünden acı çekiyordum. Gözümden akmaya yüz tutmuş damlalara geldikleri yere gitmelerini emrettim ve öyle de oldu. Bu kadar kusursuz görünürken ağlamayacaktım. Gülümseyerek tekrar Welkorot'a döndüm.
"Sanırım. Şimdi Lues 'ı durdurmanın bir yolunu bulabiliriz." dedim ve gözlerimi onlardan çekip etrafa çevirdim. Görüntü eski haline dönmüştü. Ve benim dışımda her şey eskisi gibi görünüyordu.
"Asya, sen baygınken bir mühür daha kırıldı." dedi Dawson. Oldukça mesafeliydi. Daha çok komutanına durum raporu veriyor gibiydi.
"Hangisi?" dedim kısaca.
"Bilmiyoruz." dedi Melyn.
"Sanırım ben biliyorum." dedim. "Ölülerin konuşmasına neden olan şu mühür... Büyük ihtimalle o kırıldı."
"Neden?"
"Çünkü; ölü olan bir kaç yüz kişiyle tanıştım." dedim ve ilerlemeye başladım. Ana yolun kenarında ilerliyorduk. Ve bu çok saçmaydı. Bu bizi kabak gibi ortada bırakırdı. Saldırıya açık.
"Bu da ne demek?!" dedi Özgür. Tam olarak arkamdan geliyordu. Sesi her zamanki sinirli tonda değildi. Daha çok tahrik olmuş gibiydi. Sanırım bu mükemmellik onu etkilemişti.
"Bilmiyorum. Bana Lues'ı yenmek için enerjilerini benimle paylaşacaklarını söylediler."
Ancak ikimizin yanında beliren soluk tenli ve neredeyse saydam olan Raydn duraksamama sebep oldu. 'Saçmalama Asya sana öyle bir şey söylemedik! Biz sadece kendimizi gizlemeyi bıraktık. Sana yön gösterdik.'
"Enerjilerini paylaşmak mı?! Asya, bizler öldüğümüzde enerjilerimizi kaybederiz. Ölülerin enerjilerini kullanmakta ne demek?! Böyle bir şey mümkün değil!" Gözledim tam bir hayalet olan Raydn ile Özgür arasında gidip geldi.
'Hethon haklı Asya. Kendisi en sevmediğim kuzenimde olsa haklı. Böyle bir şeyi yapamayız. Biz sadece sana yardım etmek istediğimizi söyledik. Bu zaten sana bağlı bir güç.'
Bana enerjilerini vermedilerse tüm bunlar nasıl oluyordu? Yani neden elementlerim sahibi gibi ya da bir buz kütlesi gibi hissediyordum. Neden içimde patlamaya hazır bir volkan vardı?
'Bu biz değiliz Asya. Bu sensin. Biz sadece gücü yanlış şeyler için kullanmanı engellemeye çalıştığımız lanet büyüyü ortadan kaldırdık. Artık gücünü hissetmeni sağladık. Bu sensin. Biz ise senin bilgeliğiniz.'
Sözler birbirine karışırken neler olduğunu anlayamıyordum. Ben Astrid değildim. Bu beden bana aitti. Bir insandım ama tüm bu güç ve gizemin açıklaması neydi?! Tüm bu enerji bana aitse ben kimdim? Ya da ben neydim? Nasıl bu kadar güçle bir başıma kalmıştım?
Özgür 'ün bakışlarından kaçarak adımlarımı daha da hızlandırdım. Bana ve Rayn'ın olduğu noktaya bakarak tuhaflığımın nedenini çözmeye çalışıyordu. Belli ki benim gördüklerimi görebilme yetisi yoktu.
'Kendinden kaçamazsın Asya.' Diyordu Raydn ve beni daha da gıcık ediyordu. 'Hem neden seninle konuşuyorum ki?' dedim içten içe. Onun bunu duyabileceğini düşünmeden önce bana cevap vermesi ise sinirimi daha çok bozmuştu. 'Bedenin beni kabul etti. Görünüşe göre benden oldukça etkilendin Asya. Kraliyet ailesine karşı zaafın var gibi görünüyor. Tüm kuzenlerimle oynaştığına göre...
"Ne?" diye bağırdım birden. Ve Raydn dışındaki herkes bu ani çıkışımla bana daha bir dikkatli bakmaya başladılar. Raydn ise gülümsemekle yetindi. Ancak ölülerle karşılaştığımı söylemiş olmam onları bu tuhaf hallerim için en azından bir tahmine sürüklüyordu.
'Haklısın haklısın. Melyn Kraliyetten sayılmaz. Ama hakkını vermek lazım zeki çocuk...'
"Ben kimseyle oynaşmadım!" Bunu tekrar bana sesli bir şekilde yaptırdığı için ondan daha fazla nefret etmeye başlamıştım.
"Asya?" dedi yanından yürümeye devam eden Özgür. "İyi olduğuna emin misin?"
Kafamı sallamakla yetindim.
'Bu arada tüm yolu yürüyecek miyiz? Raxanlardan birkaç tanesini çağırırsan ilerlemek daha rahat olur.'
'Sen kaçıncı yüzyılda kaldın bilmiyorum ama en son gördüğüm Raxanlar cici birer köpek olmaktan çok uzaklardı.' Yanımda süzülen bedeni ile içimden geçirdiğim sözleri işitmişti bile.
'Sen sadece beni dinle. Sözünü dinleyeceklerdir. Ya da benim sözümü. Neyse hadi çağır onları. Sadece söylediklerimi tekrar et.' Bana anlamsız birkaç sözcük söylediğinde ben de uslu birisi olarak tekrar etmeye başladım. Ama daha iki kelimeyi bir araya getiremeden Özgür kolumu sert bir şekilde tutup kendine çevirdi.
"Sen delirdin mi?!" diye bağırdı. Biraz önceki değişimimin ardındaki endişesi çoktan üzerinden kalkmıştı. "Raxanları falan çağıramazsın. Hepinizi öldürteceksin!" Seslice gülerek kafamı kaldırdım ve onun artık benden çok da uzak olmayan suratına baktım. Farklı görünüyordu. Yorgun! Muhtaç! Çaresiz! Ve nedense bu onun suratına yakışmamıştı. Bu duyguları taşıyabilen en iyi surat benimkiydi. Ama şimdi aramızdaki roller değişmişti.
"Ne yaptığımı biliyorum Özgür. Ayrıca amacım hepinizi öldürmek olsaydı, bu zamana kadar sizi kurtarmak için kendimi yok sayıp durmazdım öyle değil mi?! Şimdi çek ellerini ve hayatımda bir kez de olsa bana güvenmeyi dene!" Kolumu bıraktığında derin bir nefes aldım.
'Büyü işe yaramazsa sana dolalı yoldan bana güvendiği için ikimizi de...' Elimi kaldırarak karşımda duran Raydn'ın silüetini susturdum. "Gerçekten Raydn, buna hiç gerek yok." Belki de biraz sesli konuşmuş olmalıydım ki Welkorot bana bakarak tek kaşını kaldırdı.
"Raydn? Raydn Glacier?"
Raydn bir anda onun tarafında belirerek önünde salto yapıp selam verdi. 'Ta kendisi.'
"Boş ver. Sadece konuşup duruyor." Birbirleriyle bakışıp tekrar bana döndüler. Ben de onları umursamayarak büyüye devam ettim. Yaklaşık beş dakika sonra güneşin altında parıldayan lacivert kürkleriyle gözüme bir öncekinden daha tatlı görünen yaratıklar yolun karşısında belirdi. Yaklaşık 10 tane. Bir kaçı önce duraklasa da üç tanesi hızla bize doğru koşmaya başladı. Ellerimi onlara doğru uzatarak Raydn'ın söylediği büyüye devam ettim. Ve körpeler tam anlamıyla elime yarım milim kala durup kafalarını eğdiler.
Ben de gülerek elimi kafasını eğmiş adeta onu sevmem içim yalvaran Glaciepagus köpeğinin kulaklarına geçirdim. Görüntünün aksine tüyleri yumuşacıktı. Ve huzur verici. Soğuk ama bir o kadar içinizi ısıtan bir duyguydu. Bütün hepsi Kraliçelerinin önündeki eğilir gibi tam önümde sıralanarak boyunlarını eğdiler. Ve tam olarak öyle beklemeye koyuldular.
Sesli bir kahkahayla elimi geri çektim. Ve Welkorot'a baktım. Ona bir şeyler olmuş gibiydi. Daha çok eski haline dönmüştü. Bana ciddi bir ifadeyle bakıyordu. Benden korkuyor muydu? Bunu düşünmemeye çabaladım. Şu an onun benden korktuğu düşüncesi içimi ürpertiyordu. Melyn ise derin bir gülümsemeyle Raxanlara koştu ve birisinin boynuna atlayıp tüylerini karıştırmaya başladı.
...
Tek başıma diğerlerine göre daha ufak bir Glaciepagus köpeğine bindikten sonra yola çıkmıştık. Nereye mi? Hethon'nun fikri üzerine köpeklere bizi Kral'a götürmelerini söyledik. Koku alma duyguları muhteşemmiş ve biraz önceki olanların ardından asla ama asla benim sözümden çıkacaklarını düşünmüyormuş. Ama onların beni anlama kapasiteleri ne kadar bilinmez, yaklaşık üç buçuk saattir yoldaydık. Bu at binmekten farksızdı. Küçükken binicilik kursu alırdım. Tabi attan düşünce annem zorla bıraktırmıştı. Bu yolculuğun tek sorunu ise Raxanın attığı her adımda canınızı yakan kemikleriydi.
Sonunda durabildiğimizde Raxanından ilk inan ben oldum sanırım. Diğerleri bu tip yolculuklara alışkın gibiydi. Bacaklarımı gererek kararmaya yüz tutmuş havaya baktım. Oldukça ıssız bir yerdeydik. Bir orman demek daha doğru olurdu tabi. Karşımızda bir dağ evinin minyatürünü andıran bir kulübe vardı. Onun gerçekten de içeride olduğunu düşünemiyordum. Bir Kral için, düşük kalite bir durum olmalıydı. Ve hoşuma gitmişti. Rüzgar'ın mutlu olmasını gerçekten içten içe istemiyordum. Diğerlerinden önce indiğim için kapıya ulaşan ilk kişi de bendim. Kapıyı açmak için yöneldiğimde Welkorot kolumu yakalayarak beni geri çekti.
"Geride dur Asya." Ancak o daha cümlesini bitiremeden erkeksi bir kahkaha son kelimesini bastırdı. Özgür onun tam gerisinde elindeki kılıcın dengesini kontrol ederken kahlahasının devamından gelen gülümsemesine devam ediyordu. "Saçmalama istersen Welkorot!" Yanından geçerek kapıya yaklaştı. "Şu anda hepimizden güçlü olan Asya. Bunu kabul et. Ayrıca bugünden sonra ölse bile umurumda değil." Ona kaşlarımı kaldırarak baktıktan sonra tekrar kapıya yöneldim.
"Önceden ölmemem çok umurundaymışım gibi konuştun Özgür. Bu beni duygulandırdı." Kapıya elimi yerleştirdiğimde Özgür'ün göğüsünün içinden çıkan bir kafa ile ürperdim. Raydn özgür olmanın tadını çıkarıyordu.
'Söylemedi deme, Hethon senden baya etkilenmiş.' Diyerek Özgür'ün bedenin içinden geçti ve kapıyı açmamızı beklemeden içerideydi.
'Saçmalama Raydn!' Dedim içimden. Özgür'ün benden hoşlanabilmesi için ölü bir bedene sahip olmam gerekirdi. Beni ancak öldüğüm zaman sevebilirdi.
Kapıyı açmamla karanlık bizi daha da sarmaladı. İçeride hiç bir ışık kaynağı yoktu. Ama Melyn'nin söylediği birkaç sözcükle içeride bir ışık küresi oluştu. Yayılan beyaz ışık güçlü olmasa bile içeriyi görmek için yeterliydi. Elimi ceketimin iç kısmına uzatarak içindeki cebe yerleştirdiğim hançeri yavaş hareketlerimle çıkardım. Bir yandan da incelemek için duvarın yanından içeri kısma ilerliyordum. İçerisi boştu. Ama kesinlikle terk edilmiş sayılmazdı. Bitün eşyaların nizami bir dizilişi, bir tarzı vardı. En önemlisi de her yer temizdi. Parmağımla dokunduğun masanın üzerinde ufak bir toz tanesi dahi yoktu. Burada şuan birisi olmasa bile çok yakında geri dönecekti.
Dikkatlice iki odalı kulübede gezinirken gözüme takılan birkaç fotoğrafla kımıldayamadım. Her ne kadar küçük ve mutlu görünse bile fotoğrafların içindeki ruh bana aitti. 7 yaşındayken, salıncakta, babamın kucağında, deniz kenarında Ece ile oynarken. Annemin kucağında hastanede daha yeni doğduğumu gösteren bir fotoğraf dahi vardı. Babam bu karenin sadece bir köşesine sığabilmiş. Ama masmavi gözleri ışıldıyordu. Masmavi. Tıpkı gördüğüm diğer mavi gözler gibi... Onlarınkilerden soğuk ama sizi içerisine çeken bir maviydi. Baktığınızda donuyordunuz. Ama sizi ısıtan yine o mavi gözlerdi. Bunları düşünürken gözümden akan bir damla yaşa izin verdim.
Babam! Hayatım boyunca aradığım, bizi terk ettiğine inanmak istemediğim adam, şimdi burada bana bakıyor gibiydi. Doğumumdan korkarak kaçtığını düşünürken fotoğrafın bir köşesindeydi. Ben onun normal bir insan olduğunu ve küçük bir kızken yapabileceklerimi gördüğü için kaçtığını düşünürken aslında o bütün yaptıklarımın nedeniydi.
'O Krillian.' Raydn tam yanımda ışığın zayıflığı ile var ile yok arasındaydı. Ama sesi zihnimin derinliklerinde netti.
Ona anlama veremeyerek çerçeveli fotoğrafı elime aldım. Babam. O babam mıydı? Yoksa bütün olanlar yine güç uğruna yapılmış bir şey miydi? Benim tanıdığım ya da tanıdığımı sandığım o sevgi dolu adam yoktu. Öyle olsa bizi terk etmezdi. Diğer herkes gibi korkup kaçmazdı. Kızını, kızlarını bırakıp gitmezdi. Bir sonraki gerçek yüzüme çok sert çarptı. Eğer o benim gerçekten babam ve bir uzaylıysa, Ece'nin hayatının da mahvolması demekti. Ece aslında kim veya ne olduğumuzun farkına varırsa bütün tehlikenin kucağına düşerdi.
Resmi yavaşça yere indirirken gözlerimi kapattım. Babam benim sahip olduğum sevgiyi ilk verdiğim kişiydi. Belki de âşık olduğum ilk adam. Yoktu. Ve tüm hayatımız bir yalanken o her şeyi biliyordu. Yatmadan önce anlattığı o kristal kaplı masalların hep mükemmel hayal gücünün ürünü olduğunu sanırdım. Oysa o masal anlatmıyordu. O anılarını anlatıyordu. Beynimde canlandırdığı o mükemmelliklerin hepsi gerçekti. Bir gece ona hikayelerinin içinde yaşamak istediğimi söylediğimde bana tek kaşını kaldırarak bakmıştı.
'Ne dilediğine dikkat et Asya. Çünkü her şey senin düşündüğün gibi mükemmel değildir' demişti. Haklıydı. Diğer herkes gibi haklıydı. Ben daha o yaşata tüm bunların içinde olmayı dilemiştim. Şimdi de gerçek oluyordu. Ama canımın bu kadar yanacağını bilmiyordum. Bu kadar çok şey kaybedeceğimi bilmiyordum. Resmi duvara doğru fırlatarak derin bir nefes aldım. Fotoğrafların içerisindeki anılar birer yalandı. Zihnimdekiler de öyle... Burada gördüklerim ve öğrendiklerimin hiç var olmamış olması için çıkıp gitmek istedim. O tozlu perdeyi aralayıp ardındaki manzarayı görmek istemiyordum. Eski anılar eski de kalmalıydı. Yenileri canımı yetirince sıkarken bir de eski acıları hatırlamak istemiyordum. Ama daha arkamı dönemeden gelen tatlı tonda erkek sesiyle donup kaldım. Ne hareket edebildim. Ne de kafamı çevirip o sese bakabildim.
"O benim en sevdiğimdi Asya." titreyen ellerimi kaldırarak masanın üzerimden bir çerçeve daha aldım. Ve gerisin geri sesin geldiği yöne fırlattım. Ama cevap vermedim sadece boşluğa baktım. Karanlığın içinde parıldayan o maviliğe hafif uzun dalgalı, sakallarıyla iç içe girmiş saçlarına... Gülümseyen yüzünden eser kalmamış ciddi suratına. Babama baktım! Kımıldayamadım, içimden ona koşup sarılıp ağlamak gelirken hareket edemedim. Gözlerim her şeyi açıklıyordu. Bütün hayal kırıklıklarımı, acılarımı bağıra bağıra ona anlatıyordu. O halde konuşmama gerek yoktu.
"Lütfen Asya. Bana kız bağır ama öylece bakma." Gözlerim dolarken ona bakmayı sürdürdüm. Aklımdan bizi terk ettiği geceki anılar geçiyordu. Ece'yi bir yıl boyunca teselli edişim, onun geri dönmesini beklediğim karanlık geceleri... Kapının önündeki merdivenlere oturur tüm gece ya da küçük bedenim yorulup karanlığa çekilene kadar onu beklerdim ben. Tüm yıl... Durmaksızın... Annem beni ikna edemezdi. Kimse edemezdi. Bunları atlatmam kolay olmamıştı ama alışmıştım, içimdeki boşluğa alışmıştım. Bana doğru bir adım atıp "Kızım." diye yüzsüzce fısıldadı. Bütün yaşattıklarının ardından hala kızı olabileceğimi düşünmüş olmalıydı.
Bu kelimenin ardından tüm yaşlarım sanki daha önce hiç akmamış gibi akmaya başlamıştı. 'Kızım!' bana böyle seslenmesini özlemiştim. Hıçkırıklarımın arasından kelimeler dökülmeye başladı. "Senden nefret ediyorum..." söylediklerimin ardından birkaç adım geri gittim. Bana yaklaşmasını, onu daha yakınımda hissetmeyi istemiyordum. "Duydun mu beni?Korkak! Ödleğin tekisin! Hangi baba kızını bırakıp kaçar? Hangisi onu acıya mahkum eder!"
"Bunu hiçbiri yapmaz!" deyip duraksadı onunla arama koyduğum mesafeyi aşarak o da bana doğru birkaç adım attı. "En azından kendi istediğiyle." Yanına doğru yaklaşıp ona vurmak istiyordum belki de, ama kımıldayamıyordum. Sadece ellerim titriyordu. Derin bir nefes aldım.
"Bu ne demek?! Bizi bırakmayı sen istemedin mi?"
Ben kımıldayamayınca o bana doğru bir adım daha attı. Titreyen ellerimle ona durmasını işaret ettim. Çünkü daha fazla yaklaşırsa beni kendine bağlayan kokusu burnuma dolacaktı. Ve ben buna hazır değildim. Sözüme itaat ederek o da olduğu yerde durdu.
"Sizi bırakmayı asla istemedim. Bunu nasıl söylersin! Kendi canımı, parçamı geride bırakmak zorunda kaldım Asya. Her geçen gün delirdim. Ama gücünün farkına vardığımda ne yapacağımı bilemedim."
İşaret parmağımı ona doğru uzattım. "S.. Sen sadece korktun. Benden korktun ve kaçtın! Keşke ne olduğunu anladığında beni öldürseydin, işte o zaman bu kadar çok canım yanmazdı. Bu kadar çok masum zarar görmezdi! Keşke annem hamile olduğunu öğrendiği o ilk an, benden vazgeçseydi. Çünkü bunu daha sonra yapınca canım yanıyor anlıyor musun?! Siz beni istemediniz. Hiç bir zaman... Bu Dünya beni istemedi."
"Asya... Ben..."
"Sen ne?! Sen annemi terk etmedin mi? Hamile olduğunu bile bile sahip çıkmadın ona. O da beni suçladı. Onu terk etmenin nedeninin ben olduğumu düşündü. Ve kurtulmak için bu boktan hayata girdi. Beni resmen Astrid'e sattı! Ama sen ne yaptın? Sen onu bıraktın, o da beni bıraktı. Ve sonradan her şeyi toparlamaya çalıştığınızda sen bizi tekrar bıraktın!"
O konuşmayınca sinirle devam ettim. "Dur bir dakika sen benim babam bile değildin belki de... Gezegenin ben doğduktan sonra yok olduğunu sanıyordum. Asıl babam beni bırakıp gitti, ardından sen buraya geldin ve annemle oldun sonra sen de gittin! Böyle olmuş olmalı! Sen benim gerçek babam bile değilsin! Sahip olduğum tek aile Ece, ve o benim gerçekten kardeşim bile değil mi? Hayır, hayır bu çok fazla!"
"Haklısın." dedi. Devam etmeden geçen o beş saniye içerisinde yok olup girmek istedim. "Gezegenimiz ya da onların değerli Glaciepagus'ları sen doğduğunda yok oldu! Ancak bunun dışında söylediğin şeylerin hiçbirisi doğru değil!" Aramızdaki mesafe ile yıkılmış iki insan olarak birbirimizle konuşuyorduk. Etrafımızdakilerin boş bakışlarına rağmen sadece birbirimize odaklanmıştık.
"Bu da ne demek?"
"Ben hiç bir zaman kendimi oraya ait hissetmedim Asya. Ben buraya âşıktım. Ben insanlığa âşıktım. Onların zayıf olarak tanımladıkları insanlara, insan olmaya imrenirdim. Ve buraya hepsinden önce gelmiştim. Yok oluştan önce."
"Sürgün mü edildin?" diye fısıldadım.
"Hayır. Asya hayır ben kötü bir şey yapmadım. Ama dışlandım anlıyor musun? Krallığı elimin tersiyle ittiğimde tüm saygınlığımı yitirdim. Güç istemiyordum. Ben sadece yaşadığımı hissetmek istiyordum." Aramızda kalan son adımlık mesafeyi de kapattığında artık gözyaşlarım gözlerimi hiçe sayarak akıyorlardı. Elleriyle eskiden yaptığı gibi çenemi tuttu ve hafifçe sıktı.
"Sen benim kızımsın Asya. Bunu tüm hücrelerinde görebiliyorum. Güçlü ve tam anlamıyla iyi kalpli bir insansın. Keşke sana daha iyi bir hayat sunabilseydim. Sen bir insansın Asya. Bunun için genlere ihtiyacın yok işte tam burası seni insan yapan şey bu." dedi ve elini kalbimin üzerine yerleştirdi. "Bu kalp fedakarlıklarla dolu." Sonra benim elimi kendi kalbine götürdü. "Tıpkı bunun gibi."
Gözlerinin içerisinde bana olan sevgi ve özlemini görebiliyordum. Ona aynı şekilde baktığıma da emindim. Elimin üzerindeki elleri sert olsa bile dokunuşu yumuşacıktı.
"Sen bizi terk ettin!" diye fısıldadım. "Seni çok uzun zaman bekledim ben."
"Seni terk etmedim. Sizi asla bırakmazdım. Ama geri dönemedim Asya, o kadar güçlü değilim." Eliyle elimi bırakarak gözyaşlarımı silip bana bakmayı sürdürdü. "Beni affet kızım. Senin için daha fazlasını yapamadığım için beni affet." Kafam eğilerek onun göğsüne düştü ve gözyaşlarım giydiği lacivert gömleği ıslatmaya başladı. Kokusu başımı döndürmeye başlamıştı bile. Bu yeni doğan bir bebeğin annesinin kokusunu tanıması gibiydi. Huzur ve sevgi dolu...
Bedenim ve ruhum onu çoktan affetse bile, "Seni affedemem." diye fısıldadım. "Canım yanıyor." Kolları beni düşürmekten korkar gibi kasılarak belime sarıldı ve derin bir nefes aldı.
"En azından dene Asya. Lütfen beni bırakma. Senin için kaçtım. Seni bulmak için aylardır uğraşıyorum ama yoktun. Sadece Ece vardı... Bana anneni hatırlattı. Kocaman olmuş." Kafam geri çekerek ondan ayrıldım.
"Ece'yle konuştun mu?" Kafasını olumlu anlamda salladı. "Onu ve arkadaşlarını güvenli yerlere götürdüm. Zarar görmelerini istemedim."
"Seni affetti mi?" Bu sefer kafasını hayır anlamında uavaşça iki yana salladı. "Beni sadece, seni ona tekrar götürürsem affedeceğini söyledi."
"Öyleyse bu asla olmayacak. Geri dönemem."
"Biliyorum." Gözlerimi silerek etrafıma baktım. Işık hala minik odada yansıyordu. Ve Hethon sessizce bana bakıyordu. Diğerleri yoktu. Sanrım hala bana sinirlilerdi. Tekrar babama dönerek
"Neden buradasın?" diye sordum. Acı ve hasret doku anıların ardından gerçekler baş gösteriyordu. Bir savaşın içerisindeydik. Ve Raxanların bizi bir Kral'a getireceklerinden emindim.
"Saklanmak ve kokumu gizlemek için ideal bir yer." dedi.
"Kimden kaçıyorsun? Savaştan haberin var ve mühürlerden."
"Elbette var. Düşündüğünden daha fazla kişiyi kızdırdım Asya. Ve sana ulaşmak isteyen çok kişi öldürdüm. Peşimde birçok kişi var ve ben eskisi gibi güçlü bir Buz Prensi değilim... 12.yy'dan bu yana güçlerim yok oldu denebilir."
"12.yy mı?"
"Evet konuşacak çok fazla şeyimiz var."
...
Evin ya da kulübenin sönük sarı ışığı yandığında gözlerimi kısıp, karşımda bağdaş kurup oturan babama bakmaktan kendimi alı koyamıyordum. Hala karşımda olması bir hayalden ibaret gibiydi. Benim iki yanımda Welkorot ve Hethon oturuyordu. Dawson ve Melyn ise ayakta kalmışlardı
"Neden gittin?" dedim hala gözlerim dolu doluydu.
"Sahip olduğun güç çok fazlaydı Asya. Bu beni korkuttu. Yardım edebilecek birilerini aramak için gitmiştim. Annen ve Astrid arasında olanlardan haberim yoktu." Annemden bahsederken yüzünün istemsiz aldığı ifade hala onu özlediğinin kanıtıydı.
"Peki neden geri dönmedin?"
"Kendimi gün yüzüne çıkarmam hoş olmadı. Kaçırıldım. Güçsüzdüm, engel olamadım."
"Kim kaçırdı?" dedi Özgür. Konuşurken babama bakmıyordu. Gözleri babamın ellerine odaklı, saygı ile eğilmişti. Derin bir nefes aldım. Ve Özgür'e dündüm. "Sen ne zaman bu kadar kibar oldun?" Bunun üzerine babam ufak bir tebessüm etti.
"Büyük ihtimalle benim bir efsaneden ibaret olduğumu düşünüyordu."
"Efsane mi?" Bilmediğim o kadar çok şey vardı ki her cümlem soru işareti ile sonlanıyordu.
"Glaciepagus'dan kaçan ilk Prens olarak ya da kral olmayı reddeden aptal olarak birçok hikayede yer alırım. Çoğunda hak ettiğim gibi öldüğüm söylenir. Falan filan."
"Neden kaçtın?" dedi Welkorot bu sefer. Onların da en az benim kadar merak ettiği şey vardı.
"Hepinizin yaptığı gibi aptallıklar yaptım. Âşık oldum. Güzeller güzeli bir kadına âşık oldum. Ama aptalın tekiydim. Dünya'ya geldiğimde, yaşlanmadığımda hayal kırıklığı bedenimi sardı. Sevdiğim kadın yaşlandıkça onu izledim. Doğan oğlumun benden yaşlı görünmesine tanık oldum. Ve lanetlendim Asya. Yaptığım şey beni sevdiklerimin ölümünü görmekle lanetledim. Annenle tanıştığımda tek düşündüğüm onunda bir gün öleceğiydi. Hamile kaldığında korktum. Bir evladımın daha ölümünü izlemekten korktum. Kaçtım. Eğer seni hiç görmezsem acının azalacağını düşündüm. Ama acım hiç geçmedi. Ben lanetliydim. En azından sizin gülümseyen yüzlerinizi görmek için geri döndüm. Ama geç kalmıştım. Funda Astrid'le tanışmıştı. Seni bilmediği şeylere alet etmişti. Ben ne yapacağımı bilemedim. Gizlenmek adına küçük bir ev buldum ve orada yaşadık. Sonra Ece doğdu. Hayatıma bir mükemmellik daha eklendi ama o gece... Senin yaptığın o büyü. On yaşında ki bir kıza göre değildi. Senin gücün her şeyi kapsıyor gibiydi. Astrid'in yaptığı şeyin ne olduğunu hiç öğrenmesem de artık zamanı geldiğinin farkındaydım. Bilmediğim bir şeyle savaşamazdım. Tek başıma hak edebileceğim bir şey değildi. Ben de yardım edebilecek kişileri aradım. Özellikle Astrid'i."
"Ama bulamadın." diye tahmin yürüttüm. Babamın anlattıkları boş şeyler değildi. En azından bizi bırakmasının mazeret sayılabilecek nedenleri vardı.
"Hayır onu bulmam zor olmadı." dedi ve Hethon aynı anda ellerini öne doğru uzatıp bağırdı.
"Ne?"
"Onu bulmam zor olmadı çünkü benim onu bulmamı istiyordu. Akıllıca bir tuzaktı. Ve ben tuzak olduğunu fark edemeyecek kadar telaşlıydım. Onları bulduğumda Lues sana ulaşmak için beni sorguya çekti. Her yeni gün başlamadan o metal masanın yanına gelir ve senin yerini sorardı. Senin ona ait olduğunu eninde sonunda bulacağını ve çektiğim acının boşuna olduğunu söyledi. Ama her seferinde verdiğim cevap değişmedi Asya. Ona her seferinde onun seni asla bulamayacağını zamanı geldiğinde senin onu bulacağını söyledim. Ve onu alt edeceğini... Türlü şeyler yapardı. O açıdan her gün yaratıcı işkenceler bulurdu. Her neyse günün sonunda ise iyileştirir ve ertesi güne hazırlık yapardı." Sesli bir hıçkırık boğazım terk ettiğinde babam öne çıkarak benim olduğum koltuğun önünde diz çöktü ve ellerimi ellerinin arasına aldı.
"Şşş. Bunları seni üzmek için anlatmadım. Tamam mı? Sadece bilmen gerek. Bazı gerçeklikler artık gün yüzüne çıkmalı." Başımı onun boynuna yerleştirdiğimde gözyaşlarıma engel olamıyordum. Ona kızdığım, bağırdığım, nefret ettiğim zamanlar o acı çekiyordu. Hem de benim yüzümden. Aptal güç yüzünden... Ben geri gelmediği için kızarken o beni koruyordu.
"Özür dilerim." dedim. "Baba. Ben özür dilerim." Saçlarıma bir öpücük bırakıp ellerimi daha sıkı kavradı.
"Özür dilemene gerek yok prensesim. Sanırım bizim ailemizin kanı lanetli. Herkes acı çekmeye mahkum. Elinde olmayan nedenlerden ötürü asla özür dileme. Belki de bu hikayedeki en masum kişi sensin Asya. Ve sen bir kahramansın." Başımı onun omzundan çekerek derin bir nefes aldım. Birkaç saat önceki o güçlü kadın gibi görünmek istedim. Babamın beni o şekilde görmesini isterdim ancak şu an o güçten eser yoktu.
"Ben işe yaramazın tekiyim." dedim. Ama bu onu hayal kırıklığına uğratmak yerine genizden gelen bir sesle güldürdü.
"Her yönden bana benzemene alışmalıyım sanrım." dedi. Dizlerinden destek alarak ayağa kalktı ve karşımdaki yerini tekrar aldı. "Sen işe yaramaz değilsin kızım. Kimse senin yaşadıklarını kaldırabilecek kadar güçlü değildir. Ve sen hayranı olduğum bu dünyanın kaderini elinde taşıyan kişisin. Ne kadar güçlü olduğun hakkında bir fikrin yok." İşte o zaman bizim yeni öğrendiğimiz güçten haberdar olduğunu anlamış bulundum. O bizim yollar sonra öğrendiğimiz şeyi ben daha on yaşındayken fark etmiş ve bu yüzden gitmişti.
"Ben sadece normal bir hayat istemiştim." derken ellerimi havaya kaldırıp dizlerimin üzerine serbest bıraktım, "Hoş, bu pek mümkün görünmüyor."
"Onun ne olduğunu biliyor musun?" diyerek benim sözlerimin önemsiz olmasını gösterdi Welkorot. "Yani o bir buz prensesi falan değil. Ne olduğunu bilmiyorum. Ve sen bu güçten haberin var gibisin."
"Bilmiyorum. Bildiğim tek şey. Onu bu hale Lues'ın soktuğu. Ondan bahsederken hep kendine aitmiş gibi konuşuyor. Onun kobay faresinden başka nir şey değilmiş gibi. Ne planladığı hakkında bir fikrim yok."
"Peki ya Astrid?" dedi Hethon. "O ne planlıyor?"
"Astrid'i sadece bir kez gördüm. Onda da çok iyi gözükmüyordu evlat. İntikamını almak istediğini görebiliyorum. Ama bunu doğru kişiden almalısın. Astrid'in orada kendi isteğiyle kaldığını sanmam. Tıpkı benim gibi o da bir tutsaktan daha fazlası değildi."
"Seni kandırmak içindir." dedi Hethon dişlerinin arasından.
"Peki ya sen nasıl kaçtın?" dedi Dawson. Yaşı gereği diğerlerinden daha olgun ve sakindi.
"Kolay olmadı. Ama Asya gücünü keşfederek onu kullanmaya başladığında onun için yaptığım koruma büyüsü son buldu. Ve Lues onu buldu. Tıpkı sizin bulduğunuz gibi." dedi değerlerini işaret ederek. "Ve benim artık bir işe yaramayacağımı düşündü. Beni öldürmek için görevlendirdiği iki adamı yenmek zor değildi. Ama kaçtığımda gücümü toplamak için saklanmam gerekti. Daha sonrada Asya'nın izini zaten kaybetmiştim. Boreas onu bulmuştu. Karım ölmüştü ve diğer kızımda delirmenin eşiğindeydi." Kendinden emin bir şekilde ayağa kalktığında kaşlarını çatarak Meyn'e baktı. "Karımı öldürenin sen olduğunu biliyorum." dedi tehdit içeren tonda. "Bunun hakkında yarın tartışacağız. Şimdi kızımla uyumak istiyorum. Siz de eminim kendinize bir yer bulabilirsiniz."
...
"Baba?" dedim. Bunu onu gördüğümden beri ilk defa bu kadar içten dile getirmiştim. Deri ceketimi ve çizmelerimi çıkarmış büyük olmayan yatakta babamın yanına kıvrılmıştım. Ve bunu ne kadar özlediğimi yeniden fark etmiştim.
"Efendim güzel kızım?"
"Melyn'i öldürecek misin? Yani annem için. Bilmiyorum onu öldürmeyi çok denedim. Ama kendi içimde yapamıyorum." Kollarını bana sararak aramızdaki mesafeyi daha da kapattı ve derin bir nefes aldı. Daha çok kokumu içine çeker gibiydi.
"Daha önce ölmeyi dilediğin anlar oldu mu Asya?" dedi sanki bir sır verir gibi. Onun sorusu ile bu anların gözümün önünde canlanışını seyrettim. Bu anlardan çok fazla olmuştu. İçlerinden birisini seçmeye çalışsam sanırım bu Rüzgar'ın yaptıkları olabilirdi.
"Evet, birçok kez..." dedim gözümün önünde gelen anıları silmeye çalışırken.
"Melyn yarın ölmeyi dileyecek. Ama ben ona bu ödülü vermeyeceğim."
"Ne yapacaksın?" Çünkü sesi acımasız bir katil gibi çıkmıştı. Bir babadan çok uzaktı.
"Tam on bir yıl kızım. Bütün bu yıllar boyunca her gün işkence gördüm. Emin ol kendime özgü yöntemlerim olacak. Ancak ölüm için yalvardığı an bırakacağım onu." Onbir yol bir işkencenin içerisinde sıkışıp kalmayı hayal dahi edemezdim. Onun gerçekten ne kadar güçlü olduğunu şimdi daha net anlıyordum.
"Anladım." diyerek gözlerimi kapattım. Yarın, annemin intikamı son bulacaktı, babam yanımdaydı. Ama bu neye yarardı? Huzur? Rahatlık? Güç?! Bir intikam bizi Lues'a benzetmekten başka ne işe yarardı?! Babam beni omuzlarımdan tutarak kendine çevirdi.
"Neden ağlıyorsun şimdi? Ondan hoşlanıyor musun? Eğer öyle bir şey varsa bilmek istiyorum." Gözyaşlarım durmadığı için çareyi kafamı onun boynuna gizlemekte buldum.
"Hayır, hayır hayır... Sadece sinirlerim bozuldu. Ve senin yaşadıklarını düşündükçe kendimden nefret ediyorum. Sadece,.. Seni özlemişim. Gerçekten özledim. Annem de özlemişti. Bilmiyorum. Ben çok kötü hissediyorum baba. Tüm bunlar son bulacak mı?" Beni geri çekerek ona oranla küçük yüzümü büyük ellerinin arasına aldı.
"Her şeyin bir sonu vardır Asya. Sen sakın ağlama. Hayat bazılarına adil davranmaz. Senin yapman gereken kendine düşen pay için savaşmak. Sana inanıyorum. İstediğin sürece karşında kimse duramaz. Benim için sakın üzülme. Onca acıya direnmemin tek nedeni sizdiniz Asya. Siz beni ayakta tutan şeydiniz kızım benim. Takatimin sonuna geldiğimde senin o şen şakrak attığın kahkahalar dolardı kulağıma ve dişlerimi sıkardım. Seni, sizi tekrar göreceğim günü hayal ederdim. O güzel sesinle baba deyişini hayal ederdim. Büyüdüğünüzdeki görüntüleriniz canlanırdı gözümde. Siz benim yaşam kaynağımdınız. Hala da öyle benim prensesim. Ağlama. Çünkü senin üzüldüğünü görmek hayatımda dayanabileceğim bir şey değil. Bunun yerine işkence görmeyi yeğlerim."
Başparmağıyla gözyaşlarımı sildikten sonra yanağıma bir öpücük bıraktı ve beni göğsüne bastırdı. "Şimdi uyu bakalım kızım. Sana masal anlatmamı ister misin?" Derin bir nefes alıp bende onun yatağından öptüm.
"Masalların gerçek olduğunu bilmek hiç bu kadar canımı yakmamıştı."
"O zaman sana daha önce anlatmadığım bir masal anlatayım."
"Nasıl bir masal?"
"Sonu mutlu biten bir masal.." dedi ve kulağıma fısıldarcasına anlatmaya başladı.
"Sonu mutlu mu bitecek?" diye bir çocuk gibi sordum.
"Sen nasıl istersen öyle son bulacak bir tanem."
"Ben bitmesini istemiyorum."
"O halde bu hikayeyi yaşatacak olan sensin Asya. Sen nasıl istersen öyle devam etsin."
Omuzlarımı oynatarak ona karşı çıktım. "Ama gerçekte işe yaramıyor."
"Yapmak istediğini seçmekte özgürsün Asya. Şuan da bile istersen Ece'nin yanına dönebilirsin. Tüm bunlara bir son verebilirsin. Savaşmak istemezsen hiçbir güç seni buna zorlayamaz."
"Yapamam. Bunca insana sırtımı dönemem."
"Bu senin kararın Asya. Kendi masalını kendin yazıyorsun kızım. Hepimiz öyle yapıyoruz."
İyi ya da kötü verdiğim bütün kararlardan sorumlu olan bendim. Ve babam sonuna kadar haklıydı. Kendi hikayemin sonunu bu uçuruma sürükleyen kişi de bendim.
...
Mavi beyaz tonlarındaki kristal kaplı odanın içinde açmıştım gözlerimi. Nerede olduğumu bilmesem de kendimi yabancı bir yerde gibi hissetmiyordum. Aksine dünyada kendimi hiç bu kadar sahiplenilmiş gibi hissetmemiştim. Neredeydim? Odanın sol tarafı saydam camla çevriliydi. İçerisi ve dışarısı birmiş gibi görünüyordu ama bir kaç adım atıp dışarı baktığımda belki de yirmi kat yukarıda olduğumu fark ettim. Aşağıdaki insanlar karıncalardan bile küçüktü. Belki de bunun nedeni etrafta durduğum konumdan bile yükseğe çıkan binalardı. Çünkü şu an dünyanın bir iki yüzyıl sonrasında gibiydim. Yerden on-on beş metre yukarıda manyetik alan içerisinde birçok araba hızla hareket ediyordu. Gözle görünen dışarıdaki silindirimsin tüpler sağa sola, yukarı aşağı insanları taşıyorlardı. Gözlerimle onları takip ederken belime sarılan kollarla gerilerek kafamı yana çevirdim. Ve sarı saçlarla buluştum.
Buz mavisi, duyguyu çok uzun zaman önce unutmuş gözlerle bana bakıyordu. Dudakları ince bir çizgi halini aldığında bunun aslında onun kendine has gülümsemesi olduğunu anlamam zor olmadı. Bana arkadan sarılan kollarını itmeye çalıştığımda elde ettiğim şey sadece boynuma üflenen soğuk nefesiydi. Tüylerimi diken diken eden nefesi... Be anlamadığım bir şekilde onun Lues olduğunun farkındaydım.
"Benim olan bende kalacak." dedi. Sesi kalın, otoriter, zevk veren bir tondaydı. Cümlesinin doğru yerlerine yaptığı tonlamaları bacaklarımı titretiyordu.
"Bırak beni." diyebildim sadece zaten daha fazlası için sesim çıkmazdı. Ama beni bırakmadı. Sadece dişlerini gücün ardından ortaya çıkan köprücük kemiğimde hissettim.
"Ben istemediğim sürece kimse kaçamaz Asya. Babanın yanında olmasının değerini bil. Çünkü senin için geleceğim. Beni sana ulaştıracağını biliyordum." Birden bedenimi önümde duran cama yasladığında acıyla inledim. Kendini bana bastırarak dişlerini daha fazla hissetmeme neden oldu. Normal şartlarda yükseklik korkum yoktu ama yirmi kat yüksekteyken her an kırılabilirmiş gibi hissettiğim bir cama yaslanmış olmak insanı korkutuyordu. Eğer kırılırsa büyük ihtimalle yere bile düşmeden manyetik alan ve arabaların arasında sıkışıp kalırdım. Bu canımı yakar mıydı? Fizik kurallarına göre...
Ne fiziği Asya... Kendine gel adam sana arkadan dayıyor! Rüyalarımda bile beni yalnız bırakmayan Raydn camın diğer tarafında süzülerek bana bakıyordu. Ona teşekkür ederek ellerimi cama dayadım ve kendimi geri ittim. Güçlüydüm ama Lues da beni engelleyebilecek kadar güçlüydü. Aslına bakarsanız burası benim bilinçaltımdan oluşmuş bir rüya sayılmazdı. Burayı tasarlayan kişi ben değildim. Beni buraya çekebilecek kadar güçlü olan Lues'dı. Bense sadece bir yolcuydum.
"Yaratıcına engel olamazsın Asya. Ve bunu kimse değiştiremez. Sahip olduğun güç bile.. Çünkü onu sana veren benim. Yaşamanı sağlayan benim. Artık bana bağımlısın ve bensiz bir hiçsin."
Beni ters çevirip ellerimi başımın üzerine sabitledi. Ve hala kırılabileceğini düşündüğüm o lanet cama yaslanmış durumdaydım. Soğuk olduğu belliydi ama bedenim onu hissetmiyordu! Bunun yerine Lues'ın bana yaslanmış mükemmel vücuduyla yanıyordu. Bacaklarımın titremesi korkudan olamazdı. Kasıklarımdaki sızı korkudan olmazdı. Onu neden istediğimi bile bilmiyordum. Demir mıknatısa neden çekildiğini bilebilir miydi, ben de bilmiyorum. Ve bunun kötü hissettirmesi gerekirken hissetmiyordum. Ona çekilmek bile beni rahatlatıyordu.
"Neden?" diyebildim sadece. Bana bakan şu ana kadar gördüklerimin en soğuğu olan gözlerine bakamıyordum. Çünkü o ince çizgi halindeki dudakları dikkatimi dağıtıyordu. Bu onu ilk görüşümdü, Astrid ona tehditler savurduğunda ya da eski hikayelerde adı geçtiğinde gözümün önüne onun yüzü gelmiyordu. Ancak onun gözlerini gördüğüm anda Lues olduğunu biliyordum. Astridn anılarından farklı değildi. Ama bir anıdan çok daha gerçekti.
Bu sadece bir rüya Asya...
Raydn beni uyarmakta haklıydı ancak sesli bir kahkaha onun sözlerini bedeni gibi silikleştiriyordu. Dudaklarının arasından görünen düzenli dişleri Raydn ve beni kendime getirmeye çalışan yorumlarını unutturuyordu.
"Çünkü her şey son bulduğunda yanımda duracak bir Kraliçe lazım Asya. Güçlü, duygusal olmayan, hiçbir şeyin onu yıkamayacağını kanıtlamış birisi... Sen! Tüm bunlara rağmen ayakta durabilen sen! Yok olan dünyayı ve yeni yarattıklarımın tek şahidi olacaksın."
"Dünya yok olursa egemen olmanın ne anlamı var?" Ellerim onun yüzünden hareketsizdi, bedenimse onu yüzünden titriyordu. Kolları daha sıkı bir hale geçerken oda benim dudaklarıma bakıyordu. Gözlerinden benim ona çekildiğim gibi onun da bana çekildiği barizdi.
"Evrende sadece burası olmadığını anlamış olman gerekirdi Asya. Kendi Krallığımı kurabileceğim birçok yer var. İhtiyacım olan tek şey güç."
"O halde lanet gücü al ve siktir git." dedim dişlerinin arasından. Bileklerimi tek eliyle sabitleyip değer eliyle saçlarımı çekiştirdi. Ona sinirle söylediğim sert sözler sinirlendirmekten çok hoşuna gitmiş gibiydi.
"Onu zaten alacağım. Ama şimdi seni almak istiyorum. Ve ben her zaman istediğimi alırım." Eli asimetrik bir yol izleyerek sağ yanağıma indi. Ama bu okşamak değildi. Aksine bu her şeyimi hissetmek istercesine yapılan bir hareketti. Parmakları tenime sadece dokunmuyor, baskı uygulayarak sınırlarını keşfediyordu. Ellerimi çekiştirerek büyük avucunun içinden kurtardım. Bunu kaçmak için yapmamıştım yaptığım şey sadece onu biraz daha hissedebilmek içindi. Yaptığım şeylerin farkında olmayarak hareket ediyordum. Bir büyünün etkisi gibi. Parmaklarım onun yüzündeki keskin yarada dolandığında bir iç çektim.
"Bu çok garip." diyerek ona daha fazla yaklaştım. İnce dudakları ile aramda bir nefeslik mesafe vardı artık. Ve hareketimden memnun kalmış olmalı ki gülümseyerek elimi bırakan elini kalçalarıma yerleştirdi.
"Garip değil. Sadece zorunluluk. Beni istediğini sen de biliyorsun Asya. Ve seni bulduğumda bu isteğin daha da artacak. Zihnin bedeninin kime ait olduğunun farkında. Bunu sen de anlayacaksın."
Ama onu dinlemeye devam edemedim. Dudaklarına kapanan dudaklarım onu susturdu. Sanırım hiçbir şey beni bu kadar başka bir noktaya çekemezdi. Tüm bedenim ufak çaplı bir elektrikten geçerken onun aslında ince görünen ama ağzımın içinde ustaca hareket eden ve bana yer bırakmayan dudaklarına odaklandım.
Onu neden öpüyordum? Her şeyin sorumlusu, hayatımın içine sıçan herifi neden öpüyordum? Daha kötüsü neden zevk alıyordum?
Beni kendine doğru çekip sertçe tekrar cama yasladı. Resmen camı kırmak için uğraşıyor gibiydi. Ya da bedenimi onun bedeni ve cam arasında ezmek istiyordu. İnlediğimde gülerek bir elini saçlarıma doladı ve çekti. Acı ve zevk birbirine karışıyordu. Dudaklarımı terk eden inlemelerin hangisinin sonucunda olduğunu anlayamıyordum bile. Sadece ne yapıyorsa, doğru geliyordu. Sırtım tekrar cama çarptığında kaburgalarımın kırıldığını düşündüm. Çünkü bir kaç çatlama sesi duyulmuştu. Dilini ağzımda hareket ettirirken bir darbe daha aldım. Ve aslında çatlayan şeyin başından beri beni korkutan cam olduğunu anlamıştım. Sırtımın engeli aşarak geriye gittiğini hissettim ve kollarımı sardığım boyun silikleşmeye başladı. Her şey ağır çekimde hareket etti. Ellerim son bir şeye tutunmak istercesine öne savruldu ama odayla bağlantılı olan tek noktam topuklarımdı ve onlarda yavaşça zemini terk ettiler. Boşluk beni içine çekerken midemin yukarı kalktığını hissediyordum. Nefes almak istemem artık anlamsızdı çünkü her ne kadar ağır çekimde olsa hava ciğerlerime ulaşmıyordu. Sessizce düşerken havada gördüğüm ışığı gözüme yansıtan büyük cama lanet ettim. Görebildiğim kadar kristal yapılardan nefret ettim. Yüksek binaların yıkılmasını diledim. Neden bilmiyorum ama etrafım artık içimi okşamıyordu. Bana nefret aşılıyordu. Düşerken gördüğüm mavi ve beyazı yansıtan camlar silikleştiğinde düşündüğümün aksine yumuşak bir iniş yaptım. Bu her şeyden daha yumuşak bir yatak gibiydi. İçine gömülürken gözlerimi kapatmıştım. Daha sonra bir baloncuğun içinden geçip gitmişim gibi başka bir yere düştüm. Bu sefer yumuşak bir şekilde değil, yüzümü buruşturan bir düşüştü bu. Çıplak ayaklarımla ayağa kalkarken üzerimdekiler dikkatimi çekmişti ya da üzerimde olmayanlar demeliyim. Altımda siyah ve altın renklerinde iç çamaşırları vardı. Tanganın - ki popomun bir gıdımını bile kapatmadığı açıktı- arka ve ön kısmı altın sarısı simli üç ince iple birleştirilmişti. Ön kısmı ise transparan siyah tülle kapalıydı. Ve bu beni çıplak olmaktan daha çok utandırmıştı. Sütyen kısmı ise ipince bir sarı zincirle boynumdan çapraz bir şekilde tutturulmuştu. Yine tül şeklindeki kumaşı çok sağ olsun tüm işlevini yerine getiriyordu. Bir kolumu göğüslerime birisini kasıklarıma indirerek etrafıma bakındım. Ama görebileceğim bir nesne ya da başka bir şey yoktu. Siyah bir odada gibiydim. Tek ışık ise üzerimde duran spot lambaydı. Ve tamimiyle beni gözler önüne sermek amaçlıydı. Işık mavi mor ve beyaz arasında gidip gelirken durduğum yerin tam yenindeki direği fark ettim. Striptiz direği! Sonra slow müzik çalmaya başladı. Uyanmak için ne yapmalıydım? Bir yandan müziğin geldiği yöne bir yandan direğe bakarken sesli bir küfür ettim. Fantezi dolu rüyadan nasıl kaçacağımı bilmiyordum.
Derinden yankılanan kahkaha sesiyle içim titredi. Sırtım daha da dikleşti sanki. Utancım kendini toprağın altına saklıyordu.
"Kendine hiç güvenmiyorsun Asya. Oysa kalçaların ve bacaklarının uyumu beni tahrik etmeye yetiyor." Kafamı sese yönlendirirken dişlerimi sıktım.
Bunu yapma Asya onu tahrik ediyorsun. Güçsüz durman onu memnun ediyor. Kendine güven ve ikimizi de çıkar bu kabustan.
Raydn haklıydı. Onun karşısında böyle acınacak durumda olmamalıydım. Kendi gücümü nasıl kullanacağımı keşfetmeli ve bu güçlü kabusa bir son vermeliydim. Ellerimi yavaşça indirerek göğüslerimi dikleştirdim ve derin bir nefes aldım.
'Madem oynayacağız Lues Bey'
Ellerimi nereye koyacağımı bilmediğim için ilk önce kalçalarımın iki yanına yerleştirdim. Çalan şarkıda bir o yana bir bu yana sallanıyordum aynı zamanda da kafamı geriye atmıştım. Geniş mi dar mı olduğunu anlamadığım ama bana uçsuz bucaksız gibi görünen odada nereye odaklanacağımı bilmiyordum bile. Belki de arkamda bir yerlerde duruyordu bu yüzden ellerimi kalçalarımdan alıp sağ elimle direğe tutundum ve kendimi yere doğru eğerek etrafında yavaş şarkıyla uyumlu adımlar atmaya başladım. Onu değil de kendi kendimi tahrik ediyor gibiydim çünkü şarkı beni içine çekiyordu. Ama sesli bir yutkunma duyduğumda sırıtmadan edemedim. Ardından gelen bir inleme duyulduğunda aynı hareketi daha yavaş yaptım.
Vur dedik öldürme Asya, böyle devam edersen bura keraneye dönecek. Sanırım biz de sonsuzluk içinde burada sıkışıp kalacağız.
Tam tepemde duran spot lamba söndüğünde saçma dansıma son vererek gözlerimin karanlığa alışmasını bekledim. Ama çok geçmeden ışık tekrar yandı ama bu sefer sadece bir tanede değildi. Tepemdeki ışık iki kola ayrılarak simetrik bir doğrultuyla ilerledi ve karşımda duran kırmızı geniş koltuğun üzerinde durdu. Lues bir bacağını diğerinin üzerine dik bir konumda koymuş iki eli koltuğun yanlarını tutan bir şekilde bana bakıyordu. Gözleri, soğuk değildi aksine cayır yanıyordu. Benim tüm hücrem gibi.
"Devam et!" dedi erkeksi sesiyle. Tahrik olmuştu. Sesi genzinin derinliklerinden geliyordu ve ben artık yaptığım şeye devam edemezdim.
"Devam et!" dedi tekrar. Bense hayal meyal duyduğum Raydn'a odaklanmak istedim. Ondan ve yakıcı bakışlarından kurtulmak istedim. Ama yoktu. Bana verdiği akıldan sonra girmişti. Karanlık odada Lues'a odanlanmamı sağlayan ışıklardan başka ışık yoktu. Lues bacağını yere indirerek yaslandığı koltuktan öne doğru eğildi ve dirseklerini dizlerine yerleştirdi.
"DEVAM ET!" Çıkan sesten ürkerek hala tutuğum direği sıktım.
"Hayır." dedim sakince. "Hayır, bana emir verme! Başkasının bana bir şey diretmesinden nefret ediyorum." Sinirlendiğini mi yoksa eğlendiğini mi anlayamıyordum. Çünkü o dudakları hep çizgi halindeydi.
Yavaşça ayağa kalktığında titremedim değil. Yayılan enerji sanki beni sıkıca kendine sarıyordu. Yavaşça bir adım atarak elini giydiği siyah tişörte götürdü. Ve gerçekten şarkıya uygun bir şekilde kollarını havaya kaldırdı ve hızla tişörtü üzerinden attı. Umursamadığım bez parçası odanın diğer köşesini boylarken Lues ın üzerindeki ışıklarda her attığı adımda sönüyordu.
"Sana illaki bir şey direteceğim Asya... Bunun emirlerim mi yoksa başka bir parçam mı olacağını sen seçeceksin?" Yanıma iyice yaklaştığında altındaki siyah kotunun kemerini çıkarmıştı. "Bana hangisini istediğini söylemelisin."
Seslice yutkunarak gram yağ bulunmayan vücudundan gözlerimi çekemedim. Ne istiyordum Emir vermesini mi?! Bana vereceği emir ne olacaktı ki? İkinci seçenekten ne farkı olacaktı?Gözlerimi kapatarak bir adım geri gittim. Uyan Asya... Uy-yan!
"Ne yapmalıyım?" Aslında Raydn'a sorduğum soruyu sesli söylemiştim. Lues bana bakarak sinsice güldü.
"Seçimini bana bırak. Emin ol pişman olmayacaksın. Sen benimsin!" Son adımıyla benim yanıma gelerek ellerini belime yerleştirdi. Gözleri vücudumda geziyordu. Sırtım direğe geldiğinde yapmam gerekeni bilmiyordum. Sol bacağımı okşayarak havaya kaldırdı ve kendi beline sardı. Bedenime dokunan teni ile dudaklarımı birbirine bastırdım. Ama eliyle alt dudağımı aşağı doğru çekti.
"Kendini tutma. İnlemeni istiyorum." diye fısıldadı ve kendi bedenini bana tekrar sürtündü. Zaten varla yok arası iç çamaşırlarımın arasında dolanan elleri inlememe neden oldu. Bacağımı okşayan elini çekerek göbek deliğime getirdi ve oradan da kasıklarıma indirdi. Şarkının eşliğinde eliyle masaj yaparcasına tenimi okşarken başımı geri atıp ellerimi saçlarına geçirdim. Tekrar köprücük kemiklerime ufak ısırıklar bırakıp elini çekti ve diğer bacağıma beline sarmamı sağladı. Zaten kendimi ayakta tutacak takatim kalmamıştı. kalçalarımı sıkarak beni kendine bastırdığında tekrar inledim. İçim yanıyordu. Ve onu istiyordum. Her şeyiyle... Hayatımın bu halde olmasına neden olan hiç tanımadığım bu adamı bütün bedenimle istiyordum.
Boynumu saran zinciri tutarak kopardı ve ellerimi saçlarından çekti. İki bileğimi direğe ne zaman bağladığını bilmiyordum bile. Ama olmuştu. Ellerim kangren olabilecek derecede sıkı bir şekilde direğe bağlanmıştı. Elini artık tül ile bile örtülü olamayan göğüslerime indirerek dudaklarını kulağıma sürttürttü. "Ne istiyorsun Asya?"
"Se..seni..." diye kekeleyebildim sadece. "Lues..." Zaten zar zor duran kilodumu çekiştirerek çıkardığında gözlerimi kapatmıştım. İşkencenin bitmesini isliyordum... Ama sırtımı yasladığım ve iki elimle güç aldığım direk hareket ettiğinde gözlerimi açtım. Direk havaya doğru çekiliyordu ve ellerim sıkıca ona sarılı olduğu için bende yükseliyordum. Odanın tavanından yukarıya çekildiğimde elim kaydı ve tekrar düşmeye başladım.
....
Sıçrayarak gözlerimi açtığımda yüzümü buruşturmak zorunda kaldım. Çünkü tüm vücudum yanıyordu. Bacaklarımı birbirine bastırarak titrememi engellemeye çalıştım. Hayatımda ilk defa kendimi tatmin etmek zorunda kalabilirdim. En azından yanımda kimse yatmıyordu. Seslice yutkunarak kafamı kaldırdım. Ama inleyerek kendimi tekrar yatağa bıraktım. Bu beni öldürebilirdi. Ellerimle çarşafı sıkarak gözlerimi kapattım. Ağlamak üzereydim. Lanet olası adamdan zevk alıyordum. Ve şimdi de yarıda kaldığı için uçurumun kenarında nefes alamıyordum. Titreyen bacaklarım birbirine kenetlenerek bu hissi yok saymayı denedi ama başarılı olamadılar.
Ardından tek olduğumu düşündüğüm odada kapının olduğu yerden gelen ve "Yardım lazım mı?" diyen sesle kıpkırmızı kesildim ve ellerimi serbest bıraktım. Welkorot duvara yaslanmış ellerini göğsünde birleştirmişti ve bakışları çok ama çok soğuktu. Şimdiye kadar gördüğüm bakışlarında bin kat daha ölümcül duruyordu.
"Zevkli rüyan yarıda kaldı sanırım. Yardım etmemi ister misin?" Utancımla birlikte toprağın altına girmek istiyordum. Saçma salak bir rüya da olsa aldığım zevkle ona ihanet etmiştim! Hayatımda birisi için yer yok derken düşmanımızdan zevk almıştım. Yavaşça doğrularak derin bir nefes aldım. Hala canım yanıyordu ama ne yapabilirdim ki?
Welkorot yaslandığı duvardan ayrılarak bana yaklaştı. Yatağa oturduğunda öyle bir bakıyordu ki yatakta geriye doğru kayıp başlığa yaslandım ve bacaklarımı kendime çektim. Sinsice gülerek ayak bileğimi yakaladı ve beni kendine çekti..
"Ne o korkuyor musun? Seni tanımasam ilk kez seks yapacaksın sanırdım... Ama belli ki seni zaten tanımıyormuşum. Çünkü benim tanıdığım Asya rüyasında baş düşmanıyla birlikte olacak kadar düşük bir kız değildi." Bileğimi biraz daha çekerek sırtımı yatağa dayadı. Saniyeler içinde üzerime çıktığında onun bu halinden korkmaya başlamıştım.
"Welkorot düşündüğün gibi değil... Ben onu istemedim." bu kuyruklu bir yalandı. Onu istemiştim, tüm bedenimde...
"Ne düşündüğüm gibi değil? Senin onun adını nasıl arzuyla inlediğin mi? Şu an külotunun sırılsıklam olduğu mu? Boşalamadığın mı? Belki de size ben engel oldum. Özür dilerim." dedi ve eliyle yavaşça yanağımı okşadı. Gözlerime büyük bir nefretle bakan o olmasaydı bunun şefkat dolu olduğunu düşünürdüm. Eliyle kollarımı başımın üstünde sabitleyerek kendini bana bastırdı. "Sanırım kendimi affettirmeliyim." dediğinde bacaklarımı aralayıp bedenini konumlandırdı.
Boynuma ıslak öpücükler bırakırken tek söyleyebildiğim yapma oldu?
"Neden yapmayayım Asya. Düşmanımızla birlikte oluyordun!"
"Welkorot bırak beni!" Kollarımı serbest bırakarak sertçe çenemi tuttu ve sıkmaya başladı. Eğer isteseydim onu rahatlıkla bedenimden uzaklaştırabilirdim. Ama sözleri ve tüm olanlar bunu yapmama engel oluyordu. Dünyadaki en güçlü insan olsam bile birkaç acımasız söz ce harekete yenik düşüyordum.
"Daha ne kadar düşebilirsin Asya? Dünyaların kaderinin sana bağlı olduğuna inanamıyorum. Aslında diğerlerinden hiç bir farkın yok değil mi? Sen de ruhunu satacak türden birisin!" Gözümden gelen yaşları silmeye bile çalışmadan onu üzerimden itmeye çabaladım. Ama güçsüzdüm ruhen ve bedenen. "Söylediğin şeylere pişman olacaksın! Yapma, ardından affıma sığınacağın şeyler yapıyorsun."
Islak öpücükler tekrar boynumla buluştuğunda boğazımdan bir hıçkırık kaçtı. "Bunu bana yapma." dedim. "Welkorot lütfen. Ondan kaçamadım. Lütfen. Ne yapacağımı bilmiyordum. Beni kendi rüyasına hapsetmişti. Ben bir yolcuyum, rüyaların içerisinde kayboluyorum." Aklıma gelen şeyleri sıralarken o beni dinlemiyordu. Beni korkutan şey şuan da yapmaya çalıştığı değildi. Beni korkutan şey Welkorot'un gözümdeki değerinin düşecek olmasıydı. Evet rüyada zevk almıştım ama Welkorot ayrıydı. Onun gözümde Melyn veya Rüzgar ile eş değer olmasını istemiyordum. Ondan nefret etmek istemiyordum. O benden nefret etse de... Sadece dostluğuna ihtiyac duyuyordum. Benim için daha fazlası olamazdı ancak daha azı da yeterli olmayacaktı.
"Welkorot kızı rahat bırak." Ağlamamı bastırarak sesle ellerimi tekrar Welkorot'u itmek için kullandım. Biraz olsun geri giderken kafası kapının olduğu yöne dönmüştü. Ancak bedeni hala vücudumu kendine hapsetmişti.
"Siktir git Hethon."
"Welkorot çok ciddiyim. İstemiyor, onu rahat bırak."
"İsteyip istememesi umurumda değil. Lues'la birlikte oldu! Elbet benimle de olabilir." Welkorot isteği dışında sert bir şekilde üzerimden kalktığında bacaklarımı kendime sararak doğrulmaya çalıştım. Özgür onu omzundan tutarak geri çekmiş duvara kadar itmişti. Ardından tam karşısında sakin tavrı ile konuşmaya devam etti.
"Bana bak, burada Lues'dan bahsediyoruz. Ne sikim döndüğü ortada değil. Glaciepagus'u yok etti ve suçu Astrid'e attı. Emin ol istese seni bile rüyasında sikebilir Welkorot. Ve sen de zevk alırsın. Şimdi kafanı topla ve öyle gel. Pişman olacağın şeyler yaptın bile daha ilerisinden dönüşün olmayabilir." Welkorot son kez bana nefretle bakıp odayı terk etti. Özgür ise elleri yumruk şeklinde bana bakıyordu.
"Hazırlan ve dışarı gel. Krilian seni çağırıyor." Kapıya doğru emin adımlarla ilerledi. Bu mantıklı halleri onun özelliğiydi. Duyguları onu yönlendiren taraf olmuyordu. Onun için doğrular ve yanlışlar vardı. Ve doğruyu getirecek yanlışı yapmaktan çekinmiyordu. Yine de başkasının yanlışındaki doğruyu görmekte üstüne yoktu.
"Teşekkür ederim." diye fısıldadım kapıdan çıkmadan önce. Ayağa kalktığımda hala titriyordum. Yürüyecek kadar bile enerjim yoktu. Duvara tutunarak derin bir nefes aldım. Lues beni rüyasına çekmek için atomlarıma ayrıştırmış gibi hissediyordum. Hethon kapıdan çıkıyordu ama son bir kez bana baktığında vazgeçti. Yanıma gelip koluma girdi ve "Seninle ne yapacağız hiç bir fikrim yok Asya." dedi. Bense hala duvara tutunuyordum.
Gözlerimden akan yaşı silerek kafamı eğdim. Ona bakacak yüzüm yoktu. Kimseye bakacak yüzüm yoktu özelliklede Welkorot'a. Babama... Ona onca sene işkence eden adamdan zevk almıştım. Onu istemiştim. Kolumu tutan ellerini ittirerek kendimi yere bıraktım ve ağlamaya devam ettim. Nedensizce, umursamadan ağladım. Sırtımı yasladığım duvara kafamı yaslayarak nefes almaya çalıştım. Hethon karşımda durmuş ne yapacağını bilmeyen halde bana bakıyordu. Titreyen ellerimi bacaklarıma sararak kafamı dizlerimin üzerine yerleştirdim.
"Be..ben onu istedim Hethon. Her hücremde, benimle olmasını istedim. Neden bilmiyorum ama o zaman yanlış olmasını bile umursamadım. Nasıl bir aptalım ben? Ama şimdi yaptığım şey beynimde işleniyor gibi." Duraksayıp biraz düşündüm ardından devam ettim. "Bunu nasıl yaparım? Nasıl olurda ihanet ederim Özgür? İhanete uğramaktan bu kadar korkarken nasıl olurda aynı şeyi ben yaparım?" Hıçkırıklarım başka bir boyuta ulaşırken yanıma oturan bir seksenlik adama baktım. Gözlerindeki duyguyu saklayarak kolunu omzuma attı ve beni göğsüne bastırdı. Bir süre ağlamamı dinledikten sonra, "Küçük bir kız gibi mızmızlanmaya devam mı edeceksin yoksa dışarı gelip savaşmaya mı başlayacaksın Asya?" dedi ve beni kendinden ayırıp ayağa kalktı? "Nasıl teselli edilir bilmiyorum ama Melyn'in sana ihtiyacı var. Krilian'nın ona yaptıklarından sonra güçlü bir şifacıya ihtiyacı var. Kendini topla ve dışarı gel."
Ayağa kalkmaya çabalarken tekrar popomun üzerine düşünce yüzümü buruşturdum ve rüyanın bazı yerleri beynime tekrar dolmaya başladı. Çaresizlik içinde düşüşüm aklımdan geçerken tekrar ağlamaya başladım.
"Lanet gücü nasıl kullanacağım? Aptal bir rüya. Buna rağmen ona karşı koyamıyorum. Karşılaştığımda neler olacak Özgür? Sizi, herkesi hayal kırıklığına uğratacağım. Korkuyorum. Başarısız olmaktan korkuyorum." Seslice oflayarak omuzlarımı kavradı ve havaya kaldırdı. Ayaklarım yere değmiyordu ve yüzlerimiz aynı hizadaydı. Akan burnumu çekerek kafamı eğdim. Ona bakmak istemiyordum. Onun sert ve kendini beğenmiş hallerine alışmıştım.
"Asya sen ol ya da olma savaş hiçbir zaman bitmeyecek, sen sadece elimizdeki şansı arttırıyorsun. Kendini evrenin ortasında sanabilirsin ama sen olsan da olmasan da devam edeceğiz. Şimdi kendine gel ve dışarı çık! Kimse seni suçlayamaz. Hiç kimse sana güvenerek hayatlarını ortaya koymuyor anla artık. Başarısız mı olacaksın o halde bunu kendi canınla ödersin. Bizi alakadar etmez. Ama Lues'ın istediği sensen elimizde ki en büyük kozsun demektir. Sonuna kadar yaşaman için her şeyi yapacağım. Ve sen siktiğim herifinden intikamını, intikamımızı alacaksın. İçindeki enerjiyi ortaya çıkar ve salak Raydn'a söyle sana bildiklerini öğretmezse onu tekrar öldürürüm." Sonra omuzlarımı bırakarak büyük adımlarıyla kapıya ilerledi. Güçlü kişiliğinden çok daha güçlü bir teselliyi avuçlarıma bırakarak devam etmişti. Ne kadar haklı olduğunu görmem için söylediklerini iki defa düşünmeme bile gerek yoktu. O haklıydı, onların savaşları benden çok öncesinde başlamıştı. Ve benden sonra bile devam edebilirdi.
"On dakika sonra kapıda ol Asya!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Avaritia
Fantasyİçini ısıtan hayaller mi yoksa canını acıtan gerçekler mi deseniz... Bir hayale kapılıp gitmek için her şeyi yapardım; ama o hayalin asla gerçekleşmeyeceğini bilmek işte asıl canımı yakan şey. Varsın yaksın, acının gerçekliğiyle ayaktayım şuan.Ama a...