Yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum. Bu arada, aranızda erkek okuyucular var mı merak ediyorum, eğer varsanız kendinizi belirtirseniz sevinirim. Merak etmeyin kötü niyetlerim yok :D Yeni bölümde görüşürüz. Tek Gecelik'e göz atmayı unutmayın :)
Zor olduğuna inandığım iki şey vardı hayatta.
Geçmişle yüzleşmek ve umutlu gözlerle bakışmak.
Yavuz'un cümlesi bittikten sonra telefonu kapattım ve içki şişesinin tamamını kafama diktim. Az önce olanları unutmam gerekiyordu çünkü yanlıştı. Aramamalıydım. Artık birbirimizin hayatına girmeye hakkımız yoktu, yokuşlarımız artık farklıydı. Farklı tellerden çalıyorduk. O bir yerde ben bir yerdeydim. Geçmişe dönüp yaraları deşmenin, kuruduğunu sandığın içindeki okyanusları taşırmanın bir faydası olmazdı.
Balkondaki her şeyi topladım. İçki ve çerez pisliklerini temizledim. Yapmam gerekenleri yapıp uyumak istiyordum ve uyandığımda her şeyin kötü bir kabus olduğuna kendime inandırmak. Çöpleri hallettikten sonra telefonuma baktım. Bir sürü cevapsız çağrı vardı. Yavuz'dan. Telefonumu Ali'nin yatağının kenarına gidecek şekilde fırlatıp daha fazla ağrısına dayanamadığım baş ağrımdan kurtulmak için yatağın içine girdim. Sanki ölmüş gibi gözümü kapattığım ilk anda uykuya daldım.
Biyolojik olarak uyuduğum doğruydu ama ruhum başka yerlerde geziniyordu. Yavuz'u gördüğüm ilk güne, dallarına takılıp yere düştüğüm ağacın köklerinin olduğu yere, Yavuz'un evinde öpüştüğümüz çamaşır makinesinin üstüne, onu namaz kılarken seyrettiğim yere, okulda beni sıkıştırdığı yere, kuzeninin öldüğü gün ergenliğin verdiği korkuyla vedalaştığımız duvar kenarına. Ardından aileme, annemin ölü bulunduğu ormanlık alana, babamın eşcinsel oluşumdan utandığı ilk güne, ağabeyimin eşcinsel olduğum için dalga geçtiği günlere, ablamın davranışlarımı düzeltmemi söylediği anlara, sokaktaki çocukların "Top" dedikleri zamanlara, bana acı veren her yerde geziyordu.
Geçmişte kalanların artık canımı yakmayacaklarını düşünürken, tekrardan yanmam dediğim yerden yandım. Ailemden.
Ali'nin ofiste bıraktığı birkaç çizim ve hikaye taslağını almasını, dışarıda ofisin çaprazındaki kahve dükkanında beklerken telefonum çalmıştı. Arayan kişi ablamdı. Açmak için tereddüt ettim çünkü yılların harladığı bir öfkesi olduğunu biliyordum. Benim yerime kocasına inandığı gün bana yakıştırdığı "Yuva Yıkıcı." maskesini yüzüm her aklına geldiğinde gördüğünü biliyordum. Ama, ama tanıdık bir ses duymayı da özlemiştim. Çocuk olduğumuz zamanlar üç kardeşin birbirine hissettiği sevgiyi, kıskançlığı, merhameti ve acımasızlığı özlemiştim. Bütün bunlara asla tekrar sahip olamayacağımızı bildiğim halde.
İlk arayışını cevapsız bırakıp ofisin çıkışına doğru kahve dükkanından aldığım kahveyle yürümeye başladım. Neden aradığını merak ediyordum yoksa pişman mıydı ? Yoksa kusması gereken öfkeyi artık içinde tutamıyor muydu ? İki sorununda düzgün bir cevabını bulamıyordum. Ama o, sorularımı cevaplamayı istiyordu. Bu sefer açmıştım.
İlk adımı o attı.
"Adas."
Adımı söylediği anda kaldırımlarda yürüyen insanlar, yolda ilerleyen arabalar, uçan kuşlar, havlayan köpekler, insanların başlarını okşamalarına izin veren kediler durdular, sustular. Sadece kırk beş saniye, dünya ablam ve benim için dönmeyi bıraktı.
"Abla."
"Adas, babam öldü."
Çenemde ki sinirler gerildi, gözlerim düşündüğümün aksine doldu, boğazıma bir yumruk oturdu. O yumruğu yutkunup, gözlerime dolan kaynar suyu serbest bıraktım. Sadece iki damla. Daha fazlası için gücüm yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Matematik Ve Edebiyat
Teen FictionHayatın her kesim için ayrı bir zorluğu vardır. Kadın için ayrı, erkek için ayrı, translar için ayrı, aşıklar için ayrı ve eşcinseller için ayrı... Türkiye gibi sıkı geleneklere bağlı bir ülkede yaşamak bir eşcinsel için ölüm demekti. Duygular...