Karşınızda ben, uzun bir zamandan sonra. Okuyan kalmışsa diye yazmak istedim. Hikayeyi sonlandırana kadar buralardayım. Özür dilemek isterdim, ama o kadar yüzüm yok. Umarım bu bölümle affettirebilirim. Gelecek bölümde görüşürüz.
Herkesin hayatında boka sarmışlık olurdu.
Kötü sonla biten bir romantik film izledikten sonra hissettiğiniz hayal kırıklığını, terk edilen kişinin hissettiklerini anladığınızı sandığınız, uğruna terk ettiği kişinin basit birisi olduğunu düşündüğünüz zamanları bilirsiniz. Asıl çiftten birisi tüm ilişkinin içine sıçmayı başarır. Ve filmin sonunda size kalan sadece içinizde bir yerde kırılmışlık duygusudur. Kendi hayal dünyanızda bu filmi daha iyi bitirirsiniz. Ona kendinizce tekrar bir senaryo yazarsınız. Terk edilen karakteri daha güçlü, terk eden karakteri ise daha sadık ve uğruna terk ettiği kişi yahut sebebi ölümle cezalandırmak ya da bir şekilde canını yakmak istersiniz. Çünkü hayatın daima toz pembe kalmasını dilersiniz. Ama hiçbir şey hayal ettiğimiz ve istediğimize göre şekillenmiyordu.
Ergenken kurulan hayaller, birisine yahut bir şeye ait olma isteği, güven, dostluklar ve asla bitmesini istemediğiniz aşk. Ve ben, ergenliğimde bütün bunları şiddetle istemiştim. Eşcinsellerin eşitliğini savunabilmek için hukuk bölümünü okumak istemiş, Yavuz'un gelgitlerini dengelemek ve onunla beraber olmak istemiştim. Onun evinde, onun yatağında, onun kollarının arasında, onun dudaklarını hissederek kalmayı istemiştim. Asla ayrılmayacağımıza güvenmek istemiştim. Kendim gibi, beni anlayan insanlarla dostluklar kurmak istemiştim ve asla Yavuz'suz bir hayat istememiştim.
Ve hayat, bütün bunların içine sıçmayı başarmıştı.
Evden atılmış ilk eşcinsel değildim. Lise hayatı boyunca "Top." olarak nitelendirilen ilk kişi de ben değildim. Camilerde kırıştıran ilk müslüman da ben değildim. Ama hepsini aynı yaşamda gerçekleştiren ilk kişi olabilirdim. Kendimi yargılayamam. On yediydim. On sekiz de diyebiliriz. Sadece toz pembe düşlerin pembesine kanmış, zamanı gelince sadık olanın sadece toz olduğunu kavrayamamıştım. Herkes bir şekilde hayatına devam etmeliydi. Artık tutunduğum hayalleri gerçekleştirecek herhangi bir imkanım yoktu. Hayat zor ve acımasızdı. Kurduğunuz düşlere ayıracak vakti yoktu. Hayat, acımasız bir üvey anneydi. Hayallerinizi ciddi alamayacak kadar katı.
Elinizde hiçbir şey kalmamış olsa da bir şekilde tutunmanız gerekiyordu. Yaşamak için. Düştüğünüz bok çukurundan çıkabilmek için. Acıyla harmanlanan olaylar yaşadıysanız bunu fark etmekte zorlanmıyorsunuz. Ben o harmandan geçmiştim. Yoğrulmuş, harmanlanmış ama hamdım. Kabul ettiğim bir şey varsa, hayatın asla güçlü kalmanıza izin vermediği gerçeğiydi. Dışarıdan bakıp yorum yapmak herkes için kolaydı. Pes eden birisini gördüğümüzde sadece pes etmiş olmasına odaklanıyorduk asla gerçekten odaklanmamız gerekenlere zahmet edip göz atmıyorduk. Neden pes etmişti ? Gerçekten pes mi etmişti ? Pes etmek zorunda mı kalmıştı ? Bunların hiçbirini sormuyorduk ve pes edenin zayıf olduğunu düşünüyorduk, tükenmiş olduğunu değil.
Zayıf değildim. Bunu asla kabul etmezdim. Ama tükenmiştim. Ve bu tükenmişliğin içerisinden çıkmak için bana hiçbir şey yardımcı olmuyordu. Ne Lady Gaga'nın "Born This Way." parçası ne de Katy Perry'nin efsaneleşmiş "Part Of Me" parçası. Dizilerde ama daha çok kitaplarda rastladığımız o klişe "Renklerini kaybetmek." deyimini ilk kez anlamıştım. Başıma gelene kadar uydurulmuş en basit imge olduğunu düşünsem de hayatı deneyimlemiş insanların ağzından çıkan bu deyimin aslında ne kadarda haklı olduğunu hukuk bölümü için girmem gereken sınava değil de dil sınavına girdiğim gün anlamıştım.
Elimde sadece bir sınava girebilecek ücreti karşılayan para vardı. On sekiz, herhangi birsinin olgun olduğunu düşünebileceğiniz bir yaş değildi ama ben birçok yetişkinden daha olgun hissediyordum. Hayallerimin peşinden koşmam için artık geçti. Sokaklarda sürünmek istemiyordum. Bir şekilde konforlu hayata sahip olmayı istiyordum. Ve bunu hukuk sınavına girerek elde edemeyeceğimin farkındaydım. Boşlamış olduğum bir sınav ve rakiplerini elemek için acımasızca ve haklı olarak yarışan diğer insanlar vardı. Korkuyordum. Hukuk sınavına girip en sonunda edebiyat öğretmenliğini okumaktan. Ama dil bölümü, sınavın ilk aşamasından girdiğim iyi bir derece dil bölümünden kolaylıkla en iyi yerlere gitmeme yol açmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Matematik Ve Edebiyat
Novela JuvenilHayatın her kesim için ayrı bir zorluğu vardır. Kadın için ayrı, erkek için ayrı, translar için ayrı, aşıklar için ayrı ve eşcinseller için ayrı... Türkiye gibi sıkı geleneklere bağlı bir ülkede yaşamak bir eşcinsel için ölüm demekti. Duygular...