bölüm 10

11.9K 341 31
                                    

Hayatta keşke yaşamasaydım dediğiniz ne kadar anınız var? Bundan sonra hayatınızı idame etmek zorunda kaldığınız nesneler oldu mu? Hiç açılmayan bir pencere gibi mesela. Kaç yılınızı orada geçirdiniz? Kaç yıl geçirdiniz gölgeler arasında, gölgelerdeki çığlıklarla. Doğmanız bile binde bir ihtimalken, bu ihtimalden pişman olma olasılığınız ne kadardır?
Bunlara cevap vermek zordu. Artık cevap verebildiğim çok az şey vardı. Adımı söyleyebilirdim, çok acı çektiğimi falan. Ama hayatımın nasıl işlediğini, nereye gittiğini, tam olarak nerede biteceğini, zorunda kaldığım şeylerin dibini, görmemenin imkânsız olduğu kötülüklerin ne zaman biteceğini bilemiyordum. Öğrendiğim tek şey vardı oda; dünyada nesli tükenmeyen tek şeyin kötülük olduğuydu. Ve kötülük her şeyden çok güçlüydü.
İlk dizlerim ve sonrasında yüzümü yere çarparken uzun bir nefes almaya çalıştığımda anladım beni bıraktığını. Sert zemine düşerken canım yanmıştı ama bu nefese muhtaç ciğerlerim kadar önemli değildi. Kendimi kaybetmiş bir şekilde öksürmeye başladım. Bir yandan eli sanki hala oradaymış gibi boğazımı okşadım. Kalbim ağzımda atıyordu. Odağını kaybetmiş gözlerimi kocaman açıp, ellerimle zemini yokladım. Kafam sanki örsle parçalanıyormuş gibi ağrıyordu. Eklemlerimin neredeyse çoğunu hissetmiyordum. Ölümün kıyısında son anda dönmüş bir hayvan gibi şaşkındım. Kurumuş ağzımı açıp yere uzandım ve duvarın rengini kaybetmemeye çalışıp çılgınca solumaya devam ettim. Zangır zangır titriyordum ve bunu istemsiz bir şekilde yapıyordum.
"Demek ki hâlen yaşıyormuşsun."
Haykırmak istedim ama bedenim bambaşka belalarla uğraşıyordu.
"Ölmek kolay değil, hele benimleyse daha zor."
Güldüğünü duydum.
"Bu gece şu annenin resmi yüzünden fazla mesai yapmak zorunda kaldık."
Sadece bu andan kurtulmak için çabalıyordum. Sesi çok uzaktan gelmesine rağmen onun nerede olduğunu biliyordum. Vücudum yavaş yavaş eski işlevine geri dönerken bacaklarımda bir sıcaklık hissetim. İlk başta bana dokunduğunu zannettim ama sonra kulaklarım beni yanılttı. Tam olarak ne hissedeceğimi bilemeyerek ağlamaya başladım, ilk kendi içime, sonrada hayatımın içine. Acım, düştüğüm bu durum çok çaresiz hissettiriyordu. Tam anlamıyla delirme noktasıydı.
Ona yapma diyemezdim. Bunun ne kadar küçük, işe yaramaz bir uğraş olacağını biliyordum o yüzden sessizce ağladım. Bacaklarımı kendime çekip der top oldum ama bu onun iğrenç eyleminden uzaklaşmak için yeterli değildi. Üzerime işiyordu. Eminim şuan o bununla eğleniyordu ama ben hiçbir kaçışı olmayan bir fare gibi hissediyordum kendimi. Pantolonum sırılsıklam olmuş ve üzerime yapışmıştı. Etrafa yaydığı kokuda kendisi kadar iğrençti, sadece bunu benim gibi görmesini istedim.
Gözlerimi sıkıca yumup aklımı korumaya çalıştım. İçimdeki çığlık atma, kafamı yere vurma isteğini bastırmak içim sıktığım yumruklarımı yüzüme kapattım. Sarsılarak ağlıyor, yaptığının deliliğinde ötesinde olduğunu içimden nefretle sayıklıyordum. Onu öldürmek istiyordum. Bana yaptığının daha fazlasını ona yapmak istiyordum. 

İşi bittiğinde tam olarak kendimde değildim. Gözlerimi hiç açmayacak gibi sıkmaya devam ediyor  ve içimdeki tiksinti duygusunda boğuluyordum. Biraz önce üzerime yağdırdığı sıcaklık yerini hızla buz gibi bir soğukluğa bırakmıştı. Beynim zonklarken her nefes almamda çalkalan midemi daha fazla kasamayıp kusmaya başladım. Tüm gövdem bana soluk aldırmayacak şekilde sarsılmaya başladı. Midem ardı ardına kasıldı sanki tüm içimi, daha fazlasını ruhumdan boşalmak istiyordum. Boğulacağımı sandığımda anda nihayet kramplar kesildi. Kasılmalarım sona erdiğinde dirseklerimin üzerine doğrulup başımı kaldırdım, sidik ve kusmuk kokulu havayı tekrar içime çektim. Gırtlağım ve yutağım yanıyordu. Ağzımdan bir inleme çıktı ve aynı anda göğsümün üstüne garip bir ağrı yayıldı. Sanki içimde bir şey parçalanıyordu.  

"Uzun zamandır duş alamadın, özlemişsindir."
Gökhan'ın megafon sesi kafamın içinde acı çeken bir hayvanın uluması gibi yankılanıyordu.  Titreyen ellerime bakıp bedenimin kontrolünü sağlamaya çalıştım. Parmaklarım inatla yan yana durmuyordu, yumruklarımı sıkıp gözlerimi sıkıca yumdum. Daha fazla dayanamıyordum. Aklımdan geçenlerin korkunçluğuyla dehşete kapılmış bir şekilde tekrar ağlamaya başladım. Buna engel olamıyordum. Nihayet ağlamaya bile gücüm kalmadığında bu gecelik her şeyin bitmiş olmasına temenni ederek gitmesini bekledim. Ama o daha yeni başladık diyen bakışlarıyla tepemde dikiliyordu. Boynumu büküp sıradakini beklemekten başka şansım yoktu o yüzden beni unutmasını dileyerek hareketlerimi minimuma indirdim.
Dakikalar geçtikçe hiç hareket etmeden beni izliyor olması endişelenmeme sebep oldu. Nedense onun bu tepkisiz duruşu içimde başka bir korkuyu tetikledi. Acaba ne düşünüyor duygusu saç tellerimden ayakuçlarıma kadar yayıldı. Hani hiç beklemediğim bir şeyi aniden yapacakmış gibi geliyordu. Kısacası daha kötüsünden korkuyordum. Daha kötüsü var mıydı bilmiyordum ama korkuyordum yinede.
Başımı yavaşça kaldırıp yüzüne korku içinde baktım. Bakışları bana acıdığını gösteriyor ve bedenimi baştan ayağa inceliyordu. Güçlükle yutkunup gözlerimi kaçırdım. O ucube beyninde ne planlıyordu? Sayısız kez elini kana bulamış bu adam şuan benim için kim bilir neler düşünüyordu. Onun için ihtimaller listesi uzayıp giderdi ama benim için her şeyin sonuydu zaten. Şuan yaptığım tek şey ümitsizce yaşamaya çalışmaktı.
Saniyeler ilerledikçe ne yaşadığına dair olan merakım büyüyordu. Ona ne olmuştu böyle? Kendime engel olamayıp tekrar yüzüne baktım. Gözlerinin içinde soğuk ve karanlık bir ceza evi vardı. İçinde binlerce katilin azılı bağırtıları, zincirlerini kırmaya çalışan mahkûmlar vardı. Aniden o mahkûmların tek hedefi benmişim gibi hissettim. Sadece bana ulaşmak için küfürler edip, bağırarak önlerindeki engeli yıkmaya çalışıyorlardı. Sinsice zihnime sızan bu hissi ne kadar ürpertse de yok saymaya çalıştım. Bir ara vazgeçip yine kafamı öne eğmek istedim ama bu çaresizlikten çok sıkılmıştım yapamadım.
Bu bakışlarındaki ifadeyi sağlıklı tahlil edemiyorum. Sadece gözü dalmış gibi, ben baktığı yerde hiç yokmuşum gibi, derin bir çukura bakıyordu sanki. İstemsiz bir şekilde kaşlarımı çattım... Bu bakışlar yeniydi. Korkum bu bakışların neye gebe olduğunu bilmememdendi. Merakım ise her neye bakıyorsa neden bu kadar uzun sürdüğüydü. Hiç bir mimiği oynamıyordu. Sadece, siyah gözlerinin içindeki irisleri susuz kalan bir toprak gibi kuruyup küçülüyordu.
Derdi neydi?
Sonradan bunun ona özel bir an olup olmadığı düşündüm, ne bileyim hastalığının getirdiği bir his kaybımı diye. Sonuçta ruhsal bozukluğu olan bir adamdı. Hoş öyle olmasa da şuan içimdeki tedirginliği ne yok edebilirdi bilmiyorum.

FİLİZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin