bölüm 11

11.4K 310 39
                                    


Göğsümde birikmiş müthiş bir acıyla sıçrayarak uyandım. Hissettiğim tek şey acıydı. En son ne olduğunu anımsamdan önce bedenimde kaybolmuş uzuvlarım olup olmadığını düşündüm. Tamamen uyuşmuştum ve zihnim yosunlu bir su gibi bulanıktı. Kurumuş ağzımdan istemsiz bir inilti döküldü. Neredeydim? Kafamı kemirmeye başladım. Gözlerimi açmak için kendimi zorladıysam da bunu başaramadım. Uyanıktım ama sanki bir çeşit sanrı yaşıyordum. Hangi zamandaydım? Neden bu kadar canım yanıyordu?
Kulaklarım birden sanki biri dibinde çığlık atıyormuş gibi çınlamaya başladı. Yüzümü buruşturup güçlükle yutkundum. Başım çatlayacak gibi ağrıyordu ve gözlerim yerinden her an fırlayacakmış gibi zonkluyordu. Ne yaşadığıma dair tekrar beynimi yormaya başladığımda sırtımın da bedenimin diğer yerleri gibi acı içinde olduğunu fark ettim. Sanki vahşi bir hayvanın midesinde gibiydim. Sanırım beni çiğnemeden yutmuştu.

Elimde olmadan ağlamaya başladım. Bağırarak bedenime hareket etmesi için yalvardım. Yaptığım bir çok şey çabasız kaldığında sakin olmak için ağlamayı kestim ve derin nefesler aldım. Bir süre sonra tanıdık görüntüler ve kokuların izlerini bulabildim. Beni kemerle dövmüştü.

Odanın rutubetli kokusu burun deliklerime keskin bir acıyla dolmuştu. Pencere dışarıdaki rüzgârdan dolayı ıslık benzeri bir ses çıkararak uğulduyordu. Sırtımda hızla şekillenen acıya rağmen üşüdüğümü hissettim. Gözlerimi yavaşça açtım. İşte yine buradaydım. Boyası dökülmüş tavana bakıp yaşadıklarımın zihnime geri dönüşünü dehşet içinde düşündüm. Biraz önceki bilinç kaybım gayet normaldi. Kim bilir ne zamandır kendimde değildim.

Göğüslerimi şişiren derin bir nefes aldım. Aklım olanların hiç bir kısmını almıyordu. Daha ne kadar böyle yaşabilirdim. Bu bir insanın artık yeter diyemediği bir şeydi. Mecburdum. Ne kadar acı çeksem de gözlerimi yine burada açmaya ve nefes almaya mecburdum. Yerde neredeyse cansız yatarken bile bunları düşünüyor olmam hızla bir uçuruma doğru koştuğumu gösteriyordu. Nasıl koşmayacaktım ki? Her defasında her şeyi anlamsız bulduğumda bile, yani olaylar kafamdan kopup bağımsızlığını ilan ettiğinde, bir akılsız, üşütük, ağzına sıçılmış biri olarak kalıyordum. Artık ileride bir hayat varsa bile tam olarak tutunacağım yeri göremiyordum.
Açıkçası bu konuda aklım gelip gidiyordu. Tam o noktaya geldiğimde, yani artık yaşadığım şeylere duyduğum tepki kesin ve açıkça bir kabulleniş olduğunda, vücudum bir biçimde bu cinnet benzeri hislerle karakterize bir hal alıyordu. Böyle anlarda kafayı yediğimi düşünüyordum.
Uzun bir aradan sonra yapıştığım yerden kalkmak için ciddi savaşlar verdim. Nihayet bir zombi gibi pencerenin karşısına dikildiğimde dünyanın hala döndüğüne şaşırmamak mümkün değildi. Dışarısı zifiri karanlıktı ama odanın ışığı yandığına göre gece yarısı daha olmamıştı.
Boş gözlerle yansımama odaklanmaya çalıştım. Ve işte oradaydım. Benim gibi pis ve yalnız pencerenin içinde.
Camda gördüğüm yansımada gerçekten ne vardı anlamıyordum. Daha birkaç gün önceki Filiz de böyle miydi? Gülen yüzümü, gözlerimin rengini, kilomu bile hatırlamıyordum. Böyle dikkatle baktıkça solgun yüzüme yeni sorular eklendi. Kaşlarımı çatıp kendimi tanımaya çalıştım. İçi samanla doldurulmuş çirkin bir korkuluk gibiydim. Daha fazla dayanamayıp hatırlamak için soyunmaya başladım. Penyemi eteklerinden tutup yukarı çektim. Penye sırtımdaki açık yaralara yapışmış ve kurumuştu, çekmemle birlikte bana tiz bir çığlık attırdı. Ama bu acı artık çok hafifti. Ayaklarımın yardımıyla pantolonumu da çıkardım. Kendime tekrar baktığımda binlerce soru gözlerimin içinden yalvarırcasına aksime sesleniyordu.
Gözlerim dolu dolu başımı sağa sola sallamakla yetindim. Hatırlamıyordum. Sadece hatırlayamıyor olsaydım keşke. Karşımda bana bakan yabancı, her an ölecekmiş gibi duran, sersemce salınan bu kız bana hiç tanıdık gelmiyordu. Anlatabileceğim en iğrenç tasvirlerle bu beden artık içinde bir ruh taşımıyordu. Öyle ki sanki kanlı bir resme iğrenerek bakıyordum. Oysaki bu bendim.
Daha bir kaç gün önce sıradan saydığım bir hayatın içinde sağa sola devinen genç bir kızdım. Şimdi mutasyonun ağzına sıçmış kendimin karşısında bambaşka bir kimlikle dikiliyordum.
Elmacık kemiklerim erimiş daha az yanaklarımı gölgeler olmuştu. Gözlerimin altındaki mor halkalar kıdemli bir eroinmanı anımsatıyordu. Dudaklarım düz bir çizgi halinde kupkuruydu. Yeni çıkmaya başlamış kıl ve tüyler morluklar yüzünde belli bile olmuyordu. Ve gözlerim hiç bana ait gibi durmuyordu.
Bedenimin ön cephesi korkulacak vaziyeteydi. Yaralar iltihaplanmak için gün sayıyor gibiydi. Peki ya sırtım?
Ağır hareketle arkamı cama dönüp rahatça görebileceğim bir açıda durdum. Başımı sırtımı görmek için çevirdiğimde yüzümü acı içinde buruşturmuştum fakat sırtımın ne halde olduğunu gördüğümde kaskatı dona kaldım.
Aynı orantıda çizgiler halinde kızarıklar vardı. Kimi darbe vücudumun kıvrımına göre şekillenmiş orayı da kırmızıya boyamıştı. Kimisinden de aynı yere defalarca inen darbelerden dolayı kan sızıyordu.

FİLİZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin