(Medya: Mirei'nin arabası :D)
Gözlerimi açtığımda kendimi aşırı klişe bir film sahnesinin ortasında buldum. Metruk bir bina, tek bir merkezden dağıtım yapan ışık kaynağı ve siyah takım elbiseli garip tipler.
Hadi ama...
Bir kez de kaçırılan kişi lüks bir malikanede ağırlansa ne olurdu yani?
Ayrıca beni niye kaçırmıştı ki bu adamlar şimdi? Kimsenin tavuğuna kışt demeyen sıradan bir idoldüm ben. Gerçi artık sıradanlığımdan da şüphe ediyordum ama her halükarda bu filmde oynamak için bir sebebim yoktu. O çatlak kadın dışında tabi. Her ne kadar kabul etmek istemesem de iç güdülerim bana Mirei'nin bu işle bir bağlantısı çıkacağını söylüyordu.
İçinde bulunduğum duruma rağmen düşündüğüm şeyleri gözden geçirince kendimce iyi bir darbe aldığıma kanaat getirdim. Gerçi ağrıyan bir yerim yoktu ama birinin beysbol sopasıyla kafamı patlatmadığı sürece bunları düşünmemem gerekiyordu değil mi?
Bunlardan kastım malikaneydi. Mirei kesinlikle değil.
İlerideki iki adam uyandığımı fark ettikten sonra göz ucuyla bana bakıp anında sohbetlerine geri dönünce hafiften dumura uğradığımı söyleyebilirim. Sanki onlar beni kaçırmış gibi değil de ben kendimi zorla kaçırttırmışım gibi bakmışlardı. Buram buram "hiç seninle uğraşamam bro" mesajı kokuyordu ortalık. Biri, pis pis sırıtıp küçümseyici ifade ile bana bakerken diğeri çalan telefonuna cevap vermişti.
Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım ve iki koca herifin gelen telefon üzerine, takım elbiselerini kasa kasa depodan çıkışını izledim. Kalakalmıştım. Tek başıma. Dışarıdan en ufak bir dahi gelmiyordu.
Sağıma soluma baktım. Sonra oturduğum sandalyade kıpırdandım. Halatları çözmeye çalıştım. Yani film klişelerin hepsini yerini getirdim ama yine de kendimi kurtaramadım. Bize şirkette vokal, dans ve dil eğitimlerinin yanında acil durumlarla baş etme dersleri de vermeleri gerekiyordu bence. Kore'ye döndüğümde bunu Lee Soo Man'a söylemek için beynimin kenarına not düştüm.
Sonuçsuz çabalarım sırasında dışarıdan depoya açılan devasa demir kapının gürültüsünü duyar duymaz oraya döndüm. Gelen Mirei'idi. Siyah dar pantolonu ve deri ceketi ile muhteşem görünüyordu ama şu an önemli olan bu değildi.
Birinin acilen şu ultra absürt duruma açıklık getirmesi gerekiyordu. Niye kaçırılmıştım, niye bu kadar kolay kurtarılmıştım? Hayır yani. Bunu birine anlatıp da ben kaçırıldım diyemezdim. Yüzümü falan geçtim üstümdeki ipek pijama takımında bile tek bir çizik yoktu. Dahası rehinesini kaçırmaktan sıkılıp da ortada bırakan bir sistemin içine düştüğümü nasıl dillendirecektim.
Suho hyung bunu öğrendiğinde sabahlara kadar güler ve benimle dalga geçerdi.
Mirei etrafı kolaçan edip hızlıca yanıma geldiğinde abuk subuk düşüncelerimi kenara bırakıp etrafımı sıkı sıkı saran halatlardan beni kurtarışını izledim. Gergin görünüyordu. Dondurma kutusunda salça bulmuş gibi bir yüz ifadesi vardı.
Son ipi de çözüp beni tamamen serbest bıraktığında sinirle biraz önce oturmakta olduğum sandalyeye sert bir tekme attı. Zavallı ahşap sandalye parçalanarak zemini boyladığında hızlıca kötü kadın Mirei'ye döndüm ve "Sorun ne?" diye sordum. Üstüne de "Beni sen mi kaçırdın yoksa?" diye de ekledim.
Pekala ikinci soruyu sormamam gerekiyordu sanırım. Cebindeki silahı kesinlikle yanlışlıkla göstermemişti.
Mirei keskin bakışlarını üzerimden çekip çıkışa yöneldi. "Gidelim." dedi bir yandan yürürken. "Neler olup bittiğini sonra açıklayacağım."
***
(buradan sonrasını medyadaki şarkı ile okumanızı tavsiye ederim. ♥)Önce dışarıya sonra arabanın kontrol panelinden yansıyan loş ışıkla yüzü aydınlanan Mirei'ye baktım. O da en az benim kadar kafası karışmış görünüyordu. Cesaretimi toplayarak "Az önce ne yaşadık biz?" diye sordum. Biz kelimesini kullanmam tuhaf gelmişti bir anda. Aniden peydah veren bir birliktelik içinde olduğumuzu yüzüme yüzüme vurmuştu.
Sorumu yanıtlamadan önce iç geçirdi. "İnanmayacaksın ama bilmiyorum."
Kaşlarımı çattım. Mirei yüzünden kaçırıldığıma adım gibi emindim. Suç ortağı olmadığına göre yerimi bilmesinin bir diğer sebebi ancak bu olurdu çünkü. Birisi ona beni kaçırdıklarını söylemişti. Peki o zaman neden bir anda uygulamaya koydukları plandan vazgeçip taslarını taraklarını toplayarak gitmişlerdi?
Kafamdaki soruları yanımdaki kaçık kadına yönelttiğimde aldığım yanıtın beni tatmin etmediğini söylemem gerek. "Bu bir uyarıydı." dedi sadece. "Serizawa, bizim için önemli olduğunu düşünerek kaçırdı seni. Benim geleceğimi biliyordu. Muhtemelen tuzak da kurmuştu ama bir anda neden vazgeçti bende bilmiyorum."
Gözlerini devirerek kısa bir süreliğine bakışlarını karanlık yoldan ayırıp bana baktı. "Kendimi bazı işkence tekniklerine karşı hazırlamıştım açıkçası."
O işkence teknikleri deyince benim aklımda canlanan bilimum korkunç alet ve edavatlı eylemlerden ürkmeme karşın Mirei'nin sakin duruşu karşısında nutkum tutulmuştu. Kuaförde ağda randevusuna gircekmiş gibi bahsetmese bunlardan olmuyor muydu? Kendimi bir erkek olarak kötü hissediyordum.
"Yalnız gelmişsin." dedim ortaya laf atmak için. Gizliden bizi takip eden adamlarının olup olmadığını öğrenmek istiyordum. Aslında olduklarını biliyordum. Niye böyle tehlikeli bir işe yalnız başına...
"Evet." dedi beni yine şaşırtarak. "Öyle olması gerekti."
Derin bir nefes aldım ve yeni edindiğim farkındalıkla tekrar ona döndüm. "Benim için hayatını tehlikeye mi attın yani?" Ne kadar donanımlı olursa olsun bir insanın böyle bir tuzağa tek başına gitmesi intihar demekti. "Niye böyle birşey yaptın?"
Dudağının sağ köşesi hafifçe yukarı kalktı. Gözleri hala yolda, tek eli direksiyondaydı. "Ben kimseyi yarı yolda bırakmam Oh Sehun." diye mırıldandı. Bana ilk defa ismimle hitap ediyordu.
Ondan bunu duymanın bünyeme etkisi, dünyaya gök taşı çarpması ile eşdeğerdi. Aradaki garip duygu atmosferinin yoğunluğu fazla geldiği için bakışlarımı ondan ayırıp yola döndüm bende.
Sonra dayanamayarak ve çaktırmamaya çalışarak yine Ona baktım.
Büyüleyici görünüyordu. Tehlikeli görünüyordu.
Aslında sadece görünmüyordu. Tehlikeliydi.
***
Bu çifti yazmaya bayılıyorum yahu. :D
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dance With Me *Sehun*
FanfictionBir insanın aşık olabileceği en tehlikeli kadın hangisiydi? Ölümüne güzel bir kadın mı yoksa ölüme kafa tutan bir kadın mı? Şüphesiz Oh Sehun ikinci seçeneği seçerdi. Tabi Mirei'yi tanımadan önce.