12. Bölüm (Part 1)

572 68 22
                                    

İyi okumalar ^_^

Hatırlatma;

Yaşlı adam iki gözünü birden açıp, şaşkınlıkla bir kadına, bir de yerdeki siyahımsı şeye bakıyordu "Ne-" "Kıza her gün bundan verdim ben!"

Arkada onları dinleyen ve dinledikçe sırıtan davetsiz misafirden habersiz bir şekilde herşeyi konuşmuş tüm bilgileri ortaya dökmüşlerdi.

-Lucy-

Anahtarları büyülü su birikintisinden(!) çıkaralı, bana haftalar gibi gelen, 2 gün geçti. Tuhaf ama kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Sanki gün geçtikçe iyileşmiyor; aksine daha da kötüleşiyordum.

Gücümün tamamını, yavaş yavaş çekildiği rüyâlar görüyor oradaki korkunç, boy boy canavarlar yüzünden çığlıklarla ve terlemiş bir şekilde uyanıyordum. Ve evet büyümün hayali bir elektirik süpürgesinin yutması gibi çekilmesi rüyâdan ibaret değildi.

Belki de kendimi ters çevrilmiş kaplumbağa gibi hissetmemin sebebi budur...

Porlyusica'yı ve Kral Makarov'u da şu 2 gündür kimse sarayın sınırları içerisinde kanlı canlı göremiyor. Birkaç söylenti gösteriyor ki Kral komşu ülkeye ziyarete gitmiş. Porlyusica ise kendi evinden-her zamanki gibi- hiç çıkmıyormuş.

Yalan. İnanmayın arkadaşlar böyle şeylere. Levy-chan'ın %98,62 oranında kesinliği olan, bilgi elde etme - doğrulama yeteneğine dayanarak; sabah 06.00 akşam 00.00 arasında -yaklaşık olarak- , sarayın en üst katındaki laboratuvarda bir formül üzerinde çalıştıklarını söyleyebilirim.

E bizede 'Yok artık Levy!' demek kalıyor. Değil mi?

Ayrıca şu 2 günün bana uzun gelmesinin sebebi yapacak birşey bulamamam. O kadar sıkılıyorum ki; sağ tarafımdaki, bembeyaz, yataktan biraz kısa olan komodinin üzerindeki, siyah, dikdörtgen şeklindeki dijital saatten dakikaları sayıyorum. Herneyse, yine o gıcık, mor saçlı hemşire geldi. Her zaman, hiç aksatmadan, tam tamına saat 09.13 de geliyor ve şu şeffaf, yeşil sıvıyı kolumdan enjekte ediyor.

Tamam buna bir lafım yok ama gün geçtike dozunu arttırması tuhafıma gidiyor. Ayrıca o şeyin geçici felç yapması da tuhafıma giden ikinci şey.

İyice paranoya oldum bende. Herşeyi çok takıyorum o yüzden olmalı.

İğneyi diğer elindeki küçük ilaç kavanozuna batırdı ve pistonu bütün tüp tamamen doluncaya kadar çekti.

Şırıngayı bir kenara bırakıp, bıraktığı yerin az ilerisinde olan; şeffaf siyah poşetin içindeki pamuk denizinin içinden, ince, uzun parmakları ile kopardığı küçük bir pamuğa, ilaç şişesine doldurulmuş olan şeffaf alkolden döktü.

Döker dökmez odanın içi alkol kokmaya başlamıştı bile. Alkolün kapağını kapatıp yerine koyduktan sonra şırıngayı ve pamuğu alıp hızlı bir şekilde bana doğru döndü. Hemşire küçük ve yavaş adımlarla yanıma gelirken; yüzünde, gram samimiyeti olmayan gülümsemesini takmıştı. Ayrıca saf alkol kokusu daha da yoğunlaşıyordu.

Kısık olan gözlerimi, tamamen açtım ve kaşlarımı çatarak birkaç gündür söylemek istediğim, ama sürekli nazik başladığım için, sonunu getiremediğim cümlelerimi bir kenara, elimin tersiyle iterek kabaca istediğimi söyledim

"Onu şırıngalamanızı istemiyorum hanımefendi. Gider misiniz lütfen?"

Şaşırmıştı. Ben de onun yüzünde ilk defa gerçek bir tepki gördüğüme şaşırmıştım ama bozuntuya vermeden, ifademi sabit tuttum. Onun gibi. Ama bu sefer saklayamamıştı sanırım şaşkınlığını.

Tek ayağı önde donakalmış hemşire ifadesini düzeltti; yani eskisi gibi yapmacık gülümsemeye başladı "Bu iğneyi size yapmak zorundayım. Kesin emir var."

Emir mi?  Porlyusica'dan mı? Hiç sanmıyorum. O emir vermek yerine kendi istediğini kendi yapar. Özellikle benim bu saraydan gitmemi isterken. Kral'dan olabilir mi? O benim neyim olduğunu bile takmıyordur.

Düşüncelerimden sıyrılarak bir başka cümle yönelttim gıcık-san'a "Emir mi? Kim söyledi?" Hemşirenin kafası karışmış gibi gözüküyordu. Bu işte bir iş var ama... Çıkar kokusu yakında. Hatta belki şu anda.

Beyaz çarşafı üstümden attım ve serumun ne kadar kaldığına baktım. Çok az kaldığını görünce kolumdaki; bant ile tutturulmuş kısa serum iğnesini, bantı ile birlikte çıkardım. Bu sırada hemşire konuşmayı akıl edebilmişti "Pearlica emretti."

Histerik bir şekilde kahkaha attım "Daha kimden emiri kimden aldığını bilmeyen bir hemşire. Doğruyu söyleyecek misin artık?"

Telaşlanmış ve sinirlenmişti.

Anahtarlarımı gizlice aldım ve yavaşça ayağa kalktım. Dikişlerim var benim hızla ayağa kalkamam. Dikişlerim patlayınca Porlyusica korkunç bir yüz ifadesiyle azarlıyor beni. Düşüncesi bile omuriliğimden gelen ürpertiye sebep oluyor...

Hemşire kızmaya başlamıştı "Ama bunu yapmak zorundayım. İyileşmeniz için." Dudakları gerilmişti "İstemiyorum. Gidin lütfen." Son cümlemi kısık sesle, yorgunluğumu belli eder bir şekilde söylemistim.

Hemşire kaşlarını yüzündeki karanlık ifade ile çattı. O gitmeyip hâla odada dikilince konuşmaya devam ettim "Ne oldu? Neden sinirlendin? Yoksa beni ortadan kaldırmak gibi bir planı olan kişiyi hayal kırıklığına uğratacağın için mi bana sinirlisin..."

Onu biraz daha kızdırırsam amacını öğrenebilirim belki. İşaret parmağımı büyük bir kararlılıkla ona doğru uzattım "O elindeki her ne ise onu kanıma enjekte etmeyeceksin."

Kadın, sabrının son damlalarını yudum yudum içipte, şimdiye tek damla kalmadığı için sinirlenmiş gibi gözüktü bir an gözüme "Buraya gel s*rtük!" Bana doğru bir hamlede bulunmuştuki, hemen yana çekilerek beton duvara yapışmasını sağladım. Geri geri titreyerek ve yavaş yavaş gidiyordum.

Onun sabrı kalmadığı gibi benim de takatim kalmamıştı. Her ne kadar kararlı olsamda...

En sonunda kalçam: ilaçların ve çeşitli sıvıların olduğu, duvar boyunca uzanan masaya deydi. Tek elimle masadan destek almaya başlamıştım. Diğer elimde de sımsıkı tuttuğum, muhtemelen avucumun içinde izi çıkacağı anahtarlarımı tutuyordum.

Kadın dağılmış saçları ve sinirden kızaran yüzüyle bana döndü. Tek elini göğüs hizzasında kaldırarak avucunun içinde; yaklaşık olarak portakal büyüklüğünde, patlıcan moru renginde büyü topu oluşturdu "Benden kaçamazsın!"

Bana doğru topu fırlattığında önceki gibi kenara çekildim. Masadaki herşey kırılmış, dökülmüştü. Masa ise ortadan ikiye bölünmüştü ve dikenli, küçük kıymıkları çıkmıştı.

Kadın gür bir kahkaha attı "Hadi gel-" Sözünün kesilmesinin nedeni kapının büyük bir hızla açılmasıydı "Ne oluyor burada!" Gür çıkan ses camları bile sarsmıştı. Hemşire neye uğradığını şaşırmış bir ifade ile karşısındaki sakura saçlı, yeşil gözlü çocuğa bakakaldı "Ç-çok özür dilerim efendim. Bağışlayın lütfen beni!"

Düz bakan zümrüt yeşili gözleri benim kararlılıkla dolu bakışlarımla buluştu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Düz bakan zümrüt yeşili gözleri benim kararlılıkla dolu bakışlarımla buluştu. Karşımdaki kişiyi tanıyordum "Dört Prensten Natsu..."

Devam edecek...

Tanrıça (NALU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin