5 AY ÖNCE
Odamdan anneme seslendim "buradan taşınmak zorundamıyız anne ?". Bir yandanda kitaplarımı özenle kolisine yerleştiriyordum. Evet biliyordum babamın işleri falan filan... diyecekti şimdi annem ama duymamış gibi yapmayı tercih etti. Bende kitaplarımı kolileme işini bitirip ağır koliyi zor zar kucakladım ve kamyonete doğru yürümeye başladım. Mutfaktan gazete buruşturma sesleri geliyordu kesin annem porselen tabaklarını özenle kırılmamaları için gazete kağıtlarına sarıyordu.
5 dk sonra mutfaktan ben hazırım diye bir ses geldi. Annemde hazırsa artık bu iş bitmişti.
Hızla odama dalıp son birşey kalıp kalmadığını kontrol etmek isiyordum. Hadi ama aslında tek istediğim odamdaki o büyük penceremden son bir kez daha güneşi görmekti. Yeni taşınacağımız kasaba güneş bile görmüyor olabilirdi aslında o kasabada telefonun şebekesinin çekip çekmeyeceğini bile bilmiyordum. Medeniyetten en az 100 kilometre uzakta küçük bir kasabaydı. Bu düşünceyle ürperdim. Güneş bu hayatta en sevdiği şeylerden biriydi. Sıcağın tenine işlemesi bana huzur veriyordu.
Penceremden dışarı bakarken parlak güneş ışığı gözlerimi kamaştırınca elimi gözlerimi korumak amacıyla gözlerime götürdüm ve kafamı yere eğdim ve eskimiş parkelerin arasında parlayan bir şey gördüm. Eğilip onu yerden aldım. Güneş şeklinde ki kolyeye bön bön baka kaldım. Güneş şeklinde ki mi demiştim ona böyle demek onu doğru tasfir etmezdi aslında adeta güneşten kopmuş küçük bir parçaymışçasına sapsarı canlı bir rengi vardı. Bu kolyeyi daha önce burda nasıl görmemiştim ? Hem bu kolye benim bile
değildi. Belki annemindir dedim ve kolyeyi kot şortumun arka cebine attım.
Ve içimden gelen çocukça bir hisle kamyonete doğru koşmaya başladım. Çoğu zaman küçük bir çocuk gibi davranıyordum, küçük şeylerden mutlu oluyordum. Arkadaşlarım bazen bana " Pollyana " bile diyorlardı. Bu düşünce ile gülümsedim bir de arkadaşlarım vardı tabi. Onları özleyecektim. Ama nasıl vedalaşacağımı bile bilmiyordum bir daha onların yüzünü bile göremeyebilirdim. Medeniyetten uzak bir dağ başına taşınıyordum annemle beraber. Amerikada küçük bir kasaba olan Deadwood ' da okula nasıl gidecektim yeni arkadaş bulabilecekmiydim bilmiyordum.
Kesin bu lanet kasabanın bazı lanetli hikayeleri falan da vardı. Korkunç şeylerden ve karanlıktan nefret ediyordum. Güneşin huzur verici sıcaklığı ve aydınlığının yanında karanlığın ürkütücü sessizliği ve karanlığı beni korkutuyordu. Bu yüzden hep bir gece lambasıyla uyurdum. Hani şu başlığında sevimli ayıcıklar olanından :) Şirin şeylere olan zaafım yüzünden hala büyümemiş bir çocuk gibiydim. Şirin şeyleri düşünmek bana şu google mapsta bile çıkmayan kasabayı unutturmuştu. Annemin sesiyle kendime geldim. Ah işte korkunç an gelmişti gidiyorduk. Kamyonetin ön kapısını açtım ve sert siyah renkli koltuğa yerleştim. Annemde elinde bebeği gibi baktığı porselen kolisiyle bize doğru geliyordu. Ah şu annesi babasının dikkatsiz olduğunu söyleyip babasının tüm ısrarlarına
karşı ağır koliyi ona vermemişti.
Annem çok inat bir kadındı hatta küçükken bir gün resim dersindeyken annemi çizmiş bide yanına 4 tane keçi çizmiştim. Bu düşünce ile gülümsedim. Sonra annemde yanımda ki koltuğa oturdu ve babamın kamyonetin motorunu gürültüyle çalıştırması ile şu anlık düzgün olan yolda ilerlemeye başladık. Son bir kez daha hüzünle eski evimize baktım ve gene kabuğuma çekildim. Zaten öyle hiç bir zaman çok sosyal bir kişilik olmamıştım. Sadece çok yakın arkadaşlarım ile konuşabiliyor rahat olabiliyordum.
Annemin Ella demesi ile bi an yarimden sıçradım. Öyle bir dalmışım ki annem bile şaşırdı. " Herşey yolundamı tatlım bir bardak su istermisin. ? "diye sordu. Su falan istemiyordum eski küçük evimi istiyordum. Yüzümü buruşturarak "hayır" dedim. Yol boyu uzanan ağaçları izlemeye başladım bi anda çakıl taşlarının kamyonetin lastikleri karşısında uyumsuzca gıcırdıyordu. Demekki gelmişlerdi. Artık düzgün yollar yoktu. Anneme yavaşça " geldik mi ? " Diye sordum. Ahhh tabiki gelmemiştik daha. Daha yeterince medeniyetten uzaklaşamamıştık değil mi ? Ev burada olsa şehire gerçekten çok yakın olurdu. Bu düşünce ile içimden bi kahkaha attım. Etrafta fazlasıyla çam ağacı vardı arada bir de tek tük geniş bahçeli evler görüyordum. Aslında evler cidden çok güzellerdi ama her şeye çok uzak kalıyorlardı.
Neyseki güneş hala gözüküyordu. Ama bazı yerlerde dev gibi çam ağaçları o kadar sıklaşıyordu ki bir an güneş varken bir an karanlık çöküyordu. Bu lanet olasıca yeri sevmeyecektim orası kesindi.
Sert koltuğa yaslandım ve harika evimize gelmeyi bekledim. Babam arabanın gürültüyle çalışan motorunu durdurdu kocaman 2 katlı bir evin önünde durdurdu. Şaşkınlıktan ağzım açık kaldı.
![](https://img.wattpad.com/cover/14163607-288-k872623.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Öfke Sevgiye Muhtaç Olursa
RomanceZaman onun için değerli değildi... Düşünmek onun için önemli değildi... Aşk onun için değildi... Ama sevgi tam ona göreydi... Ve bir masumu sevdi... Peki ama öfke gerçekten birini sevebilirmiydi ?