HERMİONE'NİN HİKAYESİ
Yolun sonu...
Bunun olacağını biliyordu. Er ya da geç... O adam bir kan davası başlatmıştı, kaçmak sadece süreci uzatıyordu. Ama bir söz vermişti. Onu korumalıydı. Ona anlatmalıydı. Ve Hermione planını gerçekleştiremeden o adam onu bulmuştu işte. Artık vakti yoktu. Gitmeliydi. Eğer birilerini korumak istiyorsa gitmek zorundaydı. Ah... Snape. Planlarındaki hata! Ona nasıl söyleyecekti? En kötüsü, nasıl ardında bırakacaktı? Birkaç damla gözyaşı döküldü gözlerinden. Güçlü olmak zorundayım diye fısıldadı kendine. Yavaşça doğruldu yattığı yerden. Sonra gördü onu. Pencerenin kenarına oturmuş kendisini izliyordu. O an fark etti yabancı bir odada olduğunu.
"Senin evinde miyiz?" diye sordu adama.
Snape, kafasını sallamakla yetindi. Hermione olanları düşündü. Dün geceyi. Bu sabahı. Her şey ne kadar da güzeldi. Sonra onu görmüştü ve dünya yerle bir olmuştu. İşte hayatım diye düşündü. Benim dünyam, yıkık dökük... Sonra Snape'in sesi duyuldu.
"Bir şey söylemeyecek misin?"
Hermione, düşüncelerinden sıyrıldı. Yataktan kalktı.
"Teşekkür ederim." dedi kısık bir sesle.
"Teşekkür ederim?"
"Evet. Sanırım tansiyonum düştü ve fenalaştım. Evine kadar getirmişsin. Teşekkür ederim."
Snape oturduğu yerden hışımla kalktı.
"Hermione! Neler oluyor?"
Adını ilk defa söylemişti. Hermione duraksadı.
"Bir şey olduğu yok. Dediğim gibi, tansiyon düşüklüğü."
"Hermione, birini gördün. Beni buldu, dedin. Deli gibi koşturdun sokaklarda. Gitmeliyiz dedin. Sonra da bayıldın. Neler oluyor?"
Snape'in artık sabrı kalmamıştı. Hermione'nin duygusuz bir sesle yaptığı bu açıklamalar kendisine güvenmediğini gösteriyordu. İlk tanıştıkları günkü gibiydi. Soğuk, uzak... Snape sorusunu tekrarladı.
"Neler oluyor?"
Hermione sessiz kaldı.
"Anlatmamayı tercih ediyorsun."
"Hayır, anlamamayı tercih ediyorsun." diye bağırdı Hermione.
"Evet, anlamıyorum. Anlayamıyorum. Bir problemin var Hermione. Görebildiğim kadarıyla önemli bir problem ve sen bunu benimle paylaşmıyorsun. Bana güvenmiyorsun. Sanki ben senin hiçbir şeyin değilmişim gibi. Sanki birbirimizin kalbine dokunmamışız gibi."
Hermione ağlamaya başladı.
"Seni de kendi cehennemim de yakmak istemiyorum Snape."
"Ben sensiz zaten cehennemde yanıyor olacağım."
"Ah Snape. Yapma bunu."
"Gel buraya."
Snape kolundan tuttu, çekti kendine sevdiği kadını. Sarıldı hiç bırakmayacakmışçasına. Hermione, başını Snape'in omzuna yasladı ve tamamen bıraktı gözyaşlarını, korkularını, çaresizliğini. Ağladı hıçkıra hıçkıra. Snape güçlü kollarıyla sarıp sarmaladı genç kadını. O çok sevdiği karışık saçlarını okşadı şefkatle. Ne yaşıyorsa yalnız başına, dimdik mücadele ettiğini biliyordu. Ve bu gözyaşlarının güçsüzlükten değil aksine çok uzun zamandır güçlü olduğu için aktığını biliyordu.
"Yalnız değilsin Hermione." dedi. "Yalnız olmak zorunda değilsin."
Hermione başını kaldırdı. Kızarmış, ıslak ama kararlı gözlerle baktı Snape'e.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİYAH VE KAHVE
Fiksi PenggemarHayatı acı içinde geçmiş, yapayalnız genç bir kadın olan Hermione Granger, taşıdığı büyük sır ile birlikte verdiği sözü tutmak için Londra'ya gelir. Ne pahasına olursa olsun sözünü yerine getirebilmek için bir plan yapar. Fakat hiç düşünmediği bir o...