İYİ OKUMALAR!
Bazen kendimize gelebilmemiz için bize bazı anlar, bazı sahneler gereklidir. Beni kendime getiren bu sahne, bu an ve bu ses olmuştu. 19 yıllık hayatım boyunca birçok zorlu durumla karşılaşmıştım. Azar yemiştim, hakaret yemiştim, tokat yemiştim, hatta dayak bile yemiştim ama hiçbir zaman şuan hissettiğim kadar acı dolu, çaresiz hissetmemiştim. Belkide yine ve yine birini kaybettiğim için böyle hissediyordum. Belkide Annemi kaybettiğim için. Kulağımda çınlamaya devam eden bir ses vardı. Silah patlamıştı fakat fiziksel bir acı hissetmiyordum. Gözlerimi açtım ve bana bakan iki çift gözle tekrar karşı karşıya geldim. Sakin bir şekilde vücutlarını taradım. Onlara da bir şey olmamıştı. Anlaşılan o ki silahtan çıkan mermi karavanaya isabet etmişti. Aramızdaki sessizliği yere düşen bir cam parçası bozdu. Sesin geldiği yöne baktım. Yere düşen şey bir çerçeveydi. Elimdeki silahı yere bıraktım ve ayağa kalkıp paramparça olmuş çerçeveye ilerledim. Cam parçaların arasına eğildim ve paramparça olmuş çerçevenin arasındaki ters fotoğrafı elime aldım ve fotoğrafın ön yüzünü çevirdim. Gördüğüm manzara beni hem gülümsetmiş, hemde yeniden ağlatmıştı. Fotoğrafta annem ben ve Deniz vardık. 'Babam' her zamanki gibi baba olmayı beceremediği için her kadrajda olduğu gibi bu kadrajda da yoktu. Fotoğrafın çekildiği gün okul aile pikniği düzenlemişti. O piknikteydik. Annem bizi sallıyordu. Hepimiz kahkahayla gülüyorduk. Fotoğrafı Türkçe öğretmenimiz çekmişti. Belkide hayatımda en mutlu olduğum sayılı anlardan biriydi. Dokuz on yaşlarındaydık o zaman. 'Babama' rağmen hepimiz o fotoğrafta ağız dolusu gülüyorduk. ''Anne..'' hıçkırıklarım arasından ağzımdan çıkan tek kelime bu olmuştu. Ardı arkası kesilmeyen gözyaşlarım fotoğrafı ıslatıyordu. Fotoğrafı göğsüme bastırdım ve cam parçalarına aldırmadan yere oturdum. Sağ tarafımdan gelen ufak bir hareketlilik bir kaç saniye sonra yanımda belirdi. Denizdi. O da yanıma oturdu. Biraz bekledi. Bu sırada Poyrazda odadan çıkmıştı. Deniz göğsüme bastırdığım fotoğrafı elimden aldı ve elini omzuma atıp beni kendine yasladı. Güvende hissettiğim sayılı yerdi. İlk yerimi babamla beraber kaybetmiştim. İkincisini ise annemle beraber. Şimdi sığınabileceğim iki liman kalmıştı. Biri Poyraz, diğeri Deniz'di.
''Geçecek biliyorsun değil mi?'' ''Geçmeyecek. Babasına hasret bir kız çocuğu olarak büyüdüm. Şimdi ise hayatıma annesiz kalmış bir genç kız olarak devam edeceğim. Annemin eksikliğini hep hissedeceğiz Deniz, onu hep arayacağız. Evden içeri girdiğimizde yemek kokusu almayacağız artık mesela. Darmadağın bıraktığımız odaya geri döndüğümüzde o odayı derli toplu görmeyeceğiz. Gece yorgan açık uyuduğumuzda üstümüzü kimse örtmemiş olacak. Birbirimize anlatamadığımız durumları anlatmak istediğimiz, sığındığımız biri olmayacak. Uğruna hayatta kalmamız gereken biri olmayacak. Evet artık sadece birbirimiz için ayakta kalmak zorundayız ama bu çok zor. Annem yokken, hayata yeniden tutunmamız gereken biri yok. Birbirimizi sadece bir yere kadar idare edebiliriz. Sadece birkaç gün, birkaç hafta, birkaç ay. Belkide birkaç yıl ama birbirimizi sonsuza kadar idare edemeyiz. Sen bana sahip çıkmaktan, arkamı kollamaktan sıkılırsın, ben evde senin arkanı toplamaktan, sana sürekli yemek hazırlamaktan sıkılırım. Bazen bu kocaman evde birbirimizden kaçmak için yer ararız, tabiki birbirimize ihtiyaç duyduğumuz anlar olur ama annem yokken olmaz Deniz, o yokken birbirimize bu kadar sahip çıkamayız. Anlıyorsun değil mi?'' Sanırım haftalardır kurduğum en uzun cümleleri kurmuştum. Ama bunlar gerçelerdi işte, yüzümüze tokat gibi çarpan gerçekler.
Kendini ağlamamak için zor tutan ikizime baktım iyice. ''Ağla Deniz. Tutma ağla. Utanma ağla. Bu seni güçsüz göstermez. İnan bu seni benim gözümde küçük düşürmez. Seni tanıyorum, kendim kadar iyi tanıyorum. Bana, anneme, ölüme yenilmemek, güçsüz görünmemek için ağlamıyorsun ama ağla. Buna ihtiyacımız var görmüyor musun. Birbirimize sarılıp ağlamaya ihtiyacımız var. Birbirimize sonsuza kadar katlanmak için ağlamaya ihtiyacımız var. Birbirimizi tesellli etmeye değil, acılarımızı paylaşmaya ihtiyacımız var İkizim.'' Deniz sanki birinin ona bu cümleleri sarf etmesini bekliyormuş gibi daha fazla tutamadığı gözyaşlarını olabilecek en hızlı şekilde bıraktı. Bu sefer ona sarılan ben oldum. Birbirimize sarılarak hıçkıra hıçkıra ağladık çünkü en çok buna ihtiyacımız vardı, görüyordum. Yaklaşık on dakika boyunca sadece sarılarak ağladık, daha sonra Deniz ayağa kalktı ve elini bana uzattı. ''Seni sadece oturduğun yerden kaldırmıyorum ikiz. Seni düştüğün kuyudan, dibe battığın çukurdan kaldırıyorum. Seni artık hayatına devam etmen için kaldırıyorum. Bir gün, bir hafta, bir ay, bir yıl. Her ne boksa işte. Seni bana tahammül etmen için ayağa kaldırıyorum. Birbirimize tahammül etmek için bizi ayağa kaldırıyorum. Çünkü olması gereken bu, anlıyor musun? Hem. Annemde böyle olmasını isterdi.'' iki hafta sonra ilk defa içten bir şekilde gülümsedim ve ikizimin elini tutup ayağa kalktım. Düştüğüm kuyuya, battığım çukurlara inat ayağa kalktım. İkizime, sevdiğim adama, arkadaşlarıma geri dönmek için ayağa kalktım. Artık doğru zamanın ne zaman olduğu umrumda değildi. Hem.. Annemde böyle isterdi değil mi? Bir parça daha güvene ihtiyacım vardı ve bunun kimde olduğunu iyi biliyordum. Bana acılarla gülümsemeye devam eden ikizimin elini bıraktım ve derin bir nefes alıp ardımda bir çift göz bırakarak odanın çıkışına yöneldim. Odadan çıktım ve etrafta ihtiyacım olan güveni aramaya başladım. Merdivenlerden aşağı indim ve salona geçip oradan bahçe kapısına yöneldim. Kapıyı açtığımda aradığım güven tüm ihtişamıyla orada duruyordu. Oradaydı işte. Aradığım güven, aradığım huzur elleriyle yüzünü kapatmış sallanan koltukta bir ileri bir geri gidip geliyordu. Geldiğimi fark etmemişti, zaten arkası dönüktü. Yavaş adımlarla salıncağa ilerledim ve salıncağın arkasından dolaşıp sessizce yanına oturdum. Ellerini yüzünden çekmemişti ama yanına benim oturduğumu anladığını biliyordum. Bende konuşmadım ve sadece karşıya baktım. Salıncakta bir ileri bir geri giderken sessizliği bozan o olmuştu, yine. ''Ya sana bir şey olsaydı?'' buna cevap vermedim. Konuşmak istemediğimden değildi, verecek cevabım olmadığındandı. Ellerini yüzünden hala çekmemişti ama konuşmaya devam ediyordu. ''Ya o silahtan çıkan kurşun çerçeveye değilde sana isabet etseydi?'' bu soruyu daha çok kendine sorar gibiydi. ''Ya.. ya sen Ölseydin Ada? Ya sen ölseydin?'' İşte şimdi ellerini yüzünden çekmiş, bana bakıyordu, ama ben hala ona bakamıyordum. ''Ben, özür dilerim.'' ''Sence yeter mi? Sence tüm bu yaşananlar bir özüre sığar mı? Sen ne yaptın Ada böyle, sen bana, bize ne yapıyorsun!'' Bağırmıyordu. Fakat sözleri iğneleyici ve sertti. ''Söyleyecek birşeyim yok.'' ''Ama benim var. Sen bize neler yapıyorsun böyle? Kendini neden benden soyutlamaya, uzaklaştırmaya çalışıyorsun? Annenin ölümünün üzüntüsünü seninle paylaşamam mı zannediyorsun? Yaşadıklarını anlayamam, üstüne gelirim, seni bunaltırım diye mi benden uzak duruyorsun? İki hafta, koca iki hafta konuşmadın, yemedin içmedin! Sen sustun ben konuştum, sen gözyaşlarına rağmen sustun, ben ağladım. Sen ağladın, ben yine ağladım. Yaşadım Ada, yemin ederim yaşadıklarının aynısını 6 yaşında henüz neler olduğundan haberi olmayan küçük bir erkek çocuğuyken yaşadım. Babam benden birkaç metre ötede cayır cayır yanarken senin hissettiğin acının aynısını hissettim. Babamın hatırası olan tek oyuncağımı alan küçük kız çocuğuna sesimi çıkaramayacak kadar acı hissettim. Ama hiçbir zaman senin yaptığının aynısını yapmadım. Anlıyor musun? Hiçbir zaman beni bırakan insanların öcünü etrafımda pervane olan insanlardan almadım. Hiçbir zaman bana yaşatılan acıların aynısını sevdiklerime yaşatarak onları cezalandırmadım. Ama sen yapıyorsun, yaşadıklarının faturasını bana, bize kesiyorsun. Bu yoruyor Ada. Bu beni, bizi yıpratıyor.'' Haklıydı. Sonuna kadar haklıydı. Kendimi öldürmeye çalışmak aptallıktı. ''Poyraz ben... ben gerçekten ne diyeceğimi, ne demem gerektiğini bilmiyorum. Bunları neden yaptım, kendimi, bizi neden ölümle cazalandırdım bilmiyorum. Fakat gerçekten üzgünüm. Çok üzgünüm. Seni bıraktığım için, seni bırakmaya tenezzül ettiğim için çok üzgünüm. Özür dilemem bir işe yaramaz belki ama ben gerçekten çok üzgünüm.'' yüzüne bakamıyordum. O da benim yüzüme bakmıyordu. Sanırım bu sefer gerçekten benden ve bizden bu kadar yorulmuştu. ''Bir şey söylemeyecek misin?'' cevap vermedi. ''Pekala. Buraya senden özür dilemeye, sana, hayatıma geri dönmeye geldiğimi söylemek istemiştim sadece. Ama anlaşılan o ki, ben sana gelsem bile sen benden gitmişsin.'' bir an yüzüme bakar gibi oldu ama bakmadı. Bende fazla uzatmadan ayağa kalktım ve bahçenin salondaki kapısına ilerledim. Dayanamayıp arkama baktığımda hala oturuyordu. Bizi bitiriyordu. Ona bu kadar ihtiyacım varken hemde. Önüme dönüp tekrar yürümeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
POYRAZ ESİNTİLERİ
Novela Juvenil''Ölüm, ayrılıkların en şuursuzu, en acımasızıdır. Aslında esas ölüm gidende değil, kalandadır. Giden bir kere ölür, kalan bin kere. Gidenin bir kere canı yanar, kalanın bin kere. Ölüme alışırsınız, dayanabilirsiniz hatta katlanabilirsiniz ama unut...