Gerçekten kısa bir bölüm oldu Yaklaşık 2200 kelime filan. Ama yarına uzun uzun yazamayacağım için şimdi atıyorum. Aslında bu bölüm için farklı planlarım vardı fakat nasip olmadı. Sömestr tatilinde telafi edeceğim inşallah. Bölüm sonunda henüz bazı şeyleri erken bulanlar olacak. Onunda açıklamasını sonda yapacağım. Neyse, İyi okumalar!
Gözlerimi açtığımda, yatağımda olmamanın verdiği huzursuzlukla yatakta doğruldum.
Bu ev, bu yatak, bu oda... Yabancıydı. Neredeydim, buraya ne zaman ve kiminle gelmiştim en ufak Bir şey hatırlamıyordum, hatırlamak için hafızamı zorladığımda başım ağrıyordu. Yataktan kalktım, az ilerde olan sandalyeye ilerleyip deri ceketi giydim. En son Poyraz ile birlikte şarkı söylediğimizi hatırlıyordum, gerisi yoktu. Ceketin fermuarını çekip önümü kapattıktan sonra odadan çıktım. Pek eski bir eve benzemiyordu. hol ile salon birleşikti. salon çok modern bir şekilde döşenmişti, salonun sağ tarafındaki şömine ise odayı daha otantik kılıyordu. Odanın kapısını kapatıp olduğum yerde dikildim. Buraya nasıl gelmiştim? Gerçekten hiçbir şey hatırlamıyordum. Dış kapının sesini duyunca kafamı oraya çevirip geri gittim. Birkaç saniye içeri kimse girmedi, fakat sonrasında gördüğüm tanıdık yüzle rahatladım. ''Şirine uyanmış.'' Poyraz elinde birkaç poşetle içeri girdi. Yanına gidip kapıyı kapattım. ''Burası neresi?'' bir yandan cevap bekliyordum, diğer yandan mutfak olduğunu anladığım yere ilerliyorduk. ''Bir arkadaşımın anneannesinin evi. Sen dün eve gitmek istemeyince bende buraya getirdim.'' ''Nasıl yani, ben dün eve gitmek istemedim mi?'' Poyraz aldığı şeyleri yerleştiriyordu, bende mutfağın kapısına yakın olan masanın üstünde oturuyor, onu izliyordum. ''Evet istemedin.'' ''Başka ne söyledim?'' dedim tereddütle. Ağzımdan bir şeyler kaçırma ihtimalim yüksekti. ''Annenle babanın boşanacağını söyledin.'' O olay aklıma gelince duraksadım biraz. Aklıma o adam gelince yüzümü buruşturdum. Ondan nefret ediyordum. Babam olmayı zerre kadar hak etmiyordu. ''Başka?'' Poyraz dolaba malzemeleri yerleştirmeyi bıraktı ve bana döndü. ''Ne duymak istiyorsun, Şirine?'' ''Hiç.'' dedim ve masadan kalktım. ''Ne yiyeceğiz?'' ''Şu poşette simit filan var, dolapta da meyve suyu.'' gösterdiği poşete doğru ilerleyip poşeti elime aldım ve tabak aramaya başladım. Sonunda uygun bir tabak bulduğumda tabağı masanın üstüne koydum ve simitleri çıkarmaya başladım. ''Ben kahve istiyorum, var mı?'' diye sordum. Başım ağrıyordu. Birkaç kapak açılıp kapanma sesi geldikten sonra cevap da geldi. ''Kalmamış, gidip alayım.'' Poyraza döndüm. ''Hayır gerek yok, sonra birlikte gideriz.''' 'Pekala, sen nasıl istersen.'' gülümseyip önüme geri döndüm. Simitleri tabağa koyduktan sonra Poşeti çöpe attım ve önce bardak buldum, sonrada buzdolabından meyve suyunu çıkarıp bardaklara döktüm. Ben masaya oturup yemeye başladığımda Poyrazda karşıma geçti ve kahvaltıya başladık. ''Bugün ne yapmak istersin?'' ''Poyraz biz neredeyiz?'' ''Söyledim ya.'' ''Hayır öyle değil, Şehir olarak, yani hala istanbulda mıyız?" "Boludayız.'' aklıma gelen şeyle simidi bıraktım ve ayağa kalktım. ''Eyvah! Ben Denize haber vermedim. Kesin meraktan ölmüştür.'' Poyraz güldü. ''Sakin ol. Ben haber verdim. Birkaç gün burada kalacağımızı biliyor.'' içimin rahatlamasıyla yerime geri oturdum. ''Ne kadar kalacağız?'' ''Sen ne kadar istersen.'' dedi ve göz kırptı. Bu hareketine gülümsedim.
Kahvaltıyı yaptıktan sonra beraber masayı topladık ve salona geçip oturduk. Kafamı geriye yaslayıp, başımı ellerimin arasına aldım. Geçekten çok ağrıyordu. ''Senin yine başın mı ağrıyor?'' olumlu anlamda kafamı salladım. Poyraz ayağa kalktı, mutfağa gitti ve birkaç dakikanın ardından geri geldi. ''Al, iç bakalım.'' kafamı kaldırdım ve uzattığı ilacı alıp içtim. ''Çok mu ağrıyor?'' bu sefer cevap vermedim. Poyraz koltuğun arkasına geçti ve kafamı geriye yasladı. Elleri şakaklarımı bulduğunda içime dolan rahatlama hissi beni benden almıştı. Yavaşça şakaklarımı ovuyordu. Gözlerimi kapatıp kendimi rahat bıraktım. ''Böyle iyi mi?'' ''Çok.'' şakaklarımı ovmaya devam etti. Psikolojik olarak mıydı bilmiyorum ama baş ağrım kesilmişti. Kapı çalınca Poyraz'ın elleri durdu, benim gözlerim açıldı. ''Kim ki bu?'' Poyraz kapıya ilerleyince bende peşinden gittim. Kapıyı açtığında karşımızda otuzlu yaşlarında bir kadın vardı. "Siz kimsiniz, bu evde ne işiniz var?'' Poyraza baktım. Ne diyeceğini bilmiyordu. ''Şey.. Imm, hah, biz buraya eşimle yeni taşındık.'' Poyraz bir anda elini omzuma atıp beni kendine çekince ne diyeceğimi bilememiştim. ''Kadriye hanım taşındı mı?'' ''Evet evet, oldu baya. Biz dün taşındık zaten, değil mi hayatım.'' bozuntuya vermemek için gülümsedim. ''Ah, evet tabi, siz ne için gelmiştiniz?'' diye sordum konuyu değiştirip. ''Dün gece mahalleli sizi bu eve girerken görmüş, bende merak ettim. Hırlı mıdır hırsız mıdır diye, ama maşallah Kadriye hanım evi çok güzel bir çifte vermiş. Mahallemize hoş geldiniz, güle güle oturun.'' Yalandan gülümsedim. ''Çok teşekkürler.'' diye cevap verdim. Poyraz bana bakıyordu, bunu fark edebiliyordum. ''Neyse sizin çok işiniz vardır şimdi, sizi tutmayayım. Hadi kolay gelsin.'' ''Teşekkürler.'' ikimizin de aynı anda bu cümleyi kullanması kadını gülümsetmişti. ''Hayatım, hadi içeri girelim bizde.'' Poyraz'a baktım. Kadın kapının önünden ayrılınca bende Poyrazdan ayrıldım ve onu içeri çekip kapıyı kapattım. ''Bu da ne demek oluyor Poyraz. Burası arkadaşının anneannesinin evi değil miydi?'' birkaç saniye yüzüme baktı. ''İçeri geçelim. Anlatacağım.'' içeri geçip oturduk. ''Dinliyorum.'' derin bir nefes aldı. ''Evet burası arkadaşımın anneannesinin fakat bir detay var.'' ''Neymiş o detay?'' ''Kadın öldü.'' ''Nasıl yani?'' ''Eren, başını belaya sokmuş, fidyecilere bulaşmış. Parasını da ödeyemeyince tek ailesini, yani anneannesini öldürmüşler. Fakat kimsenin haberi yok.'' dehşete düşmüş bir şekilde olanları dinlerken ağzımı zorla açıp konuştum. ''P-Peki Eren, o nerede?'' ''Yurt dışına yerleşti. Orada çalışıyor artık.'' Ayağa kalktım. ''Harika! Bir cinayet kalmıştı bulaşmadığımız o da oldu, süper!'' Poyraz da ayağa kalktı. ''Özür dilerim, seni buraya getirmemem gerekti. Hemen gidelim.'' arkamı dönüp ona baktım. O da bana bakıyordu. ''Demek eşim ha?'' Deyip gülümsedim. Oda bana gülümsedi. ''Ne deseydim? O an aklıma o geldi.'' ''Eşine kahve almaya ne desin Soylu?'' ''Benimle gelirse, neden olmasın.'' resmen evcilik oynuyorduk fakat olay ne kadar iç açıcı olmasa da hoşuma gitmişti. ''Üstüme giyecek bir şey yok.'' dedim ellerimi kaldırarak. Ceketin içinde kaybolmuştum. ''Böyle gel. Şehir merkezine gider bir şeyler alırız. Bu arada ceket yakışmış.'' dedi ve göz kırptı. Gülümsedim ve kafamı salladım, sonra beraber evden çıkıp arabaya bindik. ''Kemerini tak.'' ikiletmeden söylediğini yaptım. Köy gibi bir yerdeydik fakat burası çok güzeldi. Mayıs ayına yakışır bir şekilde, bazı ağaçlar meyve vermiş, bazıları hala çiçek açmış bir şekildeydi. Fakat hava yinede soğuktu. Arabanın camını açıp kafamı dışarıya çıkardım ve derin bir nefes aldım. İyi geliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
POYRAZ ESİNTİLERİ
Teen Fiction''Ölüm, ayrılıkların en şuursuzu, en acımasızıdır. Aslında esas ölüm gidende değil, kalandadır. Giden bir kere ölür, kalan bin kere. Gidenin bir kere canı yanar, kalanın bin kere. Ölüme alışırsınız, dayanabilirsiniz hatta katlanabilirsiniz ama unut...