Evet, geldik dolu dolu bir 9. bölüme. Bugün tam bir ay oldu kitabı yayınlayalı. güzel ilerleme dileği ile. kitap nasıl gidiyor sizce? Okuduğunuz bölümleri voteleyip görüşlerinizi yorum kısmında bildirirseniz sevinirim. İYİ OKUMALAR!
Hani bazı anlar vardır. Çabucak bitsin isteriz, hemen geçsin de kurtulayım deriz ya bazen. Şu an kafamı kaldırdığımda gördüğüm silüet bana tamda bunu dedirttiriyordu. Korku, endişe, panik, o an aklınıza gelebilecek bütün olumsuz duygular bedenimi sarmış, vücuduma ağırlık yapıyordu. Hemde öyle bir yapıyordu ki, o ağırlığa yenilecekmiş gibi hissediyordum.
Daha önce hiç girmediğim binaya koşar adımla girdim ve hemen asansöre ilerledim. Poyraz orada ne yapıyordu, amacı neydi gerçekten bilmiyordum ama bir şey vardı ki korkuyordum. Haddinden fazla korkuyordum hemde. Asansör teras katından bir önceki katta durunca hemen indim ve merdivenleri ikişer ikişer çıkmaya başladım. Sonunda teras kapısına ulaştığımda hiç tereddüt etmeden kapıyı ittim ve içeri daldım. Poyraz bana sırtı dönük bir şekilde oturmuş ayaklarını aşağı doğru sarkıtıyordu. Nefes nefese kalmış bir şekilde ''Poyraz!'' diye bağırdım, cevap vermedi. Yanına gittim ve ses çıkarmadan onun oturduğu şekilde oturdum. Kasvetli hava hala geri çekilmemişti. Üstelik hafiften rüzgarda vardı. Sesimi çıkarmadan oturdum, ne o konuştu, ne de ben. Karşı manzarayı izledim bir süre, sanırım biraz korkuyordum. İstanbul ayaklarımızın altında değildi belkide ama manzara güzeldi. Biraz manzarayı izledim. ''Bugün ayın kaçı Şirine?'' sesi titriyordu. bir şeyler olduğunu sesi bariz bir şekilde belli ediyordu. ''7. 7 Mayıs.'' karşıya bakmaya devam ettik ikimizde. ''Dün.'' dedi ve gözlerini kapattı. Gözünden düşen bir damla yaş benim içimi eritti. Yemin ederim, yemin ederim ki Poyraz'ı ilk defa bu kadar çaresiz gördüm. ''Dün?'' dedim ve elini tuttum, tutar tutmaz sıktı. ''Dün babamın doğum günüydü..'' bu sefer ben kapattım gözlerimi. O an hiçbir şey düşünmek istemedim. Bu rüzgarda aşağı düşme ihtimalimiz çok yüksekti ama aldırmadım yinede. Ne diyebilirdim ki? Hiçbir şey. Zaten ne desem boştu. ''Ben.. Ben dün babamın doğum günü olduğunu unuttum. İnanabiliyor musun? Ben. Babam beni asla affetmeyecek.'' bu sefer ben elini sıktım. ''Poyraz... Ne desem az, ne desem boş. Üzülme desem saçma, ağlama desem gereksiz, kendini suçlama desem çok abest olur. Ama yinede.. Teselli etmeyi beceremem. Daha çok teselli edildim. Ne denir ne söylenir bilmiyorum.'' ''Söyleme Bir şey. Yanımda olsan olmaz mı?'' daha çok sıktım elini, ne kadar samimi sıkılırsa o kadar sıktım. ''Hep yanındayım.'' yüzüme baktı. Konuşmadı. Bende konuşmadım. Öyle izledik birbirimizi. Hafiften başlayan yağmur belki daha korkutucu kılıyordu ortamı. Belki de daha romantik. Ama bu hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Ölenle ölünmediği gibi kalanla da yaşanmıyordu belkide. Yaralar vardı sarılacak, iyileşecek, kabuk bağlayacak. Bunlar belki zamanla olacaktı ama olacaktı. Onun hep yanında olacaktım. Belki arkadaş, belki dost, belki başka bir şey olarak ama olacaktım. Onu asla kaybetmeyi göze almayacaktım. Yaralarını sarmasına yardım edecek, ona merhem olacak, hatta belki de yara bandı olacaktım ama bir şekilde onu iyileştirecektim. Başkalarına iyi gelmek, beni de iyileştirecekti.
Yağmur iyice şiddetini arttırırken kafamı omzuna yasladım. Oda kafasını benimkiyle birleştirdi. Birkaç dakika sonra anlımdan gelen damla beni hayal aleminden aldı ve gerçeklerle buluşturdu. Bu damla yağmur damlası değildi. Bu acının, öfkenin, çaresizliğin gözyaşıydı. İyi bilirdim. Zaten ardından gelen hıçkırık bunun bir gözyaşı olduğunu tescillemişti. Gözlerimi kapattım. Biraz yağmurun, biraz rüzgarın, biraz da Poyraz'ın hıçkırıklarını dinledim. ''Ben en çok kış mevsimini seviyorum, biliyor musun? Tabiki bilmiyorsun. Böyle kar yağdığında içimi saran o huzur, o sakinlik güneş açtığında içimi o kadar huzurla doldurmaz. Bence kar dünyanın 8. harikası. Bir kere mucizevi değil mi? Sokakların, ağaçların, evlerin çatılarının, gökten yağan o mucizevi buz kristallerinin örtmesi efsanevi bir şey. Bu yeryüzünde sahip olduğumuz en güzel şeylerden biri bence.'' konuyu dağıtıp, ortamı yumuşatmaya çalışıyordum. Yağmur hala aynı şiddetiyle yağıyordu fakat ne o rahatsız oluyordu, ne de ben. ''Bence en güzel mevsim sonbahar. Ağaçlardan dökülen sarı yapraklar, yağmurun yağması, havanın erken kararması, ağaçların çıplak kalması, rüzgarın sesi, havanın ne soğuk, ne de sıcak oluşu.. Bence bunlar insanların ruh hallerini yansıtıyor. En azından benimkini.'' ''Kar tanelerinin hepsinin birbirinden farklı olduğunu biliyor muydun?'' ''Ne? Nasıl yani?'' kafamı omzundan kaldırım yüksekliğe aldırış etmemeye çalışarak ona döndüm. ''Şöyle ki, yeryüzüne inen hiçbir kar tanesi birbiriyle aynı değil. Hepsi birbirinden farklı. Bunun nedeni, kar tanelerini meydana getiren su moleküllerinin moleküler özelliği ve kar kristallerinin buna bağlı olarak farklı geometrik yapılarda oluşmasıymış. Bir kitapta okumuştum.'' ''İlginç.'' yağmur yavaş yavaş azalırken, sırılsıklam olmuş bedenimle ayağa kalktım ve Poyraza elimi uzattım. ''Sanırım hasta olacağız.'' olayın hala etkisindeydi fakat ilk geldiğimdeki yüz ifadesi yoktu. Atlatmaya çalışıyordu. Elimi tuttu ve ayağa kalktı. Oda ıslanmıştı. Elimi bırakmadan ilerledi, şikayet etmedim. Terastan çıktık fakat asansöre bindiğimizde çıkışa değil 3.kata geldik. ''Poyraz, burası neresi?'' ''Sadece benimle gel tamam mı? Konuşma, soru sorma, sadece..'' konuşması asansörün durmasıyla kesildi. Kapılar açıldı, derin bir nefes aldı ve asansörden çıktık. Elimi sıkıyordu. Anlaşılan yine bizi iyi şeyler beklemiyordu. Bir kapının önünde durduk. Sekreter olduğunu anladığım kız ayağa kalktı. ''Poyraz bey..'' Bey mi? Burada neler oluyordu? Poyraz gözlerini birkaç saniyeliğine kapatıp açtı. Daha sonra tekrar derin bir nefes aldı ve eş zamanlı olarak kapıyı açtı. Beraber içeri girdiğimizde kapıyı kapattım. Burası bir ofis odasıydı. Sağ tarafta duran çalışma masası ve bilgisayar, az ilerisinde içkilerin olduğu bir dolap, masanın sağ tarafında dosyaların olduğu bir raf, onun yanında ansiklopedilerin olduğu bir kütüphane, salonun cama yakın yerinde ise bir toplantı masası, odanın sonunda ise bir kapı vardı. İlgi çekici bir kapıydı. ''Burası...'' ''Burası babamın odası.'' sesimi çıkarmadım ve odada dolaşmaya başladım. Oda toz duman içerisindeydi. Hafifçe öksürdüm. ''İtiraf etmek gerekirse.. 7 yaşımdan beri ilk defa geliyorum ama hiç değişmemiş. Her şey aynı. Kitapları olduğu gibi duruyor. Sandalyesi bile en son bıraktığı gibi. Annem temizlettirmedi. Her şey olduğu gibi kalsın istedi. Yıllar geçti, ama babamın bıraktığı yara taze.'' Poyraz odanın ortasında öylece dikiliyordu. Bende biraz çaprazında onu dinliyordum. Hayat hiç yüzümüze gülmüyordu. ''Yıllar sonra buraya gelmek için neden cesaret aldın?'' arkasını döndü. ''Senden.'' sesimi çıkarmadım. Çünkü ne söylemem gerekiyor bilmiyordum. Bana doğru ilerledi ve aramızda az bir mesafe bırakarak tam karşımda durdu. ''N-nasıl yani?'' ''Bugün buraya seni çağırdığımda gelmeseydin, belki de buraya girmeye cesaret bulamayacaktım.'' bu sefer gülümsedim. ''Yanında olduğumu daha ne kadar söylemem gerekiyor?'' ''Söylemiyorsun ki, hissettiriyorsun. Ve inan bu bana daha çok güç veriyor.'' oda gülümsüyordu. Bu adama kendimi fena halde kaptırıyordum. Arkadaş olmayacak kadar yakın, sevgili olmayacak kadar uzaktık belki de ama kaptırıyordum kendimi. Elimde değildi. ''Poyraz..'' sözümü çalan telefonum kesince gözlerimi devirdim. Poyraz bir adım geri çekildi. Telefonumu sonunda bulduğumda birkaç saniye gözümü ekranda gezdirdikten sonra aramayı cevapladım. ''Efendim Deniz?'' ''Neredesin?'' ''Poyraz ile birlikteyim. Bir şey mi oldu?'' ''Eve gelsen iyi olur.'' ''Deniz, sen iyi misin?'' ''Ada. Eve gel." Yine beler oluyordu kim bilir. ''Peki. Peki geliyorum.'' dedim ve telefonu kapattım. ''Bir şey mi oldu?'' ''Bilmiyorum, Deniz eve çağırdı ve.. sesi pek iyi gelmiyordu. Gitsem sorun olur mu?'' ''Ben seni bırakırım.'' ''Ama..'' elimi tuttu. Tekrar ve tekrar. ''İtiraz yok, Şirine. Hadi gidelim.'' beraber önce odadan sonra da şirket olduğunu öğrendiğim yerden çıkıp arabaya bindik. İçimi bir korku sarmıştı. Bunun sebebi Bir şey olması değilde Deniz'in sesinden yine bir felaketin geldiğini anlamıştım. Bizi neler bekliyordu kim bilir. ''Korkma. Bir şey olmayacak.'' kafamı Poyraz'a çevirdim. ''Korktuğumu nereden biliyorsun?" ''Parmaklarınla oynuyorsun.'' ellerime baktım. Gerçekten de Parmaklarımla oynuyordum. ''Elimde değil. Yine bir felakete sürüklenmekten korkuyorum.'' ''Yanında olduğumu daha ne kadar söylemem gerek?'' repliğimi almıştı. Bende oynadığı oyunu bozmadım ve ''Söylemiyorsun ki. Hissettiriyorsun.'' dedim. Gülümsedi. Bende öyle yaptım. İlerleyen saatlerde olacakları dikkate almamaya çalışıp gülümsedim. Biraz sonra araba durduğunda eve geldiğimizi fark ettim. ''Gelmemi ister misin?'' olumsuz anlamda kafamı salladım. ''Gerek yok. Sonra görüşürüz olur mu?'' kafasını salladı. Ben elimi kapının koluna uzattığımda Poyraz kolumu tuttu ve beni kendine çekip yanağıma minik bir buse kondurdu. ''Bu ne içindi?'' ''Bugün için. Teşekkür ederim.'' gülümsedim ama kafamı olduğu tarafa çevirmedim. ''Görüşürüz Poyraz.'' arabadan hızlıca inip kapıyı kapattım ve eve ilerledim. Bağırış sesleri geliyordu ve bu seslerin bizim evden geldiğine adım kadar emindim çünkü bağıran kişinin sesi Deniz'e aitti. Hızlıca çantamdan anahtarı çıkardım ve kilide takıp anahtarı çevirdim. Kapıyı açtığımda anahtarı kapıdan çektim ve içeri girip çantamı yere atıp salona ilerledim. Annem ve babam oturuyordu. Deniz ise salonun ortasında geziniyordu. ''Ne demek boşanıyoruz anne! Bu yaştan sonra ne boşanması!'' duyduklarım beni şaşırtmıştı fakat o kadar şok olmamıştım. ''Deniz, neler oluyor?'' ''Sor bakalım neler oluyor!'' diye bağırdı. Babama baktım, yere bakıyordu. Suçlu gibi. ''Anne?'' ''Ada.. biz, babanızla boşanmaya karar verdik.'' sesimi çıkarmadım ve tam karşılarındaki koltuğa oturdum. Denizde çaprazımdaki koltuğa oturdu. ''Ne zaman aldınız bu kararı, daha doğrusu kim aldı?'' ''Annem almış!'' ''Deniz, sakin ol.'' dedim gayet sakin bir şekilde. Sakin olmam onları şaşırtmıştı. ''Neden, yani neden boşanmak istiyorsun anne?'' Babam kafasını kaldırdı. ''Biz annenizle anlaşamıyoruz Ada. Oturup konuştuk ve böyle bir karar verdik, değil mi Dila?'' annem babamın yüzüne baktı. Cevap vermedi. Ona iğrenircesine bakıyordu. Neler olduğunu anlamıştım. ''Yaptın değil mi, bunu da yaptın.'' babam anlamamış şekilde yüzüme baktı. ''Annemi, aldattın değil mi.'' hala sakin konuşuyordum, fakat patlamaya hazır bir bomba gibiydim. Deniz ayağa kalktı. ''Bunu yaptın mı?'' diye bağırdı. Annem kafasını eğdi. Bu hareket herşeyi tescillemişti zaten. ''Allah seni kahretsin.'' bu cümle sakin söylediğim son cümleydi. Ayağa kalktım. ''Bunu nasıl yaparsın! Nasıl yaparsın!'' babam da ayağa kalktı. ''Ada..'' ''Ada, Ada, Ada, ne Ada ne! Yaptın mı, yapmadın mı?'' bu sefer babam kafasını eğdi. Karşısına geçtim ve işaret parmağımı göğsüne bastırdım. "Bunu, anneme, nasıl yaparsın!'' diye tek tek heceleyerek bağırdım. Annem ağlıyordu. ''Anne, ağlama, neden ağlıyorsun! Bir şey söylesene, bağır çağır ama sessizce ağlama! Neden yaptın desene! Ya Allah kahretsin.'' dedim ve salonun çıkışına yöneldim. Kapıdan çıkacakken arkamı döndüm. ''Merak ediyorum da, her seferinde birilerini üzmekten zevk mi alıyorsun? Yada, sana tam güvenecekken beni sürekli bir yıkılış sürecinde tek başıma bırakıp enkaz altında kalmamı sağlıyorsun? Hoş, kendime de şaşırıyorum, her seferinde sana nasıl inanabilmişim? Kendini affetme çabalarına nasıl inanmışım, aklım almıyor.'' dedim ve önce salondan, sonra da çantamı alıp evden çıktım. O adamı bir daha asla ama asla affetmeyecektim. O yalnızlığı hak ediyordu. Bugün Asyayla buluştuğumuz kafeye doğru ilerlerken yanımda bir araba durdu. Sonra da camı açıldı. ''Gideceğin yere bırakayım?'' Arabanın içinde bana gülümseyen ikizime baktım. Sonra fazla üstelemeyip arabaya bindim. ''Nereye gidiyoruz prenses?'' ''Bugün gittiğimiz kafeye.'' dedim ve emniyet kemerini taktım. Arabada geçen birkaç dakikalık sessizliğin ardından ben konuştum. ''Nasıl başarıyorsun?'' ''Neyi?'' ''Yapma Deniz, sürekli her olayda nasıl bu kadar çabuk toparlıyorsun?'' ''Çünkü, birinin seni ve annemi toparlaması gerekiyor.'' ''Seni kim toparlayacak Deniz, bize sen merhem oluyorsun, sana kim olacak? Bu halde bile hala benim peşimde koşuyorsun. Kendini düşünmüyorsun. Adım kadar eminim ki şuan annemi nasıl toparlarım diye düşünüyorsun, Adaya bunları nasıl unuttururum diye. Düşünme. En azından beni düşünme. Ben iyiyim. Boşanmalarını bekliyordum zaten. Annemi de bir şekilde beraber toplarız olur mu?'' ''Gülümsedi. ''Ada.. sana 'iyiki' demeyi o kadar seviyorum ki. Sen hiçbir şey yapma, annemle beraber yanımda olun, ben toparlarım. Hemen ayağa kalkarım.'' elini tuttum. ''Beraber geleceğiz ikizim, her şeyin üstesinden beraber geleceğiz.'' dedim ve gülümsedim. O da öyle. Biraz sonra arabada durduğunda arabadan indik ve kafeye ilerledik. Akşam saat 7 den sonra burada canlı müzik oluyordu. Saat 8 di. Deniz'in koluna girdim ve kafeden içeri girdik. İçerisi kalabalıktı. Herkes şarkıya eşlik ediyordu. Gülümsedim. Boş bir yer bulup oturduk sonra. Şarkıyı söyleyen, genç bir çocuktu ve sesi yatıştırıcıydı. Ben kahve, Deniz ise içki türünde bir şey söylemişti. Sesimi çıkarmadım. Kafa dağıtmak istiyordu. Masanın kenarında duran kar küresini elime aldım ve oynamaya başladım. Bir yandan müziğe sessizce eşlik ediyor, diğer yandan elimdeki kar küresini çeviriyordum. Denize baktım, gözü boşluğa dalmıştı. Muhtemelen hala düşünüyordu haklı olarak. Bende düşünüyordum. Ne yapacaktık? Annem, ben Deniz. Biz birbirimize tutundukça hep bir dalımız kırılıyordu. O adamdan nefret ediyordum. Beni yine ve yine karşısına almıştı. Nefretim yine ona galip gelmişti. Öfkem katlandıkça katlanmış, sinirlerim iyice bozulmuştu. Birden gözlerim iki el tarafından kapatılınca kar küresini elimden bırakıp, düşüncelerden uzaklaştım.. ''Hey, neler oluyor? Deniz?'' Denizden ses alamayınca ellerimi gözlerimi kapatan iki elin üstüne koydum. ''Hey, çeksene ellerini!'' hala eller gözlerimden çekilmediğinde ayağa kalkmaya çalıştım. Sonunda eller gözlerimden çekildi ve arkama dönüp baktım. Arkama bakmamla gelen eş zamanlı ''Sürpriz!'' diye gelen bağırışmalar bu sefer gülümsememe neden olmuştu. Herkes buradaydı. Yaren, Artun, Miraç, Derin, Asrın, İrem ve Poyraz. Hepsi karşımda duruyordu. Bana iyi geliyorlardı. ''Sizin.. burada ne işiniz var?'' ''Sana iyi geleceklerini düşündüm.'' Denize baktım bu sefer. Gülümsüyordu. Yanına gidip sarıldım. ''Sana beni düşünme demedim mi?'' ''Dedin, ama ciddiye almadım.'' Deniz'den ayrıldım ve hepsine tek tek sarıldım. Son olarak Poyraz'a geldiğimde sarılmayı biraz fazla uzun tuttum. ''İyiki.. İyiki varsın, varsınız.'' ''İyiki varsın, Şirine.'' Poyraz benden ayrıldı ve elimi tuttu. ''Hey, nereye?''cevap vermedi. Ben daha ne olduğunu anlamadan kendimi sahnede bulduğumda kopan alkış tufanı beni iyice utandırmıştı. ''Herkese merhaba. Bugün size Şirine ve ben eşlik edeceğiz. Değil mi Şirine?'' Poyraz'a baktım, gülümsüyordu. Bende gülümsedim ve kafamı salladım. Poyraz eline gitarı aldı ve sandalyeye oturdu, diğerine de ben oturdum. Şarkıya giriş yapıldığında gözlerimi kapattım ve şarkıyı söylemeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
POYRAZ ESİNTİLERİ
Teen Fiction''Ölüm, ayrılıkların en şuursuzu, en acımasızıdır. Aslında esas ölüm gidende değil, kalandadır. Giden bir kere ölür, kalan bin kere. Gidenin bir kere canı yanar, kalanın bin kere. Ölüme alışırsınız, dayanabilirsiniz hatta katlanabilirsiniz ama unut...