(Müzik dinleyerek kitap okuyabiliyorsanız,bölüme eklemiş olduğum müziği açarak okumanızı tavsiye ederim.)
Açık denizlerde ki canavar arayışımız devam ediyor. Gemi'nin dümeninde hırçın okyanuslarla savaşırken Rolfo yanıma geldi ve çocuğun uyandığını söyledi. Normalde bu sarhoşa gemiyi emanet etmem fakat o anda Eva işcilerden birini dövmekle meşgul olduğu için buna mecburdum. Onunla konuşabilmek için Rolfo'dan bir süreliğine dümene geçmesini rica ettim. Haftalarca üzerinde yüzlerce ölü varken can çekişerek hayatta kalmayı başaran bu çocuğun ne denli yorgun olabileceğini tahmin edebiliyordum. Bu yüzden onu çok zorlamadan Valerius hakkında bilgi edinmek istiyordum. Müsait olup olmadığını anlamak için iki kez kapıyı tıklattım. Çocuk içerden ince ve sakin bir ses tonuyla "Kimsiniz?" dedi. Hay aksi! Çocuğu kurtardık,evet ama kim olduğumuzu bilmiyordu ki...
Kendisini kurtaranların bir korsan sürüsü olduğunu öğrenirse korkabileceğini düşündüğümden ona bir balıkçı olduğumu söyledim. Bu çocuğun yüzünde tebessüm oluşturmuştu. "Buyrun,içeri gelin" dedi. Yanına geldim ve ayağının nasıl olduğunu sordum. Ayaklarını hareket etmeye çalışırcasına ıkındı fakat hiçbir hareket yoktu. Kendisini yormaması gerektiğini ve iyileşeceğini söyledim. Bir süre odasında bulunan pencereden deniz manzarasını izledi sonra bana döndü ve o kan dondurucu soruyu sordu:
-Ya hiçbir zaman yürüyemezsem?
Boğazım düğümlenmişti ne diyeceğimi bilemedim. Çevremdeki insanların dertlerinin olmasına dayanamam. Charlie için neler yapabileceğimi düşünebilmek istediğimden biraz yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Gemi'nin en sessiz bölgesi olan kıç kısmına gittim ve denizle biraz dertleştim. Denizle olan sohbete o kadar çok dalmışım ki yanıma doğru gelen Rolfo'yu dahi fark etmemişim. Yüzümdeki durgun ifadeden bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkındaydı. Yanıma oturarak bana durumun ne olduğunu sordu. Çocuğun artık yürüyememesinden korktuğumu ve buna bir çözüm aradığımı söyledim. Bu derdimi duyduğunda önce hafifçe gülümsedi ve sonrasında kahkaha atarak:
"Hahaha sen buna mı içerlendin? Merak etme ilacın bende." dedi.
İlaç derken tam olarak neyi kast ettiğini dahi soramadan yanımdan kalktı. Fazla umursamadan derdimi mavi güzellige anlatmaya devam ettim. Denizle olan sohbetim Charlie'nin bulunduğu odadan gelen yüksek bir sesle yarıda kesildi. Duyduğum ses beni telaşlandırmıştı. Panikle kılıcımı çektim ve koşar adımlarla çocuğun bulunduğu odaya doğru yöneldim. İçeriye girdiğimde anlamlandıramadığım bir manzarayla karşılaştım. Eva Rolfo'nun yakasına yapışmıştı. Rolfo ise çocuğa bir bira şişesi uzatmaya çalışıyordu. Bu garip manzaraya daha fazla maruz kalmadan birinin burada neler döndüğünü anlatmasını istedim. Bu lafımdan sonra Eva durumu anlatmaya başladı:
"İşçilerden birisini yaptığı sakarlıktan dolayı cezalandırmıştım. Onunla işim bittikten sonra dışarı çıktım ve dümende kimsenin olmadığını gördüm. Dümene geçmeni söylemek için yanına gelecekken Rolfo'nun elinde bir bira şişesiyle çocuğun odasına girdiğini gördüm. Ne haltlar karıştırdığını anlamak için onu takip ettiğimde çocuğa zorla bira içirmeye çalıştığını gördüm. Sonrasını biliyorsun. "dedi. Bu olay beni oldukça sinirlendirmişti fakat arkadaşımı kırmak istemiyordum kendisini savunabileceği bir sebebi olduğunu düşünüp ona bunu neden yaptığını sordum. Oysa "Sadece dertlerini unutmasını istemiştim." diyerek dinmek üzere olan öfkemi daha da alevlendirdi. Bunu onunla sonra konuşacağımı söyleyerek odadan çıktım ve dümene doğru ilerledim.
Hırçın dalgalar, geminin dengesini alt üst etmişti uzun uğraşlar sonucunda dalgaları alt etmeyi başardım. Denizin dingin sularına geldiğimizde dümeni Eva'nın ellerine emanet ettim. Çocuğun odasına gittim ve lafı daha fazla uzatmadan Gröffiend'te o gün neler yaşadığını anlatmasını istedim ve o da anlatmaya başladı:
"Herkes hayatına normal bir şekilde devam ederken bütün kasabada büyük bir uğultu sesi duyuldu. Uğultu biter bitmez yer sallanmaya başladı. Biz daha bu iki olayı atlatamazken gökyüzündeki bulutların arasından dev bir ejderha ortaya çıktı ve bütün şehri talan etti. Ağzından çıkardığı ateş nereyi yaktıysa orası kan kırmızısı rengine bürünüyordu. Yüzü korkunçtu. O kadar büyüktü ki başınızı nereye çevirirseniz çevirin vücudundan herhangi bir parçasını görmek mümkündü. Onun gelmesiyle herkes etrafta kaçmaya başladı ama kimse kurtulamadı." dedi. Doğruyu söylemek gerekirse Valerius'u böylesine büyük bir yaratık olarak düşünmemiştim. Çocuğun anlattıkları her ne kadar dehşet verici olsa da Valerius'u tanımamızda bize büyük yardımları dokunmuştu. Anlattıkları için Charlie'ye teşekkür edip odadan çıktım. Sakin adımlarla dümene geçtim.
Denizin tam ortasında bu kadar dingin suların olması pek alışık olduğumuz bir durum değildi. Biraz daha ilerlediğimizde hislerimin beni yanıltmadığı bir kez daha kanıtlanmış oldu. Denizde birkaç varil yüzerek yanımızdan geçti. Yanımızdan geçen varil yığınları bu yakınlarda bir geminin battığının göstergesiydi. Belki bu batan geminin mallarını gemimize alarak servetimize servet katabilirdik. Ani bir kararla dümeni varillerin geldiği yöne doğru çevirdim. Her ihtimale karşı hazırlıklı olmak için mürettebatın tetikte beklemesini söyledim. Biraz daha ilerlediğimizde dev bir sis bulutunun içinde bulduk kendimizi. Sis bulutununda ilerledikçe dalga seviyesi giderek artmaya başlıyordu. Mürettebat bu durumdan pek hoşnut olmamıştı. Dalgaların yükselmesini aldırış etmeden bulunduğumuz rotadan sapmıyorduk. Sapmadıkça dalgalar daha da hırçınlaşıyordu. Dalgalar o kadar çok yükselmişti ki elimle Ay'ı almaya kalksam avucumun içine düşerdi. Biz ilerlemeye çalıştıkça hava şartları zorlaşıyordu.
Mürettebat beni defalarca kez daha fazla gitmememiz gerektiği konusunda uyarsa da onların söylediklerine kulak asmadan hırçın dalgaların bir süre sonra sakinleşeceğini düşünerek ilerlemeye devam ediyordum.
Düşündüğüm gibi de oluyordu ta ki denizde büyük bir patlama sesi duyalana kadar...
Sesin nereden geldiği anlamaya çalışırken geminin içinde bulunan herkes bir anda sağa sola savruldu. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışırken bir işçi geminin kıç kepçesinde hasar olduğunu söyledi. O bölgeye hasar verebilecek tek şey var o da bir savaş topu...
Tuzağa çekildiğimizi anlar anlamaz yüksek sesle "Mürettebat, siper alın!" diye bağırdım. Kıç kepçe'nin hasar görmesinin ardından gemimizde büyük bir gürültü koptu. Bu sesler gemide savaş kopacağının en büyük habercisiydi. Savaş toplarını sesin geldiği noktaya doğru yönlendirdim fakat sisli ortamda gemiyi görmek oldukça zordu. Zaten onlar bize görünmeyi tercih etmişlerdi.
Gemilerini bize doğru yanaştıran bu insanlar bir korsandı ve başka bir korsandan gemi çalmaya çalışıyorlardı. Halatlarını bizim gemiye atıp gemiden bütün mürettebat inmeye başladı. Yaşamlarının son anını benim gemimde geçirecekleri için onlara üzülüyordum. Herkes kılıcıyla bir adam ya da bir kaç adamla savaşarak gemiyi korumaya çalışıyordu. Büyük dalgaların içerisinde olan savaş devam ederken
ben, üç korsanın beni doğramasını engellemeye çalışıyordum. Bana karşı hamle yapamayan bu adamlar beni geminin loça kısmına doğru götürerek beni denize atmayı planlıyorlardı.
Onlara karşı kuvvet uygulamaya çalışsam da 3 kişinin gücü bir adamı zorla ilerletmek için yeterliydi.
Geminin loçasına tam geldiğim esnada omzumun sağ tarafından tanıdık bir ses yükseldi.
-Sayanora Budalalaar!
Başımı sağ tarafa doğru çevirdiğimde Rolfo'nun bir halatı kullanarak bu 3 korsanı bir tekmeyle denizin dibine yolladığını gördüm. Rolfo halat üzerinde kendisini yavaşlatmak için gemi etrafında birkaç tur attıktan sonra yanıma indi ve şöyle dedi:
-Bensiz öleceğine izin vermeyeceğimi biliyorsun değil mi?
Bu lafından sonra yüzümde bir tebessüm oluştu, hep beraber gemideki yabancıları püskürtmeye çalıştık. Denizin ortasında yankılanan kılıç seslerinin arasında büyük bir uğultunun işitilmesi savaşın bir anlık durmasına sebep olmuştu. Denizin altından gelen bu uğultunun şiddeti giderek yükseliyordu. Uğultunun giderek yakından duyulmaya başlaması gemide bulunan düşman geminin korsanlarını dahi telaşlandırmıştı. Gemide süren savaşı sessizleştiren bu uğultu bir süre sonra durdu ve bir anda...
Denizin içerisinden büyük bir şey çıkarak geminin etrafını sardı. Bu şey her neyse çok güçlüydü ve gemiyi denizin altına çekmeye çalışıyordu. Bu sırada odasında uyumakta olan Charlie, bu gürültüye uyandı ve odasından bağırarak :
-Tanrı aşkına,neler oluyor? dedi.
Bu soruya verilebilecek tek cevap vardı.
-BATIYORUZ!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A.R.E.S.T.İ.A.N.
ФэнтезиYeryüzü her zaman kötülüğü görmüş ve bununla savaşabilmiştir. Fakat kötülük yalnızca kötü'nün bir parçasıdır. Tanrı kötüyü yarattığı zaman onu yedi parçaya ayırdı. Bu yedi parça ölüm diyarının en korkunç yaratıklarından oluşmaktaydı. Ölüm diyarı'nın...
