Yoongi grinin tonları ile dolup taşan geniş banyonun ortasında dikilmiş, aynadaki yorgun yansımasına dalıp gitmişti. Siyah saçlarının sabahki halinden eser yoktu. İş yerine gelmeden önce özenle şekil vermiş olduğu saçları tuzlu deniz suyu üzerinde yüzen yosunları andırıyordu. Gözleri enerjiden yoksun ve bıkkınlık ile doluydu. Sadece eve geri dönerek uyumak istese de ofisten ayrılamayacağını çok iyi biliyordu.Son bir iki gündür işlerini oldukça ihmal etmiş olması babasının hoşuna gitmiyordu. Bu sonuca varmasının sebebi her sabah kahvaltı masasına oturduklarında konuşulan kelimelerin gitgide azalmasıydı. Son zamanlarda Yoongi babasının sadece başını sallayarak onunla iletişim kurduğunu fark etmişti. Ancak daha az umursayamazdı.
Yoongi yüzünü yıkarak kendini derin uykusundan uyandırmaya çalışırken iş arkadaşı Kim Seokjin içeriye girdi. Bir süre ikisi de konuşmamıştı. İşitilebilen tek ses Yoongi'nin her seferinde kullanmak için fazlasıyla uğraş verdiği kağıt havlu makinesinin rahatsız edici sesiydi.
"Berbat gözüküyorsun." Seokjin kravatını düzeltirken konuştu. Yoongi ona imrenerek baktıktan sonra tekrar kendi yansıması ile göz göze geldi.
Gerçekten de berbat gözüküyordu.
Bir yabancı Seokjin ve Yoongi'ye uzaktan bakacak olsaydı, Hangmin Group Şirketi'nin mirasçısının Seokjin olduğu tahminini yaparken durup düşünmezdi bile. Kim Seokjin attığı her adım ile etrafına asalet saçıyordu ne de olsa. Giydiği her takım elbisenin içinde kraliyet üyesi gibi duruyor, beklentiler ile birlikte kendisine çevrilen tüm gözleri tatmin ediyordu. Zeki ve başarılı bir iş adamı olmak ile birlikte öldürücü cazibesi ile de tanınmıştı.
Yoongi bunun adil olmadığını düşündü.
Ne de olsa mirasçı kendisiydi.
Ancak Yoongi giydiği çoğu takım elbisenin içini bile doldurmayı başaramamıştı. Bununla birlikte konferans toplantılarında kendini gergin hisseder, her konuştuğunda sesinin çatlamasından ya da yanlış bir şey söylemekten korkardı. Belki de bunların altındaki sebep onu soğuk gözleri ile bir saniye bile süzmeyi bırakmayan babasıydı.
Onu hayal kırıklığına uğratmaktan korkarak büyümüştü. Büyürken duyduğu tek şey çok başarılı olması gerektiğiydi. Min Yoongi tek mirasçıydı. İstese de istemese de bir gün bu büyük işletmenin koltuğuna oturacak ve insanlara emirler yağdıracaktı.
Yoongi'nin hamurunda bu var mıydı peki?
Elbette hayır.
Min Yoongi sadece yirmi altı yaşında sıradan bir genç adamdı. En azından öyle olmayı tercih ederdi. Bir iş adamı olmaktansa önemsiz, aptal, her hareketi hakkında endişelenmek zorunda olmayan bir adam olmayı seçerdi.
"Öğlen yemeği yedin mi?" Seokjin sonunda gözlerini kendi yansımasından çekerek Yoongi'nin ufak figürüne çevirdi. Yoongi onun etrafında kendini gergin hissediyordu. Belki de sürekli onu etkilemek istediğindendi. Ona kendini kanıtlamak, iyi bir şeyler yapabileceğini göstermek istiyordu.
"Hayır. Saat kaç ki?" Yoongi dalgın bir şekilde arka cebindeki telefonunu eline aldı. Beklediği gibi saat on ikiyi biraz geçmişti. Sabahtan beri hiç mola vermeden çalıştığından saatin farkında bile değildi.
"On ikiyi yirmi üç geçiyor. Ben de yemedim. Benimle gelmek ister misin?"
Seokjin on numara bir gülümseme ile kendisinden genç olan adama baktı. Yoongi tabii ki hayır diyemeyecekti. Her ne kadar Yoongi Seokjin'in üssü olsa da ona asla o edayla davranamıyordu.
"Olur sanırım. On dakika sonra kapıda buluşuruz." Yoongi ufak bir gülümseme ile Seokjin'e baktıktan sonra hızlıca tuvaleti terk ederek aydınlık lobide yürümeye başladı. Sanki içeride geçirdiği beş dakika boyunca nefesini tutmuştu. Ciğerlerini koca bir nefes ile doldurduktan sonra ofisine girdiğinde sekreterinin çoktan orada olduğunu gördü.
"Ah, Jaehee. Buradasın, güzel. Ben de tam seni çağıracaktım."
Kang Jaehee, Yoongi'nin şirkette güvendiği tek insandı. Yoongi şirketin önemli bir parçası olmadan önce bile birlikte çalışmışlardı. Babası Yoongi'ye kendisi için bir sekreter bulmasını söylediğinde ise Yoongi'nin aklına Jaehee'den başkası gelmemişti.
Jaehee patronunun sesini duyduğunda arkasını dönerek samimi gülümsemesiyle Yoongi'nin yönüne bir gülücük yolladı.
"Ne lazım patron?" Jaehee şakacı bir edayla konuştu. Etrafta kimse yokken birbirlerine karşı gösterdikleri sahte ve aşırı saygıyı bir kenara bırakıyor, öğrencilik yıllarındaki hallerine geri dönüyorlardı. Yoongi sık sık Jaehee'nin başkaları etraftayken gösterdiği tavrı taklit eder, onunla arkadaşça bir tavırla dalga geçerdi. Jaehee de onunla dalga geçmekten kendini geri tutmazdı tabii.
Yoongi kıza bakarak masanın üzerine yığılmış olan dosyaları gösterdi.
"Şunları benim yerime babamın ofisine bırakabilir misin? Yemek yemezsem geberip gideceğim de. Ayrıca Seokjin beni dışarıda bekliyor."
"Jaehee yemek yedi mi soran yok tabii." Genç kız sahte bir somurtma ile taşıyabileceğinden fazla dosyayı kucağına alarak göğsüne sıkıca yasladı.
"Babana ne söylememi istersin?"
"Seokjin ile öğle yemeğine çıktığımı söylesen yeter."
"Pekala patron."
"Onları tek başına taşıyabilecek misin?"
"Taşırım. Hadi git, Seokjin ile ufak randevunu kaçırmak istemezsin." Jaehee, Yoongi'nin kızgın ifadesini görmek uğruna göz kırpmış daha sonra da hızlıca odadan çıkarak Yoongi'yi yalnız bırakmıştı.
Yoongi ceketini üzerine geçirdikten sonra ofisin köşesindeki boy aynasında kendini gözlemledi.
"Daha kötü olabilirdi."
Yoongi ofisten çıktıktan sonra kendini dış kapıda bulana dek bir çok kişiye selam vermek ve ufak konuşmalarda bulunmak zorunda kalmıştı. Sonunda dışarıya adımını attığında Seokjin'in çoktan orada beklediğini gördü.
"Hazır mısın?"
"Evet."
---
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Turning Point | 태기
FanfictionKarmaşık bir dizi olay sonrasında Yoongi ve Taehyung'un kader ipleri birbirine dolanır. Bu, iki adam için de bir dönüm noktası olacaktır. ㅡKTH&MYG