Gecenin ilerleyen saatleri, beraberinde getirdiği şehir ışıklarını nazikçe Min Yoongi'nin apartman dairesine taşımış, dairenin camlarına bırakmıştı. Yoongi ise bu güzel ışıkların yansımasını izlemektense büyük binanın terasına çıkmayı tercih etmiş, kafa dinlemek istemişti. Tüm hayatı ev, iş ve okul arasında geçmiş olan bir adamdı, ki bu sebepten çoğu zaman kendine adam demekten kaçınıyordu. Çocukluğunu tadamamış, küçüklüğünden kalan tüm anılar onun dilinde acı bir tat bırakmıştı sadece. Çoğu anısı çirkin renklere ve kelimelere bulanmıştı, Yoongi bu anıları asla yüzeye çıkarmamak üzere zihnindeki bir sandığa kilitlemiş olmasına rağmen kendini sürekli elinde zihninin anahtarı ile boşluğa bakarken bulurdu. Geçmişe dönüp bakmanın, kötü günleri hatırlamanın bir mantığı elbette yoktu. Fakat bir insanın tüm hayatı kötü günlerden oluştuğunda nasıl görmezden gelinebilirdi bu günler? Kişi kendini unutmalı, kendini de bir sandığa mı kapatmalıydı? Pekala Yoongi'nin geçmişe olan nefretini taşıyabilecek bir sandık var mıydı ki?Önünde uzanan laciverte, toprağın üzerini örten binalara ve battaniye misali tüm şehri kaplayan, yanıp sönen ışıklara baktı. Bu ışıklar ne için yanıyordu? Gecenin bu saatinde neden uyanıktı insanlar? Düşünmeden edemedi Yoongi, bu saniyede, gözünün önündeki bulanık ışıklardan kaçı sevişen insanlara, kaçı bu saate kadar göz yaşı dökenlere, çalışanlara, uyuyamayanlara, ve kaçı karanlıktan korkanlara aitti?
Geçmişten bir anı kopup geldi ve sığındı Yoongi'nin gölgesine, adam elleriyle kovalamak istedi onu, ancak bu anı korkak bir ufaklığa aitti, masumiyeti ziyan olsun istemedi. Bu anı güneşli bir gündendi, Yoongi henüz altı, belki de yedi yaşındaydı ve sokaktaki çocuklar onu durmadan kovalıyordu. Ufak ciğerlerini yanıyordu, saçı başı dağılmış, çocuğun görüşünü kapatmıştı. Aniden ayağı takılan ufaklık kendini yerde buluverdi, dirsekleri, dizleri kan revan içinde kalmıştı. Yoongi'nin babasından korkan çocuklar hemen kaçıverdiler, Yoongi bir süre yerde yattığını hatırlıyordu, oradaydı, kanıyordu ve bir hayli canı yanıyordu fakat kendini ağlayamazken buldu. Çünkü ona böyle öğretilmişti. Babasının ona hep dediği gibi: "Eğer seni bir daha ağlarken yakalarsam daha çok ağlatırım."
Ve bu hep böyle devam etmişti. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin Yoongi hep kanayan ancak ağlayamayan çocuk, babası da onu sevgiden yoksun gözlerle izleyen bir adam olarak kalmıştı. Her ne kadar doğru olmasa bile ufak bir çocuğun azarlanması garipsenmezdi belki, fakat Yoongi durumun normal olmadığını anladığında on altı yaşındaydı, abisi sarhoş kullandığı arabayı bir duvara çarpmış, suçu Yoongi'nin üzerine atmıştı. Durum üzerine hayli canı sıkılan Yoongi dışarı vuramadığı öfkesinden ağlamış, herkesin önünde babasından bir tokat yemişti. Bu tokat on sene önce atılmıştı fakat hala izi duruyordu Yoongi'de, belki yanağında değil, fakat ruhunda bir yerde.
Boş terasta yalnızlığı ile kadeh kaldıran Yoongi, telefonunun melodisi ile irkildi. Ürkek bir ceylan yavrusuna dönmüştü sanki anıları kucaklarken, kendini bir çocuk gibi hissetti, ve nefret etti böyle hissetmekten. Telefonunu eline aldığında Taehyung'un kendisini aradığını gördü, fakat saat gecenin birine geliyordu. Açmamayı bile düşündü bir an. Şu an onun cilveleri ile başa çıkacak hali yoktu, yorgun hissediyordu kendini, üzerine hüzün çökmüştü.
Fakat yine de aramayı cevapladı.
"Alo?" Yoongi sessizce konuştu telefona, biraz da uykuluymuş gibi yaptı, yalan olmasın. Adamı başından savmak için yapmayacağı şey yoktu neredeyse, hele son olanlardan sonra.
"Hyung?" Telefonun diğer hattından gelen ses Yoongi'yi şaşırttı. Adam bütün vücudunun kasıldığını, içinde endişe alarmlarının çaldığını hissetti. Taehyung'a bile benzemiyordu ses neredeyse, öylesine kişilik dışıydı ki onu böyle duymak. Tek bir kelimeden bile anlaşılıyordu bir şeylerin yanlış olduğu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Turning Point | 태기
FanfictionKarmaşık bir dizi olay sonrasında Yoongi ve Taehyung'un kader ipleri birbirine dolanır. Bu, iki adam için de bir dönüm noktası olacaktır. ㅡKTH&MYG