Barış Saygın
Ayıldığımda çok yakından silah sesleri geliyordu. Sanırım beni kurtarmaya gelenlerdi Hikmet Abinin adamlarıyla çatışanlar. Başımda hiç nöbetçi yoktu. Hepsi çatışmadaydı. Ben de bu durumu fırsat bilip kaçmaya çalışacaktım. Sol tarafımda bir masa vardı. Masanın üstünde de çakı. Ağzımla o çakıyı kaptığım gibi göğsümün biraz aşağısında sıkı sıkıya bağlı olarak bulunan kalın halatı ağzımdaki bıçakla kesmeye çalıştım. Başarılı olmuştum işte. Sağa sola tepinip halatı dairesel bir şekilde çözmüştüm. Şimdi sıra en zor kısımlara gelmişti.
Ellerimi kullanmadan ayaklarımdaki ipleri nasıl çözebilirdim ki ? Buldum ! Aynı gövdemdeki ipi sağa sola doğru tepinerek nasıl çözdüysem ayaklarımdaki ipi de öyle çözecektim. Çıkmıyordu. Allah kahretsin ! Çok sıkı bağlamışlardı. Sinirle tepinmeye devam ederken sandalyenin arkasında bağlı olan ellerime sivri bir şey denk gelmişti. Tabii ya ! Ellerimde bağlı olan ipi bu sivri şeyle açabilirdim. Daha sonra da ellerim serbest kalınca ayaklarımdaki ipi de çakıyla kesebilirdim. Ama bütün bunları çabuk yapmam lazımdı. Çatışma yakında bitebilirdi çünkü silah sesleri biraz da olsa azalmıştı.
Elimdeki halatı sandalyenin sivri olan tarafına bir ileri bir geri olacak şekilde sürtmeye başlamıştım. Halat biraz incelmeye başlamıştı bile. Bu işlemi birkaç kez daha yapınca ellerim tamamen serbest kalmıştı. Başarmıştım işte. Vakit kaybetmemem gerekiyordu yalnız. Önceden yer attığım çakıyı alıp ayaklarımdaki halatı da kestikten sonra serbesttim. Sadece buradan çıkmam gerekiyordu. Ama bu , işin en zor kısmıydı.
Silah sesleri tamamen kesilmişti ve ayak sesleri bu tarafa geliyordu. İçimden bir ses saklanmam gerektiğini söylerken beynim de halatları bağlamış gibi yapıp sandalyede aynı şekilde oturmam gerektiğini söylüyordu. Çabuk karar vermem gerekti. Eğer saklanırsam beni bu küçücük depoda bulurlardı. Ama beynimle hareket edip sandalyede aynı şekilde oturursam durumu çakmazlardı. Yalnız kaldığım ilk fırsatta da buradan elimi kolumu sallaya sallaya çıkabilirdim ama hesaba katmadığım bir şey vardı. Kapıdaki nöbetçiler ! Yine başa dönmüştüm işte. Buradan asla çıkamayacaktım. En iyisi saklanmaktı. Sanırım biraz saklambaç oynayabilirdik. Demir kapı tam açılacağı sırada kolilerin arkasına geçtim. Hiç ses çıkarmamam gerekiyordu. Yoksa beni kolay sobelerlerdi.
" Her tarafı arayın ! O Hikmet şerefsizini bulun bana ! " dedi hiç tanıdık olmayan bir ses.
Defne Işık
" Çok sevindim senin adına. " dedi Yağmur gülümseyerek. Kahvelerimizi içtikten sonra benden müsaade istedi gitmek için.
" Biraz daha otursaydın kızım ya. Canım sıkılacak yine tek başıma. " dedim dudaklarımı bükerek.
" Kalmak isterdim ama üvey babam 1 saatliğine izin verdi. Daha sonra tekrar gelirim. "
" Üvey baban mı ? Senin bir üvey baban mı var ? "
" Evet , ama sonra anlatırım. " dedi.
" Ne şanslısın , en azından üvey baban var , bende o da yok. " diyebildim sadece.
" Şanslı mı ? Asıl şanslı olan sensin. Üvey babam olacağına babasız kalsaydım keşke. " dedi buruk bir şekilde gülümserken.
" Ama emin ol babasız kalmak üvey babasızlıktan daha kötü. " dedim.
" Üvey babamın nasıl biri olduğunu bilseydin böyle düşünmezdin. Neyse görüşürüz hadi. " deyip iki yanağımdan öptü.
" Görüşürüz. " deyip Yağmur'a o sevecen gülücüklerimden birini yolladıktan sonra gözden kaybolmasını bekleyip gittiğinde kapıyı kapattım. Çok garip. Yağmur'un üvey babası mı varmış ? Aklım almıyordu bir türlü. Üvey babası ona kötü mü davranıyor ? Meraktan çatlamak üzereyim. Aman boş ver ! El alemin babası beni ilgilendirmez. Asıl beni ilgilendiren konuya gelelim. İbrahim... En son telefon konuşmamızda telefonu İbrahim'in yüzüne kapatmıştım. Çok ayıp olmuştur ya ! Tekrar arasam mı acaba ? Niye aradın diye sorarsa da başka birini arayacaktım yanlışlıkla seni aramışım bahanesi kullanırım. Hem böylelikle bana kızgın mı değil mi onu da öğrenmiş olurum. Meraktan delireceğim. Acaba şu an ne yapıyordur ?
İbrahim Koçer
Barış'ı saatlerce aramamıza rağmen onu hala bulamamıştık. Barış yer yarılmıştı da içine girmişti sanki.
" Kesin başına bir iş geldi abi ya. Kesin ! "
" Lan ağzını hayra aç Sinan. "
" Ama abi ya başına bir iş gelmeseydi çoktan bulmuştuk onu. " dediği gibi girişmiştim Sinan'a.
" Lan oğlum kavga etmenin sırası mı şimdi. Kavga etmekten daha önemli işlerimiz var. " diyen Mustafa ayırmıştı bizi. Sinan Mustafa'ya dua etsin. Mustafa olmasaydı Sinan'ı eşek sudan gelene kadar döverdim. Ne saçmalıyordum ben böyle ? İnsan dostum dediği kişiyi eşek sudan gelinceye kadar döver miydi ? Akıl kalmamıştı ki bende. Of be Barış. Neredesin oğlum sen ?
Evde çaresizlik içinde beklemekten başka çaremiz kalmamıştı. O sırada aklıma bir fikir geldi.
" Belki de hastanededir. Ne de olsa dün hastanede kalmak istiyordu. "
Hızla evden çıkıp hastaneye gittik. Bütün hemşirelere doktorlara sorduk. Ama ne yazık ki olumlu bir sonuç yoktu. Kayıptı işte. Barış kayıptı. Çalan telefonumun sesini duyar duymaz belki Barış arıyordur umuduyla cebimden çıkarmamla büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım.
" Ne var Defne ? İşim var şu an sonra konuşalım. " deyip telefonu kapattım. Ne yapmıştım ben ?Defne'ye böyle davranmaya hakkım yoktu benim. Barış'ı bulamamamın sinirini Defne'den çıkarmam çok yanlıştı. Ondan özür dilemeliydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk ve İntikam
Fiksi RemajaDefne... Çirkin mi çirkin sivilceli bir ergen. Ailesi yok ve hiç kimse onu sevmiyor. Kim böyle bir kız olmak ister ki? Sevilmeyen, dışlanan ve sürekli ezilen. O da istemiyordu elbet böyle bir kız olmayı. Ama kader bu