1.BÖLÜM-Adsonya-

502 338 114
                                    


Her şey Türkiye'den Amerika'ya yola çıktığım yolcu uçağıyla başladı...

"Karnımda tuhaf bir boşalma hissediyorum, sence bu normal mi?" derken uçağın penceresinden dışarı bakan Enes bana dönüp kaşlarını çatarak her zamanki ciddiyetini belli eden bakışlarından birini attı.

"Tuhaf olan..." diyip duraksadı ve elini karnına koydu. Bu halini hamile kadınlara benzetmedim de değil doğrusu. Cümlesini

"Ben de hissediyorum Alya." diye tamamlarken uçağın bulunduğumuz bölümüne çığlık atarak gelen hostes,

"Uçak kontrolünü kaybetmiştir, sanırım... Sanırım düşüyoruuuuz!" diye bağırırken yere çöktü. Ardından gelen 'bip' sesleri ile herkes çığlık atarken Enes'in yüzüne korkuyla baktım, hatta o an ne yapmam gerektiğini seçmeye çalışırken Enes'in yüzünü seçemiyor bile olabilirdim. Hemen elimi tutup taş kesilmiş bedenimi koltuktan hızla kaldırdı ve koltukların ortasındaki boşluk yere çömeltti. Sanki her gün yirmi defa uçağın düşme provasını yapmıştı. Resmen ben daha şoka girmeden Enes şoktan çıkmıştı.

"Öleceğime şuan şuradan düşüp de ölmeme ihtimalimin olmadığı kadar eminim Enes! Ağğh hakkını helal et, seni hep kardeşim gibi bildim, her şey için teşekkür ederim." Enes'in elini sımsıkı tutarken gözlerimi kapatmış hızlı hızlı bağırarak sıralıyordum.

"Bir şey olursa... Tabiki sen de hakkını helal et, ben ediyorum ama içimde değişik bir his var-" diyen Enes'in sözünü hızla kestim. Konuşacaklarımız bitmeden olan olur diye çok korkuyordum.

"Ah nihayet öleceğini hissedebildin canım arkadaşım." dedim.

"Haaayır, hayır değişik bir his sanki sağ çıkacakmışım gibi hissediyorum." diyen Enes gözlerimi açmamı -kocaman açmamı- sağladı.

"Ciddi olamazsın kendini dokuz canlı felan mı sandın sen! Burdan düşüp de en az yüz kemiğinin kırılmaması yani ölmemen imkansıııığz!"

Ölümün sesinin yaklaştığını duyunca dişlerimi sıkmaya başladım. Aniden güçlü bir sarsılma oldu ve ikimiz de neredeyse iki metre öne kayarken çığlık attık ama bağırış seslerinden kendi çığlığımı bile duymuyordum.

"Eneees! Keşke senle konuşmasaysdım da o arada kız kardeşime uçak düşüyo diye mesaj atsaydııım haberi olurdu en azındaaan."

"Şu an bile bu zekayı konuşturman ne gü-" Aniden gelen ses bile beyin damarlarımın kopmasına neden olmuşsa ölmemek ne mümkündü.

* * *

Seçmiştim: Ölmeyi... Şu an öbür dünyada olmalıydım. Gözlerimi açıp havaya baktım, her yer bembeyaz fayanslarla kaplıydı. Yatıyordum, hem de bembeyaz bir yatakta, önümde bilgisayara benzeyen değişik değişik aletler vardı. Demek ki teknoloji ahirette de ilerlemişti. Belki de günah ve sevaplar bu makinelerle ölçülüyordu ha, ne dersiniz?

Aaa, burnum kocaman mı olmuş ne, yalan söyleyenin burnu mu uzuyordu acaba...

Ancak elimi burnuma atınca bir hastane odasında olduğumu fark edebildim. Burnuma oksijen tüpü takılmıştı. Hemen koluma baktım serum vardı. Bu bir rüyaydı desem ölünce rüya görülür mü bilmiyorum, hem madem öldüm, zaten ölmüşüm niye tedavi görüyorum? Hayattayım desem, uçak düştü bu imkansıııız! Bana ne oldu peki?

Birden açılan kapı sesi ile önümdeki kocaman kapıyı farkettim. Üzerindeki doktor önlüğünden doktor olduğu anlaşılan bir adam içeri girdi.

"Lütfen..." dedi. "Lütfen başınızı yastığa koyun." deyince başımı yastığa bıraktım, bırakmaz olsaydım başım feci bir şekilde ağrıyınca elimi ağrıyan yere götürdüm ve tekrar elime baktım. Kan... Başım kanıyordu. Gözlerimi kocaman açıp doktora baktım. Hemen yanıma koştu.

"Sakin olun." dedi. Başımdaki sargıdan akan kanı yanımdaki sehpa da bulunan pamuktan bir parça ile sildi ve yavaşça sargıyı söküp temiz pamuğu elimle kafamdaki yaranın üstüne tutmamı istedi.

"Sadece bundan sekiz gün önce bulunduğunuz uçak arıza sebebi ile düştü ve sekiz gün komada yatıp bir mucize eseri kurtuldunuz. Tebrik ederim, yalnız bir kaç gün ayağa kalkmamanız gerekiyor." diyerek karşıdaki dolaptan küçük sargı bezi ve sargı bandı kesen doktorun bu sözlerine delirircesine güldüm.

"Ne yani, sağ çıktığımı mı iddia ediyorsun biliyor musun şu an bana rüyanda uçak düştü deseniz daha mantıklı olurdu. Hı tabi sen benim rüyamda ne gezeceksin o ayrı!"

Doktor karşıdaki beyaz dolaptan alkol vâri bir şey ve bir de pamuk alıp yanıma geldi, başımdaki yarama alkollü pamuk sürerken,

"İnanın ben doğru söylüyorum, siz Yüce Allah'ın sevgili kuluymuşsunuz." diyip gülümsedi. O an benim aklıma ilk gelen en önemli soruyu sordum.

"Bir dakika ya, siz Türk'sünüz dimi, Türkiye'de miyim?"

"Hayır, Türkiye'de değilsiniz, bilmiyorsunuz bu ülkede farklı ülkelerden gelmiş bir çok insan yaşıyor. Bu ülkeyi buradakilerden başka kimse bilmez, gizli ülke burası asla izi bulunamamış bir ülke, bu ülkeden giriş de çıkış da imkansız çok ters bir yerde, okyanusun ortasında. Adonis ülkenin her yerini kapatmıştır..."

"Artık!" diye bağırdım. Ama aslında sesim fısıltı gibi çıkmıştı. "Söyle şu ülkenin adını!"

"Adsonya."

"Adsonya mı? Ne uyduruk bir isim! Adonis, sanırım yönetici... Öyle mi?"

"Evet, Adonis bizim kralımız, her şeyi o yönetir ve bu ülkeye gelen herkes ona itaat eder. " diyen adama bağırdım.

"Yavaş gel, Tanrıça mı o!"

"Ah hayır, sadece yönetici, buranın kuralları budur."

"Hıımm, peki anlat o zaman bana her şeyi!" diyerek yattığım yerden başımı kaldırıp arkama yaslanmaya çalıştığımı anlayan doktor yastığımı dikleştirdi.

"Başını yavaş koy önce de. Şimdi biliyorsun dünyada lanetli bir gün var. 9 Nisan Laneti adı verilen gün var ya... İşte her yıl 9 Nisan'da kaçırılan çocukların hepsinin sorumlusu Adonis!"

"Ne!" diye istemsiz çıkan çığlığımın sonunda elimi ağzıma götürdüm.

"Ben de o gün kaçırıldım, belki televizyonda görmüşsündür. Gerçi... On sekizinde felan var mısın?" Ciddi mi diye baktım, on sekiz gösteriyorsam ne âlâ...

"Yirmi bir yaşındayım ben." diyip güldüm.

"Ha o zaman beni kesinlikle göreceğini düşünmüyorum çünkü benden on bir yaş küçüksün. Yani ben kaçırıldığımda sen üç yaşındaymışsın."

Beynimden hızlı bir hesaplama yaptım.

"Ne yani, sen on dört yaşında kaçırıldın mı?"

"Evet. Neyse çoğu insan kaçırılarak geldi bu ülkeye, birkaç senin gibi kişi de uçak düşmesi gibi olaylardan düştü."

"Peki ben nasıl sağ kaldım?"

"Buraya düşen uçaklar sanırım buradaki hava akımına kapılıp yavaş düşüyor. Ve birkaç kişi -genellikle uçağın orta bölümündekiler- sağ kalabiliyor."

Odanın kapısı aniden açıldı ve içeri giren bir hemşire sevinçle,

"Uçak kazasında sağ kalan diğer kişi de kurtuldu hocam!" demesiyle gözlerimi kocaman açtım. Kimdi o?

"Enes." diye mırıldanıp doktora baktım...


***

Arkadaşlar en kötü kitap bile bir emek sarfedilerek yazılmıştır. Lütfen bu emeğe de saygı duyun ve bu kitaba bir oyu çok görmeyin.😊
Yorumlarınızı eksik etmeyin. Herkese sevgiler... 😘😘😘

Adsonya #Wattys2018Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin