Bölüm 32

40 23 12
                                    

     Kafasına sert bir şeyin çarptığını hissetti Öktem. Başı dönüyordu. Elindeki tahrayı henüz düşürmemişti. Ama onu tutan eli titriyordu; her an elinden bırakabilirdi. Tutunacak bir yer aradı... Cevher'in koluna tutundu. Yüzü yere doğru bakıyordu. Yere saçılmış paraları gördü. Nefes alırken çok zorlanıyordu. Onu para çantasıyla arkasından vuran en güvendiği adamlarından biriydi. O adam Seyit'ti...

     Çılgınca bir rüzgar esti yine. Göz gözü görmez oldu. Elindeki tahrayı Cevher'in omuzuna düşürdü. Cevher, acı bir çığlık attı.

     "Aahh! "

     Öktem, kendini daha fazla ayakta tutamadı. Adamları onunla ilgilenirken Cevher'in kolları boşta kaldı. Seyit'in bağırışı duyuldu.

     "Kaç Cevher kaç! Koş Cevheer! "

     Cevher, sol omuzunu sağ eliyle tutarak koşmaya başladı. Seyit de yere düşen tahrayı kapar kapmaz peşinden gitti. Öktem'in adamları şaşkınlıklarından ne yapacaklarını bilemez haldeydi. Yerde yatan Öktem, eliyle kaçan Cevher ve Seyit'i gösterdi. Verilen emri anlamışlardı. Onların peşinden amansız bir takibe başladılar.

     Dişlerini sıka sıka ilerliyordu Cevher; arkasında da elinde tahrasıyla Seyit. Kendini korumak için almıştı eline. Ama silahlıydı karşı taraf. Seyit de kısa süre öncesine kadar karşı taraftaydı. Ne olmuştu da Cevher'in tarafına geçmişti? O olmasaydı Cevher'in başı çoktan ortadan ikiye ayrılmıştı. Şimdi ikisi de tüm gücüyle kaçıyordu.

     Silah sesi duyuldu. Aralarında çok uzak bir mesafe olmadığını kanıtlayacak kuvvette bir ses... Ağaçların arasında bir yere sığındılar; nefes nefese kalmışlardı.

     "Zümrüt'ü bulmamız lazım. "

     "Koskoca ormanda nasıl bulacağız? Peşimizdeler; ikimizi de öldürecekler. "

     "Sen neden yardım ettin bana? Hayatımı neden kurtardın? "

     "Şimdi bunun sırası değil. Geliyorlar hadi! "

     Ağaçların, dikenlerin arasından devam ediyorlardı koşmaya. Tıpkı Cevher'in rüyasındaki gibi bazen sıklaşan bazen de seyrekleşen ağaçlar... Ama rüyadan farklıydı bu; rüyasında yorulmamıştı. Her koca adımda gücü daha da eriyordu. Üstelik yarası da cabasıydı. Cevher durdu.

     "Hadi Cevher! Durmamamız lazım. "

     "Çok yoruldum. "

     "Anlıyorum seni ben de çok yoruldum ama duramayız. Neden bu tarafa doğru gidiyoruz? "

     "Zümrüt'ün sesini duyduğumu söylemiştim Mirza ile sana. Bu taraftan geliyordu o ses. "

     Cevher'e elini uzattı.

     "Tamam, hadi kalk! "

     Cevher, elinden tuttu; ayağa kalktı. Zümrüt'ün adını anmak bile ona güç veriyordu.

     Bir süre daha hızla ilerledikten sonra silah sesleri kesildi. Arayı açtıklarını, uzaklaştıklarını düşündüler. 

     "Dinlenelim biraz. "

     Cevher, sadece başını sallayabildi. Oldukça bitkin görünüyordu. Seyit, yarasına bakmak için yanına; büyük bir taşın üzerine oturdu. Yarasına dokundu; kontrol etti. Cevher'in acısı yanaklarını titretecek kadar dişlerini sıkmasından anlaşılıyordu.

     "Aaahh! "

     "Yaran fena "

     "Çok mu kötü? "

     "Evet kötü "

     "Son bir kez görebilecek miyim onu Seyit? "

     "Seyit'in yüzünde hafif bir tebessüm...

     "Sizin aşkınız fena. "

     "Senin yok mu sevdiğin ya da sevdirdiğin? "

     Seyit, başını iki yana salladı.

     "Yok "

     "Yalnızsın yani ha? "

     "Öyle "

     Cevher, eliyle gökyüzünde güneşi arasına alan bulutları gösterdi.

     "Bak Seyit! Yalnızlık bulutların ardına saklanan güneş olmak değil, gecenin karanlığına gömülen güneş olabilmektir. "

     Seyit, onaylarmışcasına kafasını salladı. Tam o sırada yine silah sesleri duyuldu. Ancak bu sefer ses arkalarından değil önlerinden geliyordu ve bu sesler karşılıklı çatışmaya benzer seslerdi.

     "Neler oluyor? "

     Cevher, ayağa kalktı ve aniden silah seslerine doğru bağırarak koşmaya başladı.

     "Zümrüüt! Zümrüüt! "

     Seyit de peşinden koştu.

     "Dur Cevher! Ne yapıyorsun sen? Bağırma! "

     Çok geçmeden seslerin geldiği yere vardılar. Ağaçların kesildiği, ortada yeni kazılmış bir çukurun olduğu bir yer ve çatışan iki grup...

     Seyit, Cevher'in arkasından ulaştı. İkisi de olanları bir film gibi seyrediyordu. Seyit, eliyle iki kişiyi işaret etti.

     "Onlar Öktem'in adamları. "

     "Ya diğerleri? "

     "Onları tanımıyorum. "

     Öktem'in adamlarından biri düştü ilk önce toprağa. Sonra diğer gruptan biri... Ve sonra biri daha... Öktem'in adamı kalmıştı tek başına. Kararsız tavırlar sergiledi. İlk önce arkadaşına baktı; sonra çatıştığı kişilerin ölüp ölmediğini kontrol etti. Çukura doğru gitti daha sonra. Birini çıkardı o çukurdan. Çıkardığı kişi Zümrüt'tü. Zümrüt'ün kafasını görebiliyordu sadece Cevher. Gözleri kapalıydı Zümrüt'ün. "Zümrüüt! "diye bağırdı. Seyit tutmaya çalıştı onu. Ama nafileydi; durduramazdı artık. Yaralı omuzunu ağaçlara çarpa çarpa düzlüğe çıktı. Adam irkildi; silahını doğrulttu.

     "Sen de kimsin? "

     Cevher, kızarmış gözlerinden yaş; ağzından kanlar  akıta akıta avazı çıktığı kadar bağırdı.

     "Öldürdün mü lan onu! Öldürdün mü laaan! "

     Adam silahını doğrultmaya devam ediyordu.

     "Kocası mısın sen? "

    Hiçbir şey söylemedi Cevher. Bir süre derin derin nefeslendikten sonra çılgınca bağırarak adamın üstüne doğru koşmaya başladı.

     "Aaaa...! "

     Adam nişan aldı. Cevher'i süzgece çevirmeye hazırdı.

Bahtım BahtımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin