Selam, selam. Çok heyecanlandıran bir bölüm oldu beni ancak bu kadar gecikmesi gerekti çünkü söz konusu bitmesi gereken bir staj ve söz verilmiş başka bir hikayem vardı. O yüzden, ancak gelebildi yeni bölüm ama uzun uzun çalışıldı ve içime gerçekten sindi. O yüzden umarım beğenirsiniz.
Selin
Dirseklerimi kokteyl için özenle hazırlanmış masalardan birine dayadım ve çevremde dönen tiyatroyu izlemeyi sürdürdüm. O kadar sahte, o kadar yapaydık ki aslında içimizde, en derinlerimizde... Şu gösterişli salonu görüp buraya bir uçurum başından sürüklenerek geldiğimizi kim bile bilirdi ki? Kimse. Ve kimse gelmeyecekti. Ömrümüzün sonuna kadar böyle içten içe kirli, dıştansa ışıl ışıl olacaktık. İnsanlar her daim dışarıdan gördükleri hayatlarımıza imreneceklerdi. Bu kadar çabuk toparlanmanın gözlerini dolduracaktı. Salonların ihtişamlarını mutluluklarımıza yoracaklardı.
Hepimiz böyle değildik ama. Mesela bazılarımız buna yeni yeni alışıyorlardı. Ali, her zaman temiz olanlardandı mesela. Onun salonlarını dolduran ihtişam her zaman gerçek bir mutlulukla güçlendirilmişti. Ve benim gibi, bizim gibi olmayı yeni yeni öğreniyordu Ali. Dıştan ihtişamlı, içten kirli....
3 gün önce
Evin dış kapısından içeri girdiğimde, her zaman sükûnetle bütünleşmiş bu duvarları dolduran bir kahkaha duydum. Ancak Yılmazların duvarları alışık değildi neşeye. Hüzün, acı, ihanet severdi onlar. Çığlıkları, hıçkırıklar yutar ve daha da devasa, daha da karanlık olurlardı günden güne. Alışık değillerdi coşkuya böylesine. Kusuyorlardı neşeyi tamamen geri. Yankı yapıyordu bu duvarlara yabancı kahkahalar. Zaten artık Yılmazların duvarları da değillerdi onlar. Güneş Evrim'in duvarlarıydı onlar artık. Buna alışmaları gerekecekti. Pür neşeye. Ama ben, hala bir Yılmazdım. Ve sonsuza kadar bu neşeyi asla kabul edemeyecek ve hep kusacaktım.
Salona girdiğimde görmeyi planladığım bir manzara yoktu gözlerimin önünde. Ama önü sonu göreceğimi bildiğim bir manzaraydı yine de. Yani çok da şaşırmamıştım. Yine de biraz erken olmuyor muydu tüm bunlar?
Evimizin salonunda Haluk Mertoğlu, eski sevgilisi annem Güneş Evrim ve soyadını vermeye hazırlandığı oğlu olan erkek kardeşim Savaş Yılmaz oturuyorlardı ve gurluyorlardı. Hiçbir şey yokmuş gibi...
Savaş'ın mutlu olmasını her zaman çok istemiştim. Her zaman... Ancak bunu anlayabilmek yine de mümkün değildi. Korkunç şeyler olmuştu ve olmaya devam ediyorlardı. Gerçekleri öğrenen Melisa, günlerce odasından çıkamamıştı. O, gerçek bir kurbandı. Ona gidip de abime dediğim gibi hep hayalini kurduğun babaya kavuştun diyemiyordum mesela. Tek diyebildiğim 'güçlü ol'du. Onu da tek bir defa söylemeye şansım olmuştu çünkü beni de görmek istememişti. Ona Savaş'ı ve dahası yaşadığı acıyı hatırlatıyordum. Hep hatırlatacaktım. Hiçbir suçum olmamasına rağmen beni hep kötü hatırlayacak bir insan daha...
Ama ona kızamıyordum. Yerinde olmak istemezdim. Savaş'ı görmek istemişti bir defa. Ama ne ona izin vermişlerdi, ne de Savaş onu görmek istiyordu. Bir anda sırtını dönmüştü. Kabullenmek onun için imkânsıza yakındı. Melisa kendisine deliler gibi âşık olduğuna emin olduğu abimin onu aldatacağına bile ihtimal verirken aklının ucuna gelmeyen bir şeydi bu ve şimdi sanki onunla sıradan bir ayrılık yaşamışlar gibi en azından bunun hakkında konuşmak istiyordu. Ama bu yanlıştı. Bu öylesine güçlü bir tabuydu ki bunun hakkında tek kelime daha edemezdi. Ederse dili yanacaktı, dudakları kanayacak, ağzı yırtılacak, ses telleri parçalanacaktı. Tek kelime daha edilemez konuları konuşamazdın. O da konuşamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Medusa'nın Gözyaşları
Fanfiction"Ne demek lan bu?" dedi Emre kızgınlıkla. "O kız, bir defa bile ağlamadı. Bir defa bile incinmedi. Duygusuzun teki o. Bir de aşık mı edeceksin kendine?" "Daha fazlası." Dedi Ali. "Medusa'nın gözyaşlarını çalacağım. Ve yaptığı tüm büyüler bozulacak."