Öğlenin on ikisinde sanki gideceği bir yer varmış gibi alelacele yürüyordu. Bu yürüyüşe can mı dayanır be! Kaldırım inliyordu eski model topukluların altında. Her enkazdan sağ çıkmış bir ceset yürüyordu karşınızda. Yaralı da olsa duruşundan taviz vermiyordu asla.
Bir süre sonra gözden kaybolarak caddenin sonundaki evine girdi. Duvarları bile yorgunluk kokuyordu bu evin. Ayakkabılarını bıkkınca çıkarıp bir köşeye fırlattı, nerede olduklarını bilmek dahi istemiyordu ve hemen kendini yatağının üzerine fırlattı. Bir süre düşünmeye bıraktı kendini. Neydi bu yaşadığı hayat mı? Peki ya diğerlerinin yaşadığı neydi! Dört duvarı bir çatısı olan her harabe ev olamıyordu işte, neredeydi evin içinde koşturacak çocuklar, işten gelmesini sabırsızlıkla beklediği eşi, sıcak bir kap yemeği nerdeydi? Hayat herkese güllük gülistanlık bize dağ tepe amına koyim diye fısıldamıştı ki kapının çalınmasıyla başını oraya yöneltti. Ne ara açtığını anımsayamadığı müziğini kısıp ortalığı dinledi bir süre, tekrar kapı çalınca "Ne var be!" diye kükredi. Şu an aklında korkudan çok düşüncelerinin bölünmesinin verdiği rahatsızlık vardı, fazla asabiydi. Tekrar kapının çalınmasıyla "Eğer o lanet kapıyı bir kez daha ırzına geçirmeye kalkışırsan seni o kapıyla beraber beşinci kattan aşağıya atarım, yemin ederim hiç acımam." diye tısladı. Biraz önce epey uzun bir süreden sonra en uzun cümleyi kurduğunun şaşkınlığını üzerinden atmak için başını sağa sola hafifçe salladı.
"Şöyle bir şey var ki; kapıyı açmazsan kapının önünde bir ceset bulacaksın ve bunu istemeyeceğini bilecek kadar iyi tanıyorum seni" cevabı gecikmedi. Seni tanıyorum mu demişti? Genç kadın kapıyı açtı ve ekranı kırılmış televizyonun karşısındaki, güneşin rengini yer yer soldurduğu büyük rahat koltuğa attı kendini. Gelenin kim olduğuna bakmayacak kadar ne yaşamış olabilirdi ki bu kadın Allah aşkına?
Kafasını koltuğun arkasına doğru yasladı ve ayaklarını koltuğun önündeki sehpaya doğru uzattı. Şakağına yandan dayanan silahın soğukluğuyla bir an irkilsede yüzüne gerçek bir gülümseme yayıldı. Bu kadın korkmak nedir bilmiyordu adeta ölümü yaşıyordu hem de her zerresinde. Kendini koltuğun boş tarafına güç bela attı, ayakları titriyordu adamın. Sessizce yanında rahatça oturan kadını süzdü. Mavi gözlerine eşlik eden koyu kestane düz saçları özensizce kırpılmış, belinde salınıyordu, burnunun üzerindeki hafif çiller kavruk teniyle uyumlu fakat bir o kadar da aykırı duruyordu. Geniş ve dolgun dudaklar, burası benim hükmüm altında diyen dik bir burnu vardı, sağ yanağındaki yara izi bile güzelliğini gölgeleyemiyordu. Sivri bir çeneye sahipti; gözünün hemen yanındaki çizgiler ve göz altı morluklarıyla garip bir aura yayıyordu.
Genç kadın birden gözlerini açıp " Beynin protez mi niye sıkmayacaksan silah dayıyorsun insanın kafasına" demişti biraz önce silahı doğrultan sağ kolun sahibine bakarak. Demişti ama delikanlının kulağına girmiyordu bu sözler, kulak zarı reddediyordu sesi algılamayı çünkü karşısındaki bir çift göze odaklanmıştı. Yeni doğmuş bir bebek gibi bakıyordu sanki etrafa meraklı, şaşkın, hüzünlü, mutlu, umutsuz ,ümitli ve tarif edilemeyen daha bir çok duygu. Ama o gözlerde sandığının aksine duygu vardı duygusuz değildi fakat çoğu duyguyu bir arada barındırıyordu ne hissettiğini anlamak imkansızın ötesiydi.
"Böcekler bile dönüp bakmaz suratına" sözleri döküldü ağzından istemsizce olmuştu ama aklından geçiriyordu sadece.
"Eee ne yapabilirim yani, ay dur bak çok üzüldüm annemin eteğine saklanacağım." diyerek gülmeye başladı ama bu gerçek bir gülmenin oldukça ötesindeydi. İnceleme sırası genç kadına gelmişti karşısındaki kalem kaşlı, soluk benizli adama bakıyordu. Oldukça biçimsiz burnu, küçük ağız ve dolgun dudaklara sahipti, saçlarının özenle yapıldığı çok ortadaydı. Gözleri morgdan fırlamış gibi cansız, cehennemden çıkmış gibi sıcaktı. Bir an bu sıcaklığın içine işlediğini hissetti işte o an bir titreme geldi bedenine. Kısa bir an, çok kısa bir an. Göz kapakları gözlerinin üzerini perdelemişti, yapılı bir vücuda sahipti. Beli omuzlarına oranla daha inceydi fakat kalın bir bele sahip olduğu her halükarda belliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ENGEREKLERİN DANSI
Teen FictionGenç kadın başını kaldırıp tepesinde uçuşan akbabalara baktı. "Yaşadığının tek belirtisi üzerindeki üç gram et, ondan başka hiçbir vasfın yok ölde bizde işimize bakalım." der gibiydiler. Bir mandalla tutturulmuşçasına dik olan burnunu sanki mümkünm...