Adam

184 110 233
                                    

     Multi: Fırat Alsancak

      Saat 16:15 kadınım yok. Sinirle oturduğum taburede dizimi titrettiğimin bile farkına varamıyordum Çaycı Fikret söylemese.  "Lan oğlum Fırat titretme şu ayağını beynim şişti" kaşının altından bakarak muzipçe söylüyor bunu Fikret Abi.  "Eyvallah abi kusura bakma."

     Beş dakika geçiyor aradan kadınım yok. İki çay söylüyorum geldiği zaman içeriz diye, bekliyorum gelen yok. Kendi bardağımdan bir yudum alıyorum, ikinciyi alıyorum, bardağın dibini görüyorum, hatta diğer çay soğuyor bile ama kadınım yok. Aramak için telefona yelteniyorum yahu kadınımın numarası da yok! İş yerine gitsem ne iş yapar onu da bilmiyorum. Zaten kimse bilmez ki ne iş yaptığını ben bile.  Yok böyle olmaz diyip aceleyle yürümeye başladım caddenin başına doğru, az ileride onu görmemle ne yapacağımı bilemez halde terleyen ellerimi pantolonuma sildim. Kendisini öldürmek için yarışa girmiş kadınların bakışına aldırmadan yürüyordu, burnu ve omuzları hep dik. Öperim ben o omuzları.

    "Neden bu kadar geciktin?"
   
      Karşımda durduğundan beri bana dönmeyen yüzünü bana çevirdi. "Sanane.". Şimdi kinle sislenmiş gözleri daha net görünüyordu, ağlamıştı, kırgın bakıyordu yeni doğmuş bir bebeği hayata küstürecek kadar kırgın. "Kim gönlünü soldurdu?"  dediğimde  ağzının içine bir şeyler söyledi fakat anlayamadım. "Söylesene ne bu hal?" gözlerimin içine baktı,  en içine. O an bir yerlerde çiçekler açtı, bir oğlan bir kıza sevdalandı, bir kızın acısı dindi, kötü adam öldü.

      "Ne o ilgini çekmedi mi? Oysa bu hastalıklı halim daha çok ilgini çeker sanmıştım." savaş açmıştı gözleriyle, ateş etti ve kalbimi parçalayıp geçti. Sonra çiçekler soldu, oğlan sevdasından yataklara düştü, kızın acısına kör bıçak saplandı, film bitti. Ben orda öylece kaldım.
     
         Kaybolmaya başlamıştı kadınım, koştum ardından yetiştim ama bir adım gerisinden yürümeye başladım.  Yer yer duvarları çatlamış  ve dökülmüş binaya girip merdivenleri  ağır ağır çıkmaya başladık. Evinin olduğu kata gelince içeri buyur demedi, bende demesini beklemeden girdim. Ayakkabılarını çıkarıp mutfağa gitti o an bugün bot giydiğini fark ettim doğru ya kaldırımın canını alan sesler yoktu. Bende hemen ardından içeri girdim ayakkabılarımı onunkinin olabildiğince yanına koyarak. İçtiği sigaranın dumanını içime çekerek içerideki odaya geçtim, Allah'ım bu nasıl bir mucize!

    "Dışarıda ne demek istedin?" tepki olarak sigarasından derin bir nefes alıp üzerime üfledi, sanki dumanın içinden bir el boğazımı sıkıyordu, kadınımın eli. Gözlerindeki bıçakları gözlerime sapladı ve   "Kimseyle konuşmuyor olmam ve şu aşağılık tipim yüzünden yanımdasın, merakına yenik düştüğün için." kalbim alev aldı o an. Boğazımda bir bekçi vardı ve nefes almak istedikçe dur, sana orda yer yok diyordu.

     "Ne sikim biliyorsun lan sen, ne kadar tanıdın beni! Yahu kadın seni ne kadar süredir tanıdığımı bile bilmiyorsun." gözlerindeki hareler çatladı içim burkuldu be abi! Adama öyle bakılır mı yahu kutupta olsak buzulları eritir, çölleri su bastırır.

     "Ben hiçbir şey bilmek istemiyorum yeter! Sus!" o burun hep dik oldu, gözler hep savaş açtı, bu kadar bıkkın bakma kadınım kalbim kan pompolama görevini reddediyor.

    "Çünkü korkaksın. İnsanları tanımaktan onların hayatına katılmaktan en çok da sevmekten korkuyorsun" konuşmaktan ziyade tükürür gibi söylemiştim bunları. Artık beni görsün, sevsin istiyordum.

   "Sevmek mi? Komik olma." diyerek yandan bir gülüş attı. Amacı gülmek değil ezmekti, ezildim.
       
     Derin bir nefes aldım. "Bira var mı?" 

ENGEREKLERİN DANSIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin