2

42 36 4
                                    

      Kendimdeydim fakat kirpiklerimi aralayacak gücü bulamıyordum kendimde. Leş gibi kan kokuyordum ve lanet açlık baş kaldırmıştı. Bir midem sahiden var mıydı hâlâ? Çoktan unutmuştum varlığını da.

       Örtüyü binbir çileyle üzerimden fırlatıp mutfağa adımlarken gözlerimdeki pislikleri temizlemeye çalışıyordum. Şeytan bile yalamaz sanıyordum yüzümü hayret, yanılmışım. Dolabın kapağını açınca suratıma üfüren çürük yumurta kokusu feciydi. Yumurtaları iki elime aldığım gibi mutfağın penceresinden fırlatmaya başladım, sokaktan gelen bağırışlar umrumda değildi, bu pis şeyleri istemiyorum. Kısaca domates peynir atıştırıp büyük bir kupa çayı alıp odamdaki kitaplara yöneldim. Bir şeyler okumak istiyorum, zihnimi dağıtıp toplamamak cazipti.

       Köşede Oğuz Atay görünce uzanıp ince parmaklarımla kavradım kitabı, uçlarındaki yaralar kabuk bağlamış sızlıyordu. Kitaptan yükselen karanfil kokusunu içime çektim, bu nasıl bir huzurdu.. sayfalarını hızla araladığımda dörde katlanmış, katlandığı yerlerden sararmış çizgisiz bir kağıt pek de nazik olmayan bir halde yere düştü. Eğilip kağıdı aldığımda karanfil kokusunu daha çok duyumsadım. Her hareketinde daha fazla koku yayıyordu, yazı Demir'in kalemindendi ve bana Ahmed Arif'in bir şiiriyle sesleniyordu. Sayısız kere öptüm kağıdı, sürekli şiirler yazıp bırakırdı kitap aralarıma. Nasıl da görmemiştim yıllar yılı.

"Seni, anlatabilmek seni,
İyi çocuklara, kahramanlara...
Seni, anlatabilmek seni;
Namussuza,
Halden bilmez kahpe yalana...
Ard arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarıda gürül gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar...
Hasretinden prangalar eskittim...
Saçlarına kan gülleri takayım;
Bir o yana,
Bir bu yana...
Seni, bağırabilsem seni;
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına düşmüş bir kibrit çöpüne...
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücüklerin,
Payı yok apansız inen akşamlardan,
Bir kadeh, bir cigara dalıp gidene;
Seni, anlatabilsem seni...
Yokluğun cehennemin öbür adıdır,
Üşüyorum,
Kapama gözlerini."
-Ahmed Arif

        Dışarı fırlattığım yumurtalar sanki boğazıma geldi oturdu. Genzimden garip bir tat yükseldiğinde su içme isteğiyle doldum. Ağzı kırık bir sürahiden su içtiğini düşün. Bir süre sonra kırık camlar dudağını kesiyor ve kanın içtiğin suya karışıyor, işte tam da bu beni anlatacak en iyi tanımdı.
 
       Benim öz babam saçlarımı bile okşamadı oysa, sen nasıl...  Kağıdı tekrar öpüp yatağımın yanında duran komidinin üzerindeki, işlemeli demir kutuya koydum; diğer şiirlerin yanına. Güç bela banyoya gidip fıskiyenin altına atınca bedenimi  'Büyüyorsun.'  diye fısıldadı Tanrı. 'Bu yüzden tüm bu acılar.' Dizlerimin üzerinde ileri geri sallanırken aklımda sayısız cinayetler, sayısız intihar teorileri çarpışıyordu. Benliğimse gözlerini sıkı sıkıya kapatmış verilecek kararı bekliyordu. Kendi içimde bile söz hakkım yoktu, hep böyle olmamış mıydı zaten? Bir tabak daha yemek ister misin dediklerinde cevap veremezdim, kantinden aldığım çay soğuksa yenisini isteyemezdim, turuncu bilekten bağlamalı sandaleti istediğimi söyleyemezdim...  bana sorulmadı ki ne istersin diye çünkü itiraz edecek gücüm olmadı hiç. Zaten ilk kabullenişi ismimin koyulduğu gün yaşamadım mı?

       Başımı kaldırıp yüzümü çırpan suyu hissettim bir süre. Ve karar alındı. Usulca suyun yönünü değiştirip saçlarımı ve bedenimi köpüklediğim sırada kapı çaldı, Murphy Kanunları kendini göstermişti yine.  Ard arda zile basılıyordu ve bu beni çıldırtma boyutundaydı. İsteksiz isteksiz üzerimdekileri çıkarıp duruladıktan sonra kurulanmadan üzerime bir şeyler giyip çıktım banyodan. Islak ayaklarımla tozlu parkede güçlü izler bırakarak kapıya yöneldim, büyük bir gıcırtı sesi kulaklarımla temas ederken yavaşça kapıyı açtım. Sol kaşını hafifçe kaldırmış sonunda açtın der gibi bakıyordu. "İstesem açmazdım, zilin sesi çok mide kaşındırıcıydı dayanamadım."

ENGEREKLERİN DANSIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin