Bölüm-3/Kâbus

172 28 3
                                    

Efruz ikindi ezanıyla yavaşça uyandı ve namazını kıldıktan sonra tekrar yattı. İçine hislerini yazdığı defterini kimseden koruma gereği duymuyor olacak ki, onu göz önünde duran bir çekmeceye koymuştu ve yerini değiştirmedi. Belki de artık kimsenin kendi hakkında ne düşündüğünü umursamıyordu.
Gece geç saatlere kadar kapının yanındaki beyaz ve geniş kitaplığındaki kitaplarından okumuştu. En zevk aldığı şey buydu, çünkü o Kitaplığın içindeki 597 kitabın tamamını okumuş ve çoğunu da ikinci defa bitirmişti. Ve okuduğu kitapların ona kattığı en bariz avantaj duygularını tercüme edebilmesiydi. Bu yüzden de çok fazla acı çekiyor, duygularını tercüme edebilse de onlara mâni olamıyordu.
Çok fazla arkadaş edinme gibi bir huyu da yoktu. Karanlık ve yalnızlıkla iyi bir dostluk kurmuştu çünkü. Ayrıca onların vaad ettiği bir mutluluk da yoktu. İkisi de hüznün ve ümitsizliğin diğer isimleriydi. Ama en azından oldukları gibiydiler. Kimseye bir beklenti vermiyor ve birşey de beklemiyorlardı. Dışarıdaki menfaatler üzerine bina edilmiş sahte dostlukların vıcık vıcık tadı yerine, duraksamış ve filizlenmeyi bekleyen bir tohum gibi güneşe yüzünü dönüp sessizce beklemek çok daha iyiydi. Zaten eğer kendiniz gibi olmayan insanlarla dost olamıyorsanız beklemekten başka çareniz olmuyordu.

Efruz gecenin bir yarısı korku içinde heryeri terlemiş şekilde uyandı. Gözleri sonuna kadar açık ve hızla nefes almaktan bitkindi. Işığı açmak için serice yataktan çıktı ve bir hamleyle odayı aydınlattı. Gördüğü rüyayı unutmamak için gizli defterine yazdı ve korku içinde olduğu yere mıhlandı.
~ ~ ~

"Işıksız bir kandil gibi dolaşıyor ruhum, karanlığın hakim olduğu sokaklarda. Elimde bir fener, aydınlatmaya çalışıyor var gücüyle duygularımı. Karmaşık bir ip yumağı gibi hislerim. Bir rüzgar geliyor uçsuz bucaksız ovaların ardından. Yırtıyor tüm yaşanmışlıkları, hataları, duyguları. Ve göz bebeklerime giriyor bir hamleyle tüm cesareti. Şimdi, O'nun gözlerine bakıyor gözlerim. Sonra açılıyor gözlerimdeki his barajlarım ardına kadar. Tutamıyorum elimden kayıp giden Mavi Uçurtmamı. Gökleri delerek ilerliyor yıldızlara komşu olabilmek için. Artık, gitti elimden çocukluğum.."

Efruz eve gelince bu satırları yazmıştı gözyaşları içinde. Onun çocukluğuna anlam katan o güzel insan uçmuştu ellerinden. Pişmanlığın yeri yoktu artık, çünkü pişman olunacak hiçbirşey yoktu. İçinden ne geliyorsa vurmuştu su yüzüne ve ardında göz yaşı kalmıştı..

Aşk aslında bir görmeme durumudur. Kendi gerçekliğini oluşturur ve hedef seçtiği kişinin ilgisini sömürmek için bir mücadele içine girer. Eğer kazanırsa, karşısındaki insanın artık fiziksel özelliğinin hiçbir anlamı yoktur. O, ruhuyla vardır ve ancak ruhuna aşık olunabilir. Ama kazanamazsa, işte o zaman içine girdiği insanı hislerini kullanarak yemeye başlar. Duyguların karmaşa içine girdiği sırada kalbi kemirir ve tum hissiyâtı söküp alır. İşte o zaman insan acı hissetmez ve yürüyen bir ölüye dönüşür. Ve geriye kalan tek seçenek, intiharıdır.
İntihar derken yaşarken ölmektir kasıt. Bu
uçurumdan düşen insanlar sözler verirler kendilerine. Tıpkı sinir halinde cinnet geçirmek gibidir bu sözler. Ne bir tutanağı, ne de mantığı vardır. Ama dayanamaz işte, çektiği acıları, duygularının yok oluşuyla öder.

~ ~ ~
Kâbusla geçen bir gecenin ardından Dünya hiçbirşey olmamış gibi hâlâ dönüyordu. Doğru ya, kimin umrundaydı..
Güneş tüm sıcaklığını perdesi açık pencereden içeri veriyordu. Işığın narince süzüldüğü aydınlık odada yoğun bir kitap kokusu vardı. Efruzun annesi sessizce odaya girdiğinde aldığı ilk nefesle irkildi ve yüzü buruştu. Masanın üzerinde duran açık kitapları teker teker kapattı ve yerlerine geri koydu. Efruzu uyandırmaya yetecek bir ses tonuyla "Anlaşılan birileri geç yatmış" dedi.
Efruz kıpkırmızı olmuş gözlerini ağır ağır açtı ve ovaladı. Ardından her zamanki küçük tebessümünü annesinin yüzüne kondurdu ve tekrar başını yastığına gömdü.

"Yemek hazır, kalkıyor musun?" dedi annesi. Başında parmakların gezmesi ona anne şefkatini ve sevecenliğini kanıtlamaya her zaman yetmişti. Başını tekrar kaldırdı ve "Tamam anne, geliyorum" dedi.
Beş dakika kadar yattıktan sonra artık kalkmaya karar verdi ve gözüne çarpan Güneşle birlikte güne uyanmış oldu. Yaptığı ilk iş perdeyi çekmekti. Kıyafetlerini değiştirdi ve katlayıp beyaz giysi dolabına koydu. Bunu yaparken aklı yine bambaşka yerlerdeydi. Dağlarda ve ovalarda kuş seslerini dinleyip huzur bulmak istiyordu. En azından zerre kadar bir yaşama umudu. Hayata azıcık bir tutunma isteği..
Nihayet odasından çıktı ve yüzünü yıkadıktan sonra kahvaltıya oturdu. Evin tek çocuğu olduğu için bunun avantajları da vardı elbette. Mesela anne babasının sevgisi ve ilgisi yalnız bir kişiye yöneldiği için bu denge hep Efruzun yönündeydi. Bu yüzden kahvaltıya o olmadan başlamazlardı bile.
Efruz asık bir suratla Günaydın dedikten sonra, gözleri önünde bıkkınlıkla tabağına baktı. Sucuğu sevmezdi, tadı ona hep aşırı gelirdi. O yüzden çatalını aldı ve oyalanmaya çalıştı. Gayesi herkesin ondan önce kalkmasıydı. Çünkü ancak o zaman potansiyel bir "birşeyin mi var?" sorusuna maruz kalmayabilirdi.
Efruzun babası Haluk Izal, Edebiyat üzerine mastır yapmış bir Araştırmacı/Yazar'dı. Birçok makale, kitap, dergi yazarlığı ve profesyonel kariyerine itibar kazandıran şeye imza atmıştı. Ayda en az iki kere konferanslara çağrılır, söyleşi yapar yada imza günleri düzenlerdi. Yazdığı kitaplar hem Akademik hem de kişiseldi. Onu insanlara sevdiren ve okuyucusunu artıran en büyük etken bu hem ciddi hem de samimi kalemiydi.
Efruz sessizce oyalanırken ve arada bir meyve suyundan yudum alırken babası alışılmadık bir ses tonuyla söze girdi;

"Ernest Hemingway'e 'aşk' hakkında sorduklarında verdiği cevap şuydu; "İki insan birbirine aşıksa, buna mutlu son yoktur!".

Efruzun elinde o sırada bardak vardı. Kayıtsızca bakarken birden vücudu kasıldı ve aniden yutkundu. Yutkunuşnu babasına kadar ulaşmış olmalıydı.
Duyduğu cümle karşısında içtiği meyve suyu genizine gitti ve şiddetle öksürdü. Dört defa suyun neden olduğu acı verici hissi durdurmak için çaba harcadı. Nihayet durduğunda gözleri sonuna kadar açık ve kırmızıydı. Anlamaya çalışırcasına babasının sağında duran küçük not defterine baktı.
Ardından babası sanki bu öksürükleri beklercesine gözlerini yavaşça ve sakince kaldırdı. Gözlüğünün üstünden Efruza gülümsedi ve onun arkasında duran, ikinci kata çıkan merdivene doğru "git" derecesine başıyla hareket yaptı.
Efruz bir hamleyle olduğu yerden kalkarak sandalyeyi geriye itti. Hızla merdivenleri çıktı ve odasındaki beyaz masaya koştu. Küçük çekmeceden siyah defterini çıkarttı, kalemini aldı ve heyecanla defterin kapağını kaldırarak ilk sayfaya kocaman harflerle;

"İki insan birbirine aşıksa, buna mutlu son yoktur!" yazdı.

Yüzü iki dakika öncesinden çok daha dinç ve şaşkındı. Belki de dün gece gördüğü Kâbusta bu sözü sokağın karşı duvarlardında yazılmış şekilde gördüğü içindi..

Devam edecek...

~ ~ ~ ~
Devamının gelmesini istiyorsanız oy vermeniz yeterli. Ayrıca düşüncelerinizi de bekliyorum.
Diğer bölümde görüşmek üzere!...

EfruzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin