Bilinmeyen bir zamanda, herkes tarafından bilinen bir yerde yaşıyordu. Mütevazı bir evi, bir hayat arkadaşı, bir rakunu, arabalı bir atı, birkaç koalası olan çirkin bir adamdı. Küçükken büyük bir aşk şairi olmak istiyordu ama büyüdüğünde küçük bir hamburgerci olmuştu. Henüz ömrünün ortalarında, ruhsuz bir işte çalışan ama kocaman ruhu olan bir adamdı.
Adamın adı Ruben, kendisinden beş yaş küçük eşinin adı Benis'ti. Ruben sabah yedide uyanır, yedi buçukta dükkanını açar, öğlene kadar hamburgerleri hazırlar, akşama kadar da onları satardı. Akşam olduğunda eve giderken çok mutlu olurdu çünkü Ruben için hayatta güzel olan tek şey eşiydi. O, işini sevmiyor, arkadaşlarını samimi bulmuyordu. Zaten yaşadığı yer de ona ilham vermiyordu. Zaman sanki eşiyle birlikteyken çok hızlı, ondan ayrıyken çok yavaş geçiyordu.
Yıllar boyu bu durum böyle sürüp gitti. Ruben her gün dünün tekrarını yaşıyor, ertesi günde bu günün tekrarını yaşamak için uykuya dalıyordu. O 33 yaşındayken Benis ağır bir hastalığa yakalanmıştı. Benis'in annesinin de ölmesine neden olan hastalık bu kez Benis'e bulaşmıştı. Ruben çaresizdi. O yerde hastalıklara çözüm sunabilecek tek kişi olan Bilgelik Teyze bile bu hastalık karşısında çaresiz kalmıştı. Tıpkı Benis'in annesinde olduğu gibi. Yaklaşık iki ay bu hastalığa çözüm aradılar. Başka yerlerdeki başka bilgelere gittiler. Çeşit çeşit ilaçlar, türlü türlü bitkiler denediler ama ne çare. Benis'in karnındaki küçük yara her gün daha da büyüyor, daha da acı veriyordu. Yara büyüdükçe Ruben'in üzüntünüsü de büyüyordu.
Ruben umutsuzca şifa ararken o yere uzak bir köyden gelen esnaf bir tanıdığı, bir adamdan bahsetti. Adam hastalığın şifasını bilen birini tanıyan birini tanıyan birini tanıyan birini tanıyan birini tanıyordu ve Ruben'e durumdan bahsetti. Bunu duyar duymaz hazırlanmaya başlayan Ruben, Benis'i Bilgelik teyzeye emanet edip yola koyuldu.
At arabasıyla 5 gün sürecek bu yolda yalnız kalmamak için yanına rakun ve koalaları da aldı. Yol boyunca onlarla sohbet etti. Tuvalet ve uyku dışında hiç bir ihtiyaç için mola vermedi. Zaten günde 3 saat uyuyarak yola devam ediyordu ki çabucak varsın, çabucak şifayı öğrensin. Zorlu süren dört günün ardından esnaf arkadaşının bahsettiği adamı buldu. Adam oldukça yaşlıydı. Saçları ve ön dişler dökülmüş, cildi oldukça yıpranmış ve yanakları çökmüştü. Selam verip adamın o olduğundan emin olduktan sonra derdini anlattı. Adam gerçekten de hastalığın şifasını bilen birini tanıyan birini tanıyan birini tanıyan birinin yerini biliyordu. Ancak bunu söylemek için bir şartı vardı. Adam Ruben'den bir yalan söylemesini ama bu yalanın bir yalan olmamasını istiyordu. Ruben ne kadar yalvardıysada adam şartını gerçekleştirmeden ona yardım etmeyeceğini söyledi. Ruben kendisine hazırlanan yemeği yerken bir yandan da ona ne yalan söyleyeceğini düşünüyordu. Yemeğini yemişti, hatta hava kararmaya başlamıştı ama hâlâ yalan olmayan bir yalan bulamamıştı. Aradan bir kaç saat geçmişti. Ruben uykusuzluğunun sonucu çok bitkindi ama adama söyleyeceği yalanı bulması ve hemen yola çıkması gerekiyordu.
Ruben uyandığında çoktan sabah olmuştu. Gece düşünürken yorgunluktan uyuyakalmış ama uyandığında cevabı da bulmuştu. Cevap şuydu; "Ben şu an yalan söylüyorum." Ruben hemen adamı uyandırdı ve cevabı söyledi. Adam sesli düşünüyordu; "Eğer sen şu an yalan söylüyorsan bu söylediğin bir yalandır. Eğer bu söylediğin yalansa sen şu an doğru söylüyorsun ama sen yalan söylüyorsun. Evet!" dedi yaşlı adam. Binlerce yıldır aradığı bir şeyi bulmuş gibi sevinmişti. Ruben hemen köyün yerini sordu, öğrendi ve yola koyuldu.
Köy kendi köyüne 3, yaşlı adamın köyüne 4 gün mesafede idi. Ruben yine az uyuyup çok yol katederek köye ulaştı. Aradığı adam köyün en zenginiydi bu yüzden kolayca buldu. Zengin adam Ruben'i evine aldı. Adamın evi dışarıdan bakıldığında köydeki diğer evlerden çok daha eski ve haraptı. Ruben önce içten içe "Hani zengindi bu adam, acaba yanlış mı geldim?" diye düşündü. Ancak içeri girdiğinde durumun hiçte dışarıdan görüldüğü gibi olmadığını gördü. Bardaklar altın, tabaklar gümüş, giysiler kürk, ayakkabılar timsah derisi, koltuklar kaz tüyü ve halılar aslan yelesiydi. Ruben zengin adamın karşısına çıkmak için on iki kapıdan geçecekti. Her kapıda öncekinden daha güzel hizmetçi kadınlar vardı ve sonunda adamın huzuruna çıktı. Adam genç ve çok yakışıklıydı. Ruben hemen derdini anlattı. Adam büyük bir ilgisizlikle dinledi. Sanki bu durumu daha önceden defalarca kez dinlemiş gibiydi. Adam gerçekten de hastalığın şifasını bilen birini tanıyan birini tanıyan birinin yerini biliyordu. Ancak bunu söylemek için bir şartı vardı. Ona öyle bir şey vermeliydi ki paradan daha değerli ama boynundaki kürkten de daha değersiz olmayan bir şey olmalıydı bu. Adam Ruben'i dokuzuncu odaya kapattı ve düşünmesi için ona zaman verdi. Ruben günlerdir göremediği eşini çok özlemiş ve onu düşünmeye dalmıştı. Ancak eşi için düşünmesi gereken daha önemli bir şey vardı. Bu kez uyumamaya kararlıydı ve gecenin geç saatlerine kadar düşündü. Herkes uykuya dalmışken Ruben "Buldum!" Diye bağırıp zengin adamın yanına gitmek istedi. Kadınlar Ruben'i zengin adamın huzuruna götürdü. Zengin adam uykusundan uyandırıldı ve heyecanla Ruben'e odaklandı. Ruben, "Size paradan daha değerli ama boynunuzdaki kürkten daha değersiz olmayan bir şey verebilirim." deyip adama rakunu uzattı. "Bu rakun benim çok uzun zamandır dostum ve sizde bilirsiniz ki bu dünyada paradan daha değerli bir şey varsa o da dostluktur. Ayrıca bu rakun öldüğünde en az sırtınızdaki kürk kadar değerli bir kürk olacaktır." Dedi. Zengin adam büyük bir şaşkınlıkla rakunu eline aldı ve Ruben'e köyün yerini söyledi. Ayrıca Ruben'e "Bundan sonra sen de benim dostumsun ve senin için herşeyi yaparım." dedi.