Vedalaşan kalabalığın arasına daldım. Herkes bir yerkere koşturuyordu. Tam ortalarındaydım ama kimse farkıma varmıyordu. Ağlayarak izlemeye devam ettim bir süre. Sadece izledim kalabalığı ve sahte gülücükleri gördüm. Sahte sarılmaları ve öpücükleri. Koklamadan öpüyordu sevgililer birbirini. Öyle alelade. Oysa sevgili öpmesi diye bir şey vardır. Bazı kuralları vardır bu işin. Birincisi ve en önemlisi hafifçe koklamak gerekiyordu öpmeden önce. Sevgiliyi rahatsız etmeden ve onun da hoşuna gidecek şekilde. İkincisi çok sert yada çok yumuşak öpmemek gerekiyordu. Anneler çok sert öpebilir "şap" diye ama sevgililer öyle öpülmez. Hani avucunuzdaki kelebek misali. Üçüncüsü dudaklarınız kupkuru yada ıslak olmamalı. Ruj, parlatıcı veya krem, su yada yiyecek kalıntısı da olmamalı dudaklarda. Tertemiz olmalı öptüğün yer ve dudakların. O beni tam olarak böyle öperdi. Utanırdı öpücük istediğimde. Önce naz yapardı ama türlü şapşikliklerle koparırdım öpücüğü. O beni öperken dünyada aç insan kalmazdı, savaşlarda kimseler ölmezdi, fakir kelimesi lügatlardan kalkardı, kargaların sesi bile güzelleşirdi. Öpmeden önce koklarken sabah yataktan kalkıp balkona çıktığında yüzüne vuran seher yeli gibi bir rüzgar olurdu. Gözlerimi kapatır öpmesini beklerdim birkaç saniyede oluverirdi herşey. Oysa saatlerce sürsün isterdim. Ben gözlerimi kapatayım o saatlerce koklayarak öpsün isterdim.
İşaret parmağımı kalabalıktaki sevgililere doğrultup "Öyle öpülmez!" Diye bağırdım. Yanağımı göstererek "Bak böyle öpülür, görmüyor musun onun öptüğü yerler ne kadar sulak ve verimli, öpmediği yerler kurak ve verimsiz. Sen! Öyle sarılır mı bir insan sevdiğine? Yahu hiç mi sevmiyorsunuz birbirinizi? O kadar sıkarsan göğüslerinin sana dokunduğunu hisseder ve rahatsız olur. Onu hisset ama sıkma! Hepiniz ahmaksınız, hepimiz ahmağız, bir yaşından yüz yaşına hepimiz... Karanlıktan korkuyoruz ama aydınlığın peşinden koşmuyoruz. Bu otogar sizi başka bir şehre götürmüyor, sizi sevdiklerinizden ayırıyor. Ne zaman fark edeceksiniz?" Diye bağırdım. Herkes bir an susup söylediklerimi dinlerken bir yandan da ne dediğimi anlamaya çalışıyorlardı. Anlamaları imkansızdı çünkü henüz en değer verdiklerini kaybetmemişlerdi benim gibi. Uzaklardan birkaç güvenlik görevlisi üzerime doğru geliyordu. Biri elini copuna götürmüş diğeri ise henüz emniyetini açmadığı silahına sarılmıştı. "Sakın!" Diye bağırdım, "Sakın yüzüme dokunmayın! Alayınızı gebertirim! Şu an şarapçı olabilirim ama öncesinde aşıktım. Şimdi yüzüme vurursanız ondan kalan son izlerde silinir. Ben üç aydır yüzüme su dokundurmadım, ağlamadım bile. Onun kokusu hala yüzümde. Hiç bir şeyin hatta gözyaşlarımın bile onun kokusunu yüzümden silmeye hakkı yok! Sakın yapmayın!"
Başımı önüme eğdim, dirsekleri delik ceketimi omzuma attım ve kimseye rahatsızlık vermeden sessizce kalabalığın arasından sıyrıldım. Simsarlar hariç herkes beni izliyordu. Simsarlar dünyanın en puşt ikinci insanlarıdır. İlki ise bu kadar güzel öpüp bu kadar kolay vazgeçen sevgililerdir.