11. Bölüm

348 47 0
                                    

Alya ile devam ediyoruz. :)

________

                    

Al-ya ve Tu-lak geceyi Han ağaçlarından birinde geçirdi. Ağaç kovuğu iki kat olarak tasarlanmıştı; yukarı kısma çıkmayı sağlayan bir merdivenle ayrılmıştı. "Her geldiğimizde Mir-gen ile burada kalıyoruz. Misafir evi gibi bir yer sanırım." dedi, Tu-lak.

Kovuk evde masa, sandalye, yatak ve küçük yuvarlak pencereler vardı. Ağacın içinde bir sürü dal ve yaprak uzanıp, kıvrılıyor ve etrafı sarıyordu. Burası Başkâhin'in ağacından daha canlı ve daha dolu görünüyordu. Targan üst katı Al-ya'nın almasını teklif etti. Tu-lak'ın gözlerinden ırak durması gerçekten daha uygun kaçardı, sonuçta evli değillerdi ve buna rağmen aynı evin içine konmuşlardı. 

"Bizi ayrı kovuklara koysalardı daha uygun kaçardı." dedi, Al-ya.

"Baykuş halkı bizden biraz farklı düşünür. Onlara göre hizmetkarlar ile efendileri arasında asla bir yakınlık olmaz. Bu yüzden bir tehdit de yoktur."

Genç kız yukarı tırmanırken, "Sen benim hizmetkarım değilsin." dedi. "Arkadaşım ve savaşçımsın." Nedense oğlanı bir çeşit köle veya alt seviye biri gibi düşünmek Al-ya'yı rahatsız etmişti. Ayrıca Tu-lak, tarihte ünlü targanlara ev sahipliği yapmış şanlı bir aileye sahipti. Bilinen ilk atası Uz Kağan'ın yanında savaşmış olan Ulu Bey idi. Çok güçlü ve ünlü bir targan olarak nam salmıştı ve Hükümeli olarak hizmet etmişti. Yir-Sup'da Gri Kurtların temeli aslında Tu-lak'ın ataları tarafından atılmıştı ama bir şekilde hükümdarlık kendi ailesine geçmişti. Bu kısım her daim Al-ya için karışıktı. 

Tu-lak güldü. "Ben senin hizmetkarınım ve savaşçınım, arkadaşın değil."

"Öyle mi? O zaman daha resmi konuşman gerekir." Haksız değildi, Tu-lak kardeşi Mir-gen'in arkadaşıydı.

Genç targan başını salladı. "Haklısınız, hanımefendi. Özür dilerim." Sesinde hiçbir duyguya yer yoktu.

Ertesi sabah olduğunda Al-ya dinç bir şekilde uyanmıştı. Garip bir şekilde zihni daha canlıydı ve iştahı da bir o kadar açıktı. Hatta rüyasını bile hatırlıyordu, garipti çünkü genelde gördüğü hiçbir  rüyayı hatırlamazdı. Başkâhin'in söylediklerinin etkisinde kalmış olacaktı ki savaşan kurtlar ve onları yöneten kendisini görmüştü. Her biri önünde diz çöküyordu ama erkek kardeşleri bu durumdan hoşnut değillerdi. Tu-lak bile sessiz sedasız genç kıza bakıyordu, ne yapacağını tartıyor gibiydi.

Aşağıya indiğinde Tu-lak yoktu, her daim olduğu gibi kendisinden önce uyanmış ve sabah duası için güneşi karşılamaya çıkmıştı. Masada ağaç ve çalı meyvelerinden oluşan bir kahvaltı tepsisi vardı. O ana kadar Baykuş halkının ne yeyip içtiğini hiç düşünmemişti. Kurt halkı genelde etçil canlılardı ve doğal olarak bitkiyle beslenmek pek onlara göre değildi. Öğlen ve akşam yemeğinin et içerdiğini umarak Tu-lak'a katılmak için dışarı çıktı.

Sabah duası ve kahvaltı sonrasında dün ki beyaz tenli kadın, onları tekrar Başkâhin'in kovuğuna götürdü. Kadın bıraktıkları yerde oturuyordu. Oradan hiç ayrılıyor mu acaba?

"Güneş, yüreğinizi de gün gibi aydınlatsın." dedi, Başkâhin. "Umarım iyi bir gece geçirmişsinizdir?"

"Teşekkür ederiz." dedi, Al-ya ve Tu-lak aynı anda.

"O zaman şimdi iş konuşabiliriz?"

Al-ya bir adım öne çıktı. "Babam Kur-sul Han, size saygı ve selamlarını gönderdi. Yüzyıllardır iki halkın arasında yakın bir ticari ilişki olduğunu hatırlatarak bu yakınlığın devam etmesini arzulamakta."

Başkâhin sessiz bir nefes aldı. "Kur-sul Han'ın selamlarını yüce gönüllülükle kabul ediyorum. Güzel dilek ve arzuları benim de dilek ve arzularımdır. Gri Kurtlar ile Baykuşlar arasında şu ana kadar aksamadan ilerleyen bir ticari ilişki ağımız var, bunun devamı iki tarafın da çıkarınadır."

"Biz de böyle düşünüyoruz. Kur-sul Han geçen seneki ücretler ile aynı ticari anlaşmayı devam ettirmeyi teklif ediyor."

"Aslında biz bu sene biraz farklı bir anlaşma arzuluyoruz."

Al-ya uzun bir süre kadına baktı. Son 10 yıldır iki halk arasında hep aynı kotalarda ve ücretlerde anlaşma devam ederdi. Daha önce hiç değişiklik yapmak istememişlerdi. 

"10 yıldır aynı anlaşmayı devam ettiriyoruz, değişim zamanı gelmiş de geçiyor bile." diye açıkladı, Başkâhin.

Al-ya kısa bir an Tu-lak'a baktı, o da bunu beklemiyordu. Gerçi kadının da haksız olduğunu söyleyemezdi, 10 yıl gerçekten uzun bir yıldı. Yine de iki taraf için uygun ve karlıydı.

"Ücretlerde bir değişiklik mi arzuluyorsunuz?" diye sordu, Al-ya. 

Baykuşlar'ın altın madenleri vardı ve kendi içlerinde altını para olarak kullanmazlardı ama dışarıyla ticaret yapmak için kullanırlardı. Genelde takas usulü seviyorlardı ama ağaç meyveleri, ipek kozaları ve deriler karşılığında alabilecekleri mal sınırlıydı.

"Hayır, sizden ağırlıkta yün, hayvan postu ve bakır alıyorduk. Bu sene sadece yün ve 100 bin küçük ve büyükbaş hayvana ihtiyacımız var." 

"100 bin mi?" Al-ya şaşkınlığını gizleyemedi. Orman içinde barış içinde yaşayan, ağırlıkta ağaç meyveleri yiyen bir halk, hayvanları ne yapacaktı ki? Onlara yün lazımdı, tahta lazımdı ve çanak çömlekleri ve diğer şeyleri için de bakır ihtiyaçları vardı. Arada bir Doğu Yabancılarından cam ürünleri alırlardı. Demir, çok az ihtiyaç duydukları bir şeydi. Küçükbaş ve büyükbaş hayvan mı? Yemek için olamazdı herhalde? Sonuçta burası koca bir ormandı ve bolca et bulduklarından emindi, et yiyorlarsa elbette!

"Sorun mu vardı?"

Evet, bizim de onlara ihtiyacımız oldukça fazla!

"Biz etçil bir halkız, senede 100 bin besi çok fazla."

Başkâhin komik bir şey duymuş gibi güldü. "Sizin yüz binlerce hayvanınız var, 100 bin nedir ki?"

"Peki, siz 100 bin hayvanı ne yapacaksınız? Bildiğim kadarıyla Baykuş halkının yüzyıllardır sürüleri olmadı."

Siyahi kadının gözleri parladı. "Ben size bizden aldığınız altınları ne yapacağınızı soruyor muyum? Bu bir ticaret, ticaret de tarafları ilgilendiren şey mal alım satımı ve kardır; malın nerede kullanılacağı tarafları bağlamaz. Erkek kardeşiniz Mir-gen bunu çok iyi biliyor. Neden onun yerine siz geldiniz?"

Al-ya gerilmiş bir halde yutkundu. Kadının ses tonu onu rahatsız etmişti ve cümlesinin altında yatan hissiyatı beğenmemişti. 

"Kardeşim başka bir görevle vazifeli sayın Başkâhin... Bağışlayın, haklısınız; bizi ilgilendirmez. Yine de 100 bin besi çok fazla, senede en fazla 50 bin gönderebiliriz. Daha fazlası bizi de zorlar. Bilgeler kurak bir yaz dönemi geçireceğimizden korkuyorlar, iş böyle olursa ciddi gıda sorunu yaşayabiliriz."

"Sıcak dalgalar yakında Yir-Sup'u vuracak ve ekinler de bundan etkilenecek, doğru ama merak etmeyin, sular gür bir şekilde akmaya devam edecek ve hayvanlar ne yiyecek ne de su bulmakta zorluk çekmeyecek. Tenri kış için çok cömert davrandı; yeraltı suları doldu taştı, dağlardaki karlar eriyor ve su kaynaklarını besliyor. Yağmur yeryüzünü bolca suladı. Bu yeni yıl güzel bir çağın müjdeleyicisi olacak. Teklifinize gelince, anlaştık. Madem 50 bin diyorsunuz, o zaman 50 bin olsun. O zaman şimdi ücreti konuşmaya başlayalım."

Sonraki birkaç saat ücret konusu ve yeni ticari anlaşmayı resmiyete dökmekle geçti. Al-ya umduğundan daha karlı bir anlaşma yapmıştı, zira istediği besi hayvanlarının ücretiyle birlikte bu seneki kar oranı iki kat artmıştı. Yine de Baykuşların hala neden besi hayvanları istediği sorusu içini kemiriyordu. Madem kahinlerdi şüphesiz gelecekteki savaşın yaklaştığını da görmüşlerdi ama bu durum ile hayvanlar arasında bir bağ kuramıyordu. Acaba hayvanları savaşın en kritik noktasında daha karlı bir fiyata kendilerine satmayı mı umuyorlardı? Yok, bu hiç de Baykuş halkına göre bir davranış olmazdı. Tu-lak'a göre ise onlar kurnaz bir halktı, her şey mümkündü.

Yir-Sup Efsanesi 'Kurtların Savaşı'Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin