Selamünaleyküm,
Ve işte yeni bir POV ile karşınızdayız. :)
Şança... Temsili resmi de burada.
ŞANÇA
Yaşlı asker ağır ağır uzun dar koridoru adımlıyordu. Bu yolun sonu Sevinç Kulesi'ne çıkıyordu. Buraya en son gelmesinin üzerinden altı sene geçmişti. Sarayın güney batısında kalan bu yer, kral ve kraliçenin yaşayan yegane çocukları prenses Aynia'nın yaşadığı yerdi. Kraliçenin başarısız hamilelikleri ve kralın, kardeşleri nezdinde yaşadığı ihanetten bir yıl sonra doğan prenses, haneye mutluluk ve neşe getirmişti. Bu yüzden kral, kızının şerefine kuleye bu ismi vermiş ve kullanımını sadece ona tahsis etmişti.
Şança yaşlı yaşına rağmen hala dinçti, güçlüydü ve formundaydı. Aksi halde kulenin en üst katına çıkması mümkün olmazdı. Burada yaşayan birinin talim yapmasına gerek yok. Diye düşündü, yaşlı asker. Her gün merdivenleri birkaç kere inip çıkmak yeter de artardı.
Yedi katlı kulenin her bir katındaki oda, prensesin zevklerine göre döşenmişti. Sarayda, onun dışında, böyle odalara sahip yegane kişi kralın kendisiydi ki onun oda sayısı bile prensesten daha azdı. Kraliçe bile bu özel odalara sahip değildi, sadece yatak odası, giyinme odası ve hobi odasından oluşan mütevazi bir iki odası vardı. Zaten kraliçe rahatına düşkün değildi ama her batılı gibi o da zevklerine düşkündü. Kraliçenin zevkleri ise diğer insanlardan daha farklı ve özeldi; ok atmak, botanikle uğraşmak ve zaman zaman talimlerinde canlı hedef kullanmak bunlardan birkaçı idi.
Şança en üst kata ulaştığında derin bir nefes aldı ve nefesi kesilmediği için Tenri'ye şükür etti. Lakin bir gün o da olacaktı. Bu düşünce adamın içini burksa da düşüncelerini hızla geri itti. Prensesin odasının önüne geldiğinde kapıyı çalmak için elini kaldırdı ama içeriden gelen -prensese ait olmayan- bir sesle birlikte durdu. Geri dönmeyi düşünse de kapıyı çaldı. Birkaç saniye içerisinde kapı ardına kadar açıldı.
Karşısında gördüğü en uzun boylu adam duruyordu; ne zayıf ne kiloluydu. Üstünde kaplan sarısı bir cübbe vardı; siyah bir şerit sol omuzundan, çapraz olarak, beline iniyor, oradan da belini çepçevre saran kemer vazifesini görüyordu. Sol göğsünde de gümüşten bir kaplan broşu vardı. Uzun saçları arkasına doğru taranmış, sırtına kadar uzanıyordu. Kaplan gözleri zeka pırıltısıyla parlıyordu. Keskin yüz hatlarına sahipti ve dudakları dolgundu. Bakışları yumuşak ama her daim sorgulayıcıydı. Adam, kraldan en az 10 yaş büyüktü ama buna rağmen ondan bile daha genç görünüyordu. Kabul etmeliydi ki gençken çok kızın kalbini hoplatmış olmalıydı. Hayır. Şimdi bile bunu yapabilecek biri. Diye düşündü.
"Özür dilerim, Üstat Anokhin. Prensesin dersinin bittiğini söylemişlerdi."
Üstat Anokhin tebessümle Şança'ya baktı. "Bitti de ama prenses her zamanki gibi bilgiye aç." Üstat omzunun arkasından prensese baktı. Genç kız altın renkli, vücudunu cüretkarca sergileyen, uzun bir elbise giyiyordu. Saçları dağınık bir şekilde toplanmıştı. Kaplan gözleri hatırladığı gibi sevecen ve neşe doluydu. "Sohbet ediyorduk. Doğrusu onun hayatı sorgulayıcı olması beni mutlu ediyor. Çoğu prensesten hatta prensten daha bilinçli."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yir-Sup Efsanesi 'Kurtların Savaşı'
FantasyDİKKAT! Bu roman, ScifiTR Okuma Listesinde yer almaktadır. Taht Oyunları ve Yüzüklerin Efendisi serilerini seviyorsanız bu seri tam da size göre. Yir-Sup devletinin yıkılmasının üzerinden 400 yıla yakın bir zaman geçmiştir. Devletin kurucu halkı Boz...