10. Bölüm

5.7K 705 313
                                    


23 Eylül 1623

"Bu sensiz geçen kaçıncı mevsim Jimin?"

Bir kez daha karaladı defterine Jungkook, artık bilinci yerinde olmadığı için el yazısı gitgide kaymaya başlamıştı. Bunun en büyük sebeplerinden birisi de elinden hiç düşürmediği içki şişesiydi.

Önceleri bardaklara döker içerdi içkilerini ama bir süre sonra bu etki etmemeye başladı ve şişelere sarıldı. İçti, defalarca içti. Jimin gittikten sonra sadece içip bir şeyler karaladı. İçindeki acıyı bastırmak için sadece içmesi yetmedi çünkü bu odada bıraktığı izleri unutamıyordu. Sadece bu odada değil, savaş salonu ve kendi özel odası da buna dahildi.

Batmaya yakın güneşin manzarasını izlemek için sandalyeyi tam önüne çekerek aylarca elinden düşürmediği içki şişesini dudaklarına götürdü genç prens.

Bir mevsim daha geçmişti eşi olmadan. Onunla tanıştığında her yer cıvıl cıvıldı, kırda başına taktığı o hediye taçla her şey tamamlanıyordu. O görüntü gözlerinin önüne gelince dudakları yukarıya kıvrıldı. Deli gibi özlediği insanı göremediği için onun anılarıyla yetinmişti yine.

Aradan geçen mevsimler sadece iki prensi ayırmamıştı, Prens Kwang ile Prenses Jihyun'u da ayırmıştı. Savaş sonucunda Park ailesinin krallığı yıkılmıştı ve Prens Kwang vefat etmişti. Savaşa dair alınan tek haber buydu, bundan sonrasını kimse bilmiyordu.

Jimin'in yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordu Jungkook. Ama onun son isteğini yerine getirip Park ailesinin krallığında bulunan halka gizli saklı yardımlarda bulunuyordu. Gizliydi çünkü kral bunu duyarsa bütün bağları yok ederdi.

Dalgın gözleri karşıdaki manzarayı izlemeye devam etti. Hoş, güzel eşi yanında olmadıkça ne yapacaktı o manzaranın güzelliğini? O manzarayı güzelleştiren Jimin'in varoluşuydu, etrafa yaydığı sıcaklığıydı. Hiç olmazsa eşine sunduğu gülümsemesiydi.

Şişeyi kaldırıp büyük bir yudum daha aldı prens, acılarının yok olmayacağını bile bile.

Odasının kapısı açıldığında Taehyung içeriye girmişti. Jungkook artık Jimin mi geldi düşüncesiyle başını bile çevirmiyordu çünkü biliyordu, o sessizce gelmezdi. O geldiğinde etrafa enerji verirdi. Jungkook onu hissederdi.

Taehyung dağılmış kuzenine baktığında az daha kendisi de dağılacakmış gibi hissetti. Kendi açısından bakıp az daha izdivaca çıkacak olduğu adamı hatırlayıp endişelenme düşüncelerine girmek istemiyordu. Toparlanmıştı, tekrardan yıkılmamaya çalıştı o da.

"Toparlan artık. Kral vasiyetini açıklamak için senin adına akşam soyluları çağırdı. Bir daha ki kralın sen olacağını açıklayacak." Biraz daha yaklaştığında kuzeninin kızaran gözlerini gördü, içi çok acıdı. Burnunun ucu titredi ve gözleri yavaşça dolmaya başladı.

"İstemez. Söyle kralı sen yapsın." Önemsiz bir şeymiş gibi lafı uzatmadan konuşarak bir büyük yudum için daha kendisini hazırlamıştı ki elinden içki şişesi çekildi.

"Jungkook kendine gel artık." Taehyung elindeki şişeyi sertçe masaya bıraktı. "Yeter, tamam mı? Haber alamıyoruz işte! Senin böyle yapman hiçbir işe yaramıyor."

Taehyung her ne kadar sinirle konuşsa da gözlerinden sıcak gözyaşları yanaklarına süzülüyordu. Boşu boşuna yıkılan bir krallık vardı, savaşlarda verilen onca kayıplar da boşunaydı ve haber alamadıkları sevdikleri insanlar da son noktaydı. Onun da dağılması için sadece ufak bir kıvılcım yetiyordu.

Two Prince |Jikook|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin