Kadın ertesi gün sabah evinden çıktı. Söğüt ağacına gidiyordu. İçinde hem heyecan hem de korku vardı. Hayal kurmak istemiyordu çünkü hayal kırıklığına uğramak istemiyordu.
Güneşin sıcağı yakmıyordu insanı.Arada bir esen ılık rüzgarlar eşliğinde söğüt ağacının yanına geldi.
İçten içe tahmin ettiği gibi bomboştu. Söğüt ağacının dibinde otlardan başka bir şey yoktu. Birden durgunlaştı. Söğüt ağacının dibine oturup, adamın evini izlemeye başladı. Sokağı izledi, önünden gelip geçen insanları izledi. Kendi hayatını izlemeyi bırakıp başka insanların hayat telaşını izleyince rahatladığını hissetti.
Eve gitme vakti gelmişti. Belliydi ki adam onu görmezden gelmişti. Zorla güzellik olmazdı. Kadın zamana bırakmaya karar verdi.
Ertesi sabah yine söğüt ağacının altında buldu kendini, yine bekliyordu. Yine sokağı ve insanların telaşını seyre dalmıştı. Tam yine evine doğru yol almaya başlamıştı ki ...
İki kadının sohbetine kulak misafiri oldu. Söylediklerine göre adamın annesi rahatsızlanmıştı ve adam da annesiyle beraber hastanedeydi.
Kadın kendini çok kötü hissetti. Adam kendi hayatının derdiyle uğraşırken o söğüt ağacının altında oturmuş aşk mektubuna cevap bekliyordu. Ne kadar aptaldı, aşk onu ne kadar bencil yapmıştı. Tek düşünebildiği adama olan aşkı ve bu aşkın sonuçlarının ne olabileceğiydi.
Hayatta insanın başına gelebilecek tüm dertleri unutmuş, sadece aşkına odaklanmışken hayat ona asıl dertlerin ne olduğunu hatırlatmıştı.
Evine gidip deri kaplı defterine yazmalıydı.Yazamıyordu. İlk defa kalem eline yapışıp kalmıştı. İlk defa ne yazacağını bilmiyordu. Belki de dışarı çıkmalıydı, geceyi izlemek belki ona iyi gelirdi. Sokağa çıktı, gökyüzünde parlayan yıldızlara baktı. Dua ediyordu, sevdiği adamın annesi iyileşsin diye. Adam üzülmesin, annesiz kalmasın diye. Adamın annesini tanımıyordu, ona dua etmesinin tek nedeni sevdiği adamın annesi olmasıydı. Bu yeterli bir sebep değil miydi?
Ağlamaya başladı, sessizce, sıcak gözyaşları kuru yanaklarından akıyor, ağzına geldiğinde de tuzlu bir tat bırakıyordu. Canı yanıyordu, tüm kalbini kaplayan bir adamın canı yanarsa onun canı iki kat yanardı.
Canını yakan iki şey vardı. Bir; ya sevdiği adam annesiz kalırsa.Kim bilir o adam nasıl yıkılır ve sevdiği adamın yıkılması o kadının canını nasıl yakar. İki; ona destek olamamak, ona sımsıkı sarılıp teselli sözcükleri fısıldayamamak.
Hava soğudu, kadın eve girdi. Yatağına uzandı, ağlayarak dua etmeye devam etti. Ne kadar zamandır ağlayarak dua ettiğini bilmiyordu. Aynasının karşısına geçip suratına baktı. Gözyaşları yanağında kuruyup beyaz bir iz bırakmıştı, dua etmekten ağzı kurumuştu.
Uyumak iyi gelirdi. Kafasını yastığa koyduğu gibi uyuyakaldı.Ertesi gün yine söğüt ağacı, yine bekleyiş. Ama bu sefer adamın evinden bir ses geliyordu. Belki de gelmişti. Belki annesi de iyileşmişti. Acaba ona sorsa mıydı? Kendini çok mu belli ederdi?
En iyisi yine eve gitmeliydi. Annesinin durumundan elbet bir şekilde haberi olurdu.
Evine doğru giderken adamın evinin kapısının açıldığını duydu, arkasını dönüp izlemeye başladı. Adam mutlu gözüküyordu, dudağında hafif bir gülümseme vardı ama bakışları düşünceliydi. Söğüt ağacına doğru yavaş yavaş ilerledi ve bir not bıraktı. Kadın bu bekleyiş süresi boyunca ilk defa tebessüm etti, demek ki onu sevdiğini söyleyen kadını unutmamış, onu tanımış, cevap yazmıştı.
10 dakika boyunca sokakta oyalandıktan sonra söğüt ağacına doğru ilerledi , küçük not kağıdını eline aldı. Üstünde Gökyüzüne bak, beni orda görürsün yazıyordu.
Kadının artık en sevdiği gökyüzüydü. Bundan sonra gökyüzüne her baktığında tebessüm edecekti...
Not kağıdını öpüp suratında huzurlu bir tebessümle evine doğru yol aldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akşamüstü Olduğu Zaman
RomansaKadın deri kapaklı defterini çıkarır ve yazmaya başlar.