Çınar gördüğü rüyadan bağımsız bir şekilde kulağına çarpan sesin tam olarak nereden geldiğini anlayamayarak mahmur mahmur gözlerini kırpıştırdı. Sonra bir anda gördükleri karşısında dondu kaldı. Odası Ceviz'in odasıyla iç içe geçmiş gibiydi. Eşyalar tamamen saydamdı. Sanki eşyaların hayaletleri üst üste binmiş gibiydi. Ama hiçbir şekilde birbirlerine zarar vermiyorlardı. Ceviz odanın ortasında hiç hareket etmeden duruyordu. Ama o da net değildi. Eşyalar gibi saydam değildi ama tamamen net olduğu da söylenemezdi. Sonra aniden Ceviz'in tam olarak 45 derece solunda bir kadın silüeti belirir gibi oldu. Çınar onun mor saçlarını gördü ve derinlerden gelen sesini duydu.
"Hey... Sen nasıl- neler oluyor burda?"
Sonra Ceviz aniden hareketlendi ve Çınar'ın kulakları tıkanır gibi oldu. Ardından da herşey netleşti. Odasına gün ışığı doluyor ve garip olan hiçbir şey yok gibi duruyordu.
Çınar yatağından doğrularak oturdu ve anlamsız bir şekilde etrafına bakındı. Az önce gördüğü şeyin yaşanması imkansızdı. Yani kesinlikle bir rüyaydı. Ancak nedense çok gerçekçiydi. Hatta karısıyla oğlunu kaybettiği kazayı gördüğü rüyalardan bile daha gerçekçiydi.
Çenesi kocaman açılana kadar esnedi ve yatağından kalkıp kapısının yanındaki aynada yüzüne baktı. Alt dudağından başlayıp boynuna inen çirkin yara izine bakmamaya çalışarak gözlerinde çapak olup olmadığını kontrol etti. Sonra üstünü değiştirip aşağı indi. Mutfakta Sakura'nın olmadığını görünce biraz şaşırdı. Acaba dışarıda mı diye kapıyı açınca Sakura'nın tuvalete giden yolda elinde yanan mumla öylece dikildiğini ve boş boş önüne baktığını görünce biraz şaşırdı ve ona seslendi.
"Hey... Sakura ne yapıyorsun orada?"
Çınar'ın sesi onu sıçrattı ve elindeki mumu yere düşürüp kırdı. Bu ses onu kendine getirmiş gibiydi.
"İyi misin?" diye sordu Çınar.
Sakura " İyiyim. Sadece... Ben... Geliyorum." dedi ve içeri geçti. Çınar'a "Günaydın" deyip direk mutfağa geçti. O ara Ceviz'de odasından çıkıp yanlarına gelmişti. Ondada gülümseyerek "Günaydın" dedi ve mutfakta tezgahın üzerinde duran ihtiyaç listesini eline aldı. Yüzünü buruşturarak listeyi baştan aşağı taradı. Ona göre gereksiz bir sürü şey vardı. Ama anlaşılan ona gereksiz gelenler diğerlerinin ihtiyaçlarıydı.
Listeyi alıp oturma odası tarafına gitti ve koltuğa oturup eline kalemi aldı. Kendisininde listeye bir kaç şey eklemesi gerekiyordu. Örneğin bir günlük daha. Çünkü elindeki son günlüğü de dün bitirmişti. Yeni bir kalem de fena olmazdı. Tabi arabaya benzin de koydurması gerekiyordu. Buraya gelirken onun kamyonetini kullanarak gelmişlerdi. Balsa'nın da buraya gelmeden önce bir arabası vardı. Ancak Çınar'ın ki kamyonet olduğu için ellerinde onun kalmasını tercih ettiler ve Balsa'nın küçük arabasını sattılar. O arabadan gelen gelir olmasa evin içini istedikleri gibi döşeyemeyecek bütün o kesme aletlerini ve tahtaları alamayacaklardı.
O listeye odaklanmışken Ceviz'de kendi listesiyle geldi. Bu çocuk yaşça da bedence de ufak olmasına rağmen kesinlikle aralarindaki en büyük beyin onundu. Çınar onun istediği parçaların şekillerini ve ebatlarını anlatırken "tüm bunları nasıl hatırlayacağım" diye düşünmeden edemedi.
Palmiye'nin selamına karşılık verdikten sonra Ceviz'e
"Bak ne diyeceğim. Bunları bana anlatmaktansa hepsini ayrı ayrı yaz ki unuttuğum bir şey olmasın" dedi. Ceviz onaylayınca da Sakura ve Palmiye'ye seslenip ihtiyaçları olan bir şey olup olmadığını sordu. Palmiye'nin ihtiyaçlarını da yazdıktan sonra Sakura'nın isteği üzerine Balsa'yı çağırmaya gitti.
Çınar'ın buradaki görevi diğerlerinin kıyafet ihtiyaçlarını karşılamak ve ayda bir ihtiyaç listesindekileri almak için şehre gitmekti. Çınar ailesini kaybetmeden önce terzilik yapıyordu. İşinde o kadar iyiydi ki bazen çevre şehirlerden bile ona kıyafet diktirmeye gelen müşterileri olurdu. Bu yüzden buraya geldiklerinde herkes kendi becerisini öne çıkaran işleri tercih edince o da neden olmasın diyip diğerlerinin kıyafetlerini dikmeye gönüllü oldu. Bu sayede şehre indiğinde önce diğerlerinden artan kumaş parçalarıyla diktiği, tasarımı tamamen kendine ait kıyafetleri satıyor, onların parasıyla da ihtiyaçları karşılıyordu. İhtiyaç listesindekileri almak için diğerlerinden hiç biri gönüllü olmayınca bu iş ona kalmıştı. Açıkçası o da bu işe en uygun olanın kedisi olduğunu düşünüyordu. Çünkü o diğerlerinden farklıydı. Diğerlerindeki kusur en başından beri onlarlaydı. Sakura doğduğundan beri pembe yüzlü ve beyaz saçlıydı. Palmiye hep uzundu. Balsa muhtemelen ergenliğe girdiğinden beri o tiz sese sahipti ve Ceviz muhtemelen o koca beyni sayesinde diğerleri tarafından hep ucube olarak görülmüştü. Ama Çınar'ın kusuru ona yirmili yaşlarının sonunda gelmişti. O çirkin yara izi ve dede sesi en başından beri onunla değildi. Önceden yakışıklı ve kendine güveni tam bir adamdı. Bu sayede insan ilişkileri de iyiydi. Şimdide şehre inince insanlar yüzündeki çirkin yaraya bakarlarken bir aşamaya kadar onları görmezden gelip işlerini halledebiliyordu. Ama diğerleri buraya gelene kadar o kadar çok ezilmiş ve yıpratılmışlardı ki normal bir insanla konuşmayı bile reddedecek haldeydiler. Bu yüzden bu işe en uygun oydu. Diğerlerine karşı içinde oluşan suçluluk ve acıma duygusu eşliğinde sessizce kahvaltısını yaptı.
Kahvaltıdan sonra kamyonete bir aydır diktiği kıyafetleri yüklerken yanına balsa geldi. Kucağında da koyunların genç olanlarından biri vardı.
"Bu şimdilik aralarında en sağlıklı görünenleri. Onların nesi olduğunu anlayamadım. Birkaçını muayene ettim ama herhangi bir şey bulamadım. Neden olduğunu anlamadığım bir şekilde korkmuş görünüyorlar. Otlarken başta iyi gibiydiler. Ama kahvaltıdan sonra yanlarına gittiğimde hepsi birbirine sokulmuş şekilde otluyorlardı. Hayatımda daha önce böyle bir şey görmedim" dedi incecik sesiyle.
Çınar'da koyuna şöyle bir baktı ama görünürde herhangibir terslik yok gibiydi.
"Bilmiyorum" dedi. Bir yandanda koyunu gözleriyle incelemeye devam ederek "Bana herhangibir terslik gözükmedi"
"Evet. Çünkü aralarında en normali buydu. Neyse ben seni fazla tutmayayım."
Çınar, Balsa'ya teşekkür ederek kamyonetine bindi ve şehre giden otobana çıkana kadar toprak yolda ağır ağır ilerledi. İşte yine oluyordu. Arabanın direksiyonuna her oturduğunda aklına karısıyla çocuğu geliyordu. Kendi kendine onların hayallerini zihninden uzaklaştırıp buraya gelişlerini düşünmeye başladı. Karısıyla çocuğunun ölümlerinden sonra bir süre komada kalmış sonrada pisikiatrik tedavi görmüştü. Onların ölümlerinden kendini sorumlu tutmuş ve delirme raddesine gelmişti. Ancak sonra günahlarının kefaretini öderse huzura kavuşabileceği fikri gelmişti aklına. Sonra internetten insanlardan bıkmış ve biraz huzur isteyen bir kaç kişiyle tanıştı. Bu kişilerle arkadaş olup onları daha yakından tanıyınca öyle bir şey farketti ki bu kadarı ancak filimlerde olabilecek bir şeydi. Onlarla konuştukça diğerleri bunu hatırlamasalar da ne yazık ki onlarla daha önceden tanışmış olduğunu fark etti. Hemde onlar açısından hiçte hoş olmayan bir şekilde... Ancak onlara bunu anlatmaktansa seyir halindeki bir arabanın önüne atlamayı tercih ederdi... Kendine sakladığı bu anıları onu huzura kavuşturmaktansa iyice kendini kötü hissetmesine neden oluyordu. Ama yapacak bir şeyi yoktu. Bu onun cezasıydı. Şu andaki tek amacı ev arkadaşlarının mutlulukları için elinden geleni yapmaktı. Bu kendi mutluluğuna mal olsada...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zaman Kırılması
FantasyZaman ve evren insan için hep anlaşılması zor bir noktada yer almıştır. Bir avuç genç hiç beklemedikleri bir anda kendilerini bu anlaşılmazlığın içerisinde bulurlar.