Çınar toprak yolda yavaşça giderken nahoş anıları zihninde su yüzüne çıkmaya devam ediyordu. Dikkatini yolda tutmaya devam etse de bir türlü odaklanamadığının farkındaydı. Bu yüzden yine geçen seferki gibi bir kazaya neden olmamak için kamyoneti kenara çekti ve zihnini toplamaya çalıştı. Ama bu nafileydi. O daha zihninden kovamadan anısı gözlerinin önünde canlanmaya başlamıştı bile.
O gün şimdiye kadarki yaşamının en kötü günüydü. Bir yandan da hayata şu an da tutunabilmiş olmasıda yine o gün yaşadıklarıyla alakalıydı.
O zamanlar Çınar için hayatında vaz geçilemez dört şey vardı. İlki kesinlikle kızıydı. O her şey ve herkesden daha kıymeyliydi. İkincisi dükkanı. Çünkü şu anda yaşadıkları rahat hayata onun sayesinde kavuşmuşlardı. Üçüncüsü uzun sakalıydı. Karısı her ne kadar sakalında hoşlanmasa da o, o kadar çok seviyordu ki şekil vermek için bile kırparken içi acıyordu. Sonuncusu da tabi ki karısıydı. O gün kızlarının doğum günüydü ve bu yüzden her şeyin mükemmel olmasını istiyorlardı. Ama bir yandan da yetiştirmesi gereken bir takım vardı. Bu özel ve zengin bir müşterinin siparişi olduğu için özen gerektiriyordu. Tabi sakalına bakım yapmadan da dışarı çıkamadığı için hazırlanması biraz uzun sürdü. Lenslerini de takması zaman aldı. Sonunda hazır olduğunda karısı ve bugün 5 yaşına girecek olan kızıyla beraber yola çıktılar.
Bugün de çalışması gerektiği için karısı biraz sinirliydi. Çünkü neredeyse 10 gündür yoğunluktan tatil yapamamıştı. Bugünü ailece, hoşça vakit geçirecekleri konusunda onu temin ettiği halde işe gitmesi gerektiğini söylüyordu. Karısını sakinleştirmeye çalıştıkça kendi sinirleri de gerilmeye başlamıştı. Evden çıkmadan önce pastayı seçmeye beraber gidebileceklerini söyleyip biraz da olsa karısının gönlünü alabilmişti. Eşinin tarif ettiği yere doğru arabayı sürmeye başladı. Durduklarında çevrede pastane olmadığını görünce biraz şaşırdı.
"Tatlım, doğru yere geldiğimize emin misin?" diye sordu. Hala belki gözünden kaçmıştır diye çevreye bakmaya devam etti. Eşi,
"Evet" dedi. Sesi hala biraz sinirli çıkıyordu. "Kadın siparişi evde hazırlayacak. Bir arkadaşım tavsiye etti. Yaptığı pastalar gerçekten lezzetli oluyormuş. Ama dış görünüşü biraz farklı olduğu için pastane açmaya cesaret edemiyormuş."
"Hmmm. Anladım" dedi Çınar saate bakarak "Hadi hemen gidip bakalım." Saat geçiyordu ve takımı akşam olmadan bitirmesi gerekiyordu.
Kızı ve karısı önde kendi arkada binadan içeri pastacının dairesine doğru gitmeye başladılar. Çınar daireden içeri girerken telefonuyla uğraştığı için mutfağa gidene kadar ev sahibine bakmadı. Sonunda ev sahibinin sesi duyulunca kafasını kaldırdı ve istemsiz bir şekilde ağzından alaylı bir gülme sesi çıktı. Ev sahibi bunu duyduysa da aldırış etmedi. Eşiyse ona inanamaz ve ateş saçan gözlerle baktı.
Eşi kadına istedikleri pastanın içeriği ve şekli konusunda bilgi verirken Çınar gözlerini ayırmadan kadına bakıyordu. Kadın kafasını tezgahtan hiç kaldırmadan karısının anlattıklarını dinliyor arada da onaylıyordu. Kadının tipi çok değişikti suratı pembe domateslere benziyordu. Saçları da yaşlı kadınlarınki gibi bembeyazdı. Ama kadın kesinlikle yaşlı değildi muhtemelen yirmilerin sonları otuzların başındaydı.
İnsan ilişkileri malesef çok kötüydü. Çünkü hem eşinin sorduğu sorulara tek kelimelik kısa cevaplar veriyor hem de konuşurken kesinlikle insanların yüzlerine bakmıyordu.
Çınar artık orada dikilmekten sıkılmaya başlamışken sonunda konu pastanın üzerinde olacak olan şeker hamurunun rengine geldi. Eşi bir türlü istediği pembe tonunu anlatamıyordu. Çınar bir an önce takımı dikmeye başlamazsa doğum günü partisini de ertelemeleri gerekecekti. Sonunda,
"Bence" dedi " Bu bayanın yüzüyle aynı tonda olabilir" dedi. Bunu demekte ki amacı tamamen buradan bir an önce ayrılmaktı. Neyse ki işe yaradı. Kadın kafasını kaldırıp ona bakmadı ama bu sefer onu duymazdan da gelemedi. Şimdi yüzü kırmızı domateslere benziyordu. Karısı hızla,
"O zaman pamuk şeker pembesi diyelim. Numaram sizde var. Hazır olunca mesaj atın gelip alayım." dedi ve onu öyle hızlı binadan çıkardı ki Çınar hangi ara arabaya bindiklerini anlayamadı. Karısı, kızlarını arkada ki araba koltuğuna oturtup kemerini taktı ve ön koltuğa oturur oturmaz o kadar yüksek sesle bağırmaya başladı ki camlar kapalı olmasına rağmen arabanın yanından geçenler onun sesini duyuyor ve bir sıkıntı olup olmadığını anlamak için gözlerini ayırmadan onları izliyorlardı.
"SEN... BU YAPTIĞIN NEYDİ? SEN KAFAYI MI YEDİN? NEDEN YAPTIN BÖYLE BİRŞEYİ? SIRF O APTAL TAKIM İÇİN BÖYLE BİRŞEY YAPTIĞINA İNANAMIYORUM..." ve bu bağırış onlar terzi dükkanına varana kadar devam etti...
O arabayı park ederken karısını sesi bağırmaktan kısılma derecesine gelmişti. Kendisinin haklı olduğunu ve yanlış birşey yapmadığını düşünse de ağzını açıp tek kelime etmedi. Çünkü işini geciktirecek başka bir şeye artık tahammülü kalmamıştı. Sinirleri yavaş yavaş ayaklanmaya başlasalar da derin nefesler alarak kendini sakin tutmayı başardı. Karısı sonunda,
"Ben çarşıda parti malzemeleri alacağım" dedi ve arabanın kapısını sertçe kapatıp hızlı adımlarla onlardan uzaklaştı. Arka koltukta oturan kızını almadan gitmesi muhtemelen kasıtlıydı. Kızlarının sessiz bir yapısı olduğundan o çalışırken muhtemelen sorun çıkarmazdı. Kızının elinden tutup dükkanına doğru yürümeye başladı. Bir yandanda telefonundan müşterileriyle mesajlaşmaya başladı. Ancak kızı elini sıkıp sessiz ve ürkek bir sesle,
"Baba" diyince bakışlarını ona cevirdi. Kızı bacağının arkasına saklanmaya çalışıyor bir yandan da ürkek gözlerle dükkanlarının önüne bakıyordu. Çınar bakışlarını oraya çevirdiğinda dükkanının önünde hayatında şimdiye kadar gördüğü en uzun boylu kadın duruyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zaman Kırılması
FantasyZaman ve evren insan için hep anlaşılması zor bir noktada yer almıştır. Bir avuç genç hiç beklemedikleri bir anda kendilerini bu anlaşılmazlığın içerisinde bulurlar.