Gözlerim yavaşça aydınlığa açılırken, bedenimde ki uyuşukluk canımı yaktı.Beynimde dönüp duran fısıltılar benliğime ulaştı ve beyaz ışığa doğru kamaşan gözlerim tamamen aralandı.
"Çok güzel, uyandı." dedi tanıdık bir ses.
Fakat ben kendimi hala uyanmış gibi hissetmiyordum.
"Kalp atım hızı normal doktor bey." dedi bir başka ses. Fakat hemşire olduğunu tahmin ettiğim kadının sesi tanıdık gelmemişti.
"Tamam, yeni serumu takıp çıkabilirsiniz hemşire hanım."
Yutkunup ağrıyan gözlerimi etrafta gezdirirken, kapının açılıp geri kapandığını duydum ve yattığım yatakta bir çökme hissi yaşadım.
"İyi misin ?" dedi Okan.
Okan, dört yıl önce kalp naklim yapılırken tanıştığım bir intörndü.
Henüz üniversiteye başlamamıştım ve aylarca hastanede yatarken, tecrübesiz olmasına rağmen hastanede bana kendimi en iyi hissettiren kişi olmuştu Okan. Tabi geçen dört senede okulunu bitirmiş, mezun olduğu okulun hastanesinde, yani burada çalışmaya başlamıştı.
Ve aynı zamanda benim takibimi sürdüren doktorum olmuştu.
"Biraz." dedim titrek bir sesle.
"Daha bu sabah dikkatli olman gerektiğini konuştuk Hilal." dedi sert bir sesle.
"Kan değerlerin bir anda berbat sayılara düştü, annen ilaçlarını almayı aksattığını söyledi, depresyonda gibi bir halin var."
Uzandığım hastane yatağında üzerime doğru eğildi.
"Güzelim," dedi yavaşça.
Ve gözlerinin dolu dolu olduğunu o an fark ettim.
"Neler hissettiğini anlat bana. Neden üzgünsün ?"
"Değilim," dedim kısık sesimle. "İyiyim ben."
"Evet !" dedi öfkeyle. "Öyle iyisin ki, yaklaşık 4 saat önce kalp spazmı geçirdin ! Az daha ölüyordun !"
Okan, yıllardır yaşadığım zorlu süreçte ailemden bile daha yakın olmuştu bana. Severdim Okan'ı, zaten ailemizden biri gibi olmuştu ama işler kötü gittiği zaman beni böyle azarlamasını sevmiyordum.
"Hayattayım," dedim güçlükle. "Hâlâ."
Siyah gözlerinde bir anda binlerce şey çalkalandı ve alnını bir anda alnıma yasladı oturduğu yatağımda.
"Şükürler olsun."
Gözlerinde ki yaşlar yanaklarıma damladı ve yakınlığı, içimde korkunç bir his doğurdu.
Dudakları dudaklarıma öyle yakındı ki, bu bir hasta-doktor ilişkisi olamazdı. İki yakın dostun ilişkisi de.
"Hayattasın..." dedi bir eli yanağıma ulaşırken.
Fakat tek yapabildiğim durumu inkar ederek başımı sol tarafa çevirmek oldu. Okan da hareketimle bir anda irkildi ve yüzünde ki yaşları silip hızlıca ayaklandı.
Ardından yatağın ucunda bulunan tekerlekli sehpaya ulaştı ve üzerinde ki dosyaları açıp bir şeyler yazdı.
"Antikoagülanlarını aldın mı bugün ?" dedi titrek sesiyle.
Bahsettiği ilaçlar, kalp naklim yapıldığı zamandan itibaren günübirlik içtiğim kan sulandırıcılardı. Aynı zamanda ölene kadar devam etmek zorunda olduğum ilaçlar.
"Evet." dedim yorgun çıkan sesimle.
Hiçbir şey demeden dosyalarını doldurdu ve kalemini beyaz önlüğünün cebine takıp bana baktı.
"Biraz daha dinlen, yarın çıkışını yaparız."
Boğazımı yavaşça temizledim ve benden bir şeyler duymayı bekleyen genç doktora baktım.
Yakışıklı yüzüne baktığımda dahi aklıma gelen ilk şey Pamir olmuştu ve Pamir'e duyduğum bu hastalıklı his içimi ürpertmişti.
Hasta yatağımda bile onu düşünmek, ilginçti.
"Beni acile kim getirmiş ?"
Pürüzlü sesimi duyduğunda, birkaç saniye düşündü.
"Hocaların vardı sanırım, iki kişi. Annenler geldikten sonra, senin de iyi olduğunu öğrenince gittiler bir saat kadar önce."
İçimde korkunç bir eksiklik hissettim.
"Benim yaşlarımda, esmer, mavi gözlü bir çocuk var mıydı yanlarında ?"
Pamir'in yanında spazm geçirmiştim ve ambulansta yanımda gelmiş olamaz mıydı ? Olabilirdi. Olmalıydı.
Okan birkaç saniye daha düşündü ve siyah gözleri şüpheyle kısıldı.
"Hayır yoktu. Hem, kim ki o ?"
Gözlerim dolmasın diye alt dudağımı sertçe ısırdım ve başımı iki yana salladım.
"Hiç kimse."
Gözlerim tüm çabalarıma rağmen doldu ve bakışları sertleşen doktora bakıp yeniden tekrar ettim cümlemi. Ve her yalan söylediğimde olduğu gibi, sesim titredi.
"Ciddiyim, kimse değil."
Gözlerinde ufacık bir merak bile yoktu fakat başını yavaşça salladı.
"Kim olduğunu merak etsem de, şimdilik sormayacağım. Nasılsa mutlaka tanışırız şu mavi gözlü çocukla."
Ve odadan beyaz önlüğünü havalandırırak çıkmadan hemen önce, kısık sesle ettiği okkalı küfrünün tuhaf hissini bırakmıştı geride.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZIT
Teen FictionSeni ilk gördüğümde, yüzünde asılı kalan yabancılığı sevmiştim. Bu dünyaya ait değil gibiydin ve saat 10'u 8 geçiyordu. Ve şimdi de saat 8'i 10 geçiyor ve ben bu zıtlığı seviyorum. İçinde 8 ve 10 sayılarını barındıran her saatte, yüreğime biraz daha...