Işıklar yanıp sönerken tüm insanlık aynı şarkıyı söyler. Bir erkeğin bedeni kadının terli tenine değdiğinde, kadının teni çürümeye başlar. Kadının masumiyeti acımasızca erkeğin zevk bağırıntılarıyla dilim dilim doğranır. Kadın etrafa iğrenç bir koku yayar. Bu koku diğer erkekleri ona çekmek için artık kadının tenine yapışır. Pişmanlığın kokusunu alan her erkek artık pişman kadının etrafına dolaşmaya başlar tıpkı ışığın etrafında uçan sinekler gibi. Ama ışık sahtedir. Ateş ise gerçeği aydınlatır. Masumiyeti yanan bir kadına keşkelerin erkekleri yaklaşamaz.
Adam Cane'in bu sözlerini şaşkınlıkla dinledi. Ona baktığında ürperiyordu. Korkmasının sebebi karşısında ki adamın gözlerinde hayattan iğrenen ve artık geri dönemeyeceği bir yolda olan birinin çaresizliğini görmesiydi.
- Masumiyeti nerede arıyorsunuz efendim, bir kadında mı?
- Masumiyeti yolda arıyorum. Yol bitmez. Karşına bir duvar çıktığında bitti sanırsın ama o duvar labirentin duvarıdır.
- Bence dokunulmamış olanda masumiyet yerine saklı korkunçluklar vardır. Çünkü bir çok zaman beklemiş ve sabrı ona en ulaşılmaza ulaşmak için beklemesi gerektiğini öğretmiştir. Beklemek onun kollarını uzatmış ve ona uzak yer olan sırtına dokunmasına olanak sağlamıştır. Artık dokunulmamış olana dokunulmuştur.
- Ben doğuştan kör bir adamın özgün masumiyetini arıyorum sevgili dostum. Zaten hiç hissetmemiş birine hissetmeyi öğretmek istiyorum.
Adam Cane'in bilinmezlikte kendini kaybettiğini düşündü. O anda Cane tam bir yalnızdı. Tam anlamıyla yalnız. Görünmez kanatları ona yük oluyordu, ama o sırtına çok uzaktı.
- Efendim, yolumuz çok uzun ve biz daha tanışmadık. Adam kararlı bir şekilde elini uzattı. İsmim Jack.
- Cane. Samuel Cane. Belki ismimi duymuşsunuzdur.
- Hayır duymadım malesef. Ama anlıyorum ki geldiğiniz yerde iyi tanınıyormuşsunuz.
Bu konuşma artık Cane'i rahatsız ediyordu. O an bir örs düştü yüreğine. "Geldiğim yer" diye geçirdi içinden. Karısı, çocukları, elleri, ayakları, en kötüsü de sırtı artık çok uzaktaydılar. Konuşmak ona hatırlatıyordu. Unutmak zorundaydı herşeyi. Hatta hissetmeyi bile. Yoksa bulamazdı Ben'i.
Adam endişeli bir şekilde Cane'e bakıyordu. Durumunun hiçte iyi olmadığını düşünüp uzattığı elini usulca geri çekti. Ardından çantasından biraz tütün alıp sardı. Dumanların ardında Cane adama bakıp gülümsüyordu.
- Efendim iyi olduğunuzu sanmıyorum. İsterseniz biraz su getirebilirim.
- Ah evet. Sensin o. Hayır hayır özür dilerim Sen diyerek hakaret etmek istemedim.
- Anlayamadım bayım. Kimim ben.
- Kitabın yazarı. Kış adamı.
Cane heyecanla yerinden fırladı ve vagonda volta atarak;
- Tanrım inanamıyorum buldum sonunda. Kurtaracaksın beni oğlum. Her şeyin kendisi Çocuk! Buldum seni!
- Bay Cane inanın bir kitap yazmayı çok isterdim ama malesef bende o kabiliyet yok. Ayrıca bana kalırsa çok uykusuz kalmışsınız ve yorgunsunuz. Biraz dinlenmeniz için sizi yalnız bırakacağım. Lütfen sakin olmaya ve uyumaya çalışın.
- HAYIR !
Cane adamı kolundan tuttu ve kulağına yaklaştı. Adam şaşkın bir biçimde bekliyordu. Eğer bir şey olursa yumruk atmak için elini sıktı. Cane adamı kendine çekti ve kulağına;
- Ben öldü mü gerçekten ?
Adam kendini Cane'in yüzüne bakabilecek kadar geri çekti. İkisinin gözleri artık birleşmişti. Birbirini anlayan iki farklı mahluk birbirini bulmuştu. Biri Ben diğeri Çocuk. Bu belirsiz bir zamanda küçük bir su damlacığının toprakta emilmesinden daha kısa sürmüştü. Bu oluyordu ve yine olacaktı.