Keyifli Okumalar...
*Kibir devrim yarattı, özgürlük sadece bahanedir. (Napolyon)
* Bu bölümü IremDanmaz adlı okuyucuma ithaf ediyorum. O harika yorumları için de ayrıca teşekkür ediyorum.
-MEVA-
Korkuya bir sınır çizebilir miydik? Korku hakkında dudaklardan dökülen kelimelere inanmak ne kadar doğru olurdu? İnsanlar neden korku derecelerini küçültmeye çalışırdı? Korku acizlik miydi? Cevapsız kalan sorularıma odaklanmak yerine içimde bir kar topu gibi yuvarlandıkça büyüyen korkuya odaklandım. Korkmuyorum diyerek korkunu saklamak bence en büyük acizlikti. Hissettiğin duyguları kendine dürüstçe itiraf etmek bir şey kaybettirmez aksine içinde bulunduğun durumu anlaman için sana yardımcı olurdu.
Titreyen ellerim ve dudaklarımda soğuk hava mı baskındı korkumu bilmiyorum ama titremelerim bir türlü dinmiyordu. Ayağımı kaldırıp karın içine indirdiğim her adım da titremelerimin arttığını hissediyordum. Köyden git gide uzaklaşmak beynimin içinde tehlike sinyallerini çaldırıyordu.
Eğer sırtıma çevrilmiş silahın bedenimde yarattığı felç etkisi olmasaydı bütün gücümle geldiğim yolu koşmaya başlardım. Ama bu koşuş şuanda ölüme koşmak gibi olurdu. O yüzden ileriye doğru beceriksizce attığım adımlar beni yaşamaya götürüyordu belki de.
"Biraz daha hızlı yürü, hemşire!" Kulaklarıma dolan boğuk ve sert sesi işitince gözümden akan yaşı hemen sildim.
"Benden ne istiyorsun?" Defalarca sorduğum soruyu tekrar sorduğumda aldığım yanıt yine sessizlik olmuştu. İçimdeki korkuyla harmanlanmış merak her cevapsız soruda içine öfkeyi ekliyordu adeta. İnsan korkunun sınırına geldiğinde öfkeyi neden hissetmeye başlardı?
"Benden ne istiyorsun?!"
"Kapa şu lanet çeneni ve yürü!" Elindeki silahın ucuyla sırtımı sertçe dürttüğünde adım atmak için kaldırdığım ayağımı geri indirdim.
Hızla adama doğru dönüp elimle silahı kavramıştım ki bedenim oldukça sert bir şekilde geriye doğru itildi. Ellerim boşlukta kalırken karın içine düştüm. Karın üstünü örttüğü kayalardan birine sırtımı çarptığımda acıyla inleyerek gözlerimi yumdum.
Saçlarımı kavrayan eller beni yerden kaldırırken acıyla dolan gözlerimden akan yaşlar yanaklarımdan aşağıya doğru süzülmeye başladı.
"Bırak beni! Beni çoktan aramaya çıkmışlardır bile hem seni bulduklarında canlı kalacağını mı sanıyorsun? Eğer şimdi beni bırakıp gidersen yaşaman için bir şansın olur." öfkeyle dudaklarımdan dökülen sözler üzerine sertçe yanağıma yediğim tokat bedenimi geriye doğru savurdu. Bu sefer acımasızca kolumu kavrayan parmaklar düşmemi engellemiş ama bende daha büyük bir acıya sebep olmuştu.
"Sesini temelli kesmemi istemiyorsan sus ve yürü!" Beni adeta sürüklercesine yürütmeye başladığında yüzüme dökülen saçlarım gözyaşlarıma gizlerken sessizce onlara şahitlik ediyordu.
Bütün vücudum soğuktan sızlıyordu ve patlayan dudağıma soğuk hava nüfuz ettikçe canım acıyordu. Ama sesimi çıkartamıyordum bile. Acı insanı çocuklaştırırdı. Ve ben şimdi çocuk gibi bir köşeye büzülüp ağlamak istiyordum. Taki biri beni bulana kadar. Ama bunların hepsi sadece düşünceydi. Beni bulacaklar mıydı bilmiyordum?
Gözlerimle ayak izimin karda oluşturduğu şekli takip ederken aklıma buralara gelmeden önceki düşüncelerim geldi. Ne olursa olsun korkusuz olup dik duracağımı söyler dururdum ama buradaki durum insanların yaşamadan söz söyleyebileceği bir durum değilmiş bunu yaşayarak anladım. Korku ruhunda fırtınalar estirip düşüncelerine bir virüs gibi yayılırken korkuyu görmemezlikten gelmek nasıl mümkün olabilirdi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkın Kokusu:BARUT
Ficción GeneralYaşatmak... Bazı insanlar, bazı insanları yaşatmak için doğarlar. Kendileri için değil başkası için yaşarlar. Her gün belki de yüzlerce insanın acısına bir nebze de olsa merhem olabilmek için saatlerce ayakta, uykusuz bir halde oradan oraya koşturup...