Keyifli okumalar...
Bir, iki, üç... Attığım her adım hastanenin beyaz zeminine büyük bir gürültüyle iniyordu. Öyle bir gürültüydü ki bu gürültü kulaklarıma doluyor, bedenimi titretiyordu. Sızlayan gözlerim yanımdan geçen hemşirenin üzerinden kayıp tekrardan beyaz yere çevrildiğinde bedenimi titretecek bir adım daha attım. Adımlarımın gürültüsünü duyan bir tek ben miydim?!
Önüme gelen saçlarımı yüzümden çekmek için yanımda cansız gibi saklanan elimi havaya kaldırmıştım ki ellerimin titrediğini gördüm. Gözlerimin önünde siyah noktalar oluşmaya başladığında sızlayan gözlerimi yavaşça kapattım. Sızı göz kapaklarımın kapanmasıyla daha da artmış acı verici bir hâl almıştı.
Gözlerimi açmadan elimi yanımdaki duvara dayayıp birkaç saniye bekledim. Göz kapaklarımı yavaşça araladığımda gözlerimin önündeki siyah noktalar birleşip kocaman bir boşluk olmaya başlamıştı. Korktum. Bayılmanın, bilincini yitirmenin habercisi olan bu işaretlerin bedenime hücum etmesinden korktum. Duvara dayadığım elimi çekip bu sefer sırtımı soğuk duvara yasladım ve bedenimi boş bir çuval gibi duvar gibi soğuk olan zemine bıraktım. Beyaz zemin... Kefeni çağrıştıran beyaz zeminler... Yüzlerce kez belki de hastaneye gelmiştim ama zeminlerin beyaz olmasının hiç bu kadar can yakıcı olduğunu fark etmemiştim. Evlatlarının, eşlerinin, annelerinin, babalarının ölüm haberlerini alanlar acıdan dizlerinin üstüne düştüklerinde yerdeki beyaz renklerle karşılaşmaları onlara da kefenin beyazlığını hatırlatıyor mudur?
Bu can sıkıcı soru beynimde dolanıp durmaya başladığında etrafa hakim olan beyaz rengi görmemek için göz kapaklarımı sıkıca kapattım. Sızlayan gözlerimin acısı tekrar bedenime yayıldı. Acı?! Ellerimi bedenimdeki diğer acının kaynağına götürdüğümde hissettiği acıya rağmen atmaya devam eden kalbimin avuç içimdeki varlığını hissettim.
Bu acıyı kimseye tarif edemezdim ama orada daha da artarak bütün vücudumu halsiz düşürmeye devam ediyordu. O kadar acıyordu ki dudaklarımı feryat etmek için bile açamıyordum. Kulaklarıma bir anlığına kendi feryatlarım doldu. Helikopterde ve hastanede yakarışlarım. Şimdi acımı akıtmak için ağlayamıyordum bile. Kürşad'ı ameliyata aldıkları ve beni ondan uzakta bıraktıkları andan beri sesim çıkmıyordu. İlk başta verdiğim bu tuhaf tepki hemşireleri endişelendirmiş olacak ki durmadan yanıma gelip iyi olup olmadığımı soruyorlardı. Onlara haykırarak, çığlık atarak iyi olmadığımı, canımın deli gibi yandığını söylemek istiyordum ama bir türlü kelimeler sesimde hayat bulmuyordu.
Korkudan mıydı?! Evet, ne kadar itiraf etmek acıma acı eklesede korkuyordum. Ve saatin tik tak seslerini her işittiğimde korkunun adım sesleri daha da netleşiyordu. Zaman akıyor, korku bana sokuluyordu.
"İyi misiniz? İsterseniz sizi bir odaya alalım biraz dinlenin." Kapattığım gözlerimi açarak yanıma çökmüş beklenti içinde bana bakan hemşireyle göz göze geldim. "Beni duyuyorsunuz dimi? Bakın bedeniniz çok yorgun düşmüş size bir sakinleştirici yapalım biraz uyuyun olur mu?"
Başımı istemediğimi belirtmek için iki yana sallayıp çöken omuzlarımı yalnız bırakmamak için başımı önüme eğdim.
"O zaman eşiniz ameliyattan çıkana kadar bende sizin yanınızda bekleyeyim." Benim bir şey söylememe gerek kalmadan yanıma oturarak benim gibi sırtını duvara yasladı. "Siz de hemşiresiniz o yüzden size kalıplaşmış kelimeleri kullanarak sizi oylamaya çalışmayacağım. Çoğunun içinin yalanla doldurulmuş olduğunu bilirsiniz. Bu arada ailelerinize haber verdiniz mi? İsterseniz sizin yerinize onları arayabilirim."
Gözümün önüne Rabia annem geldiğinde yüzüm hissettiğim acıyla kasıldı. Duran göz yaşlarımı tetikleyen aile kelimesiyle kendimi sıkmayı bırakarak ağlamaya başladım. Nasıl arayıp soyleyebilirdim ki?! Her aradığımda gelinim diye heyecan dolu ses tonuyla telefonu açan Rabia anneme nasıl Kürşad vuruldu, onu ameliyata aldılar diyebilirdim?!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkın Kokusu:BARUT
Narrativa generaleYaşatmak... Bazı insanlar, bazı insanları yaşatmak için doğarlar. Kendileri için değil başkası için yaşarlar. Her gün belki de yüzlerce insanın acısına bir nebze de olsa merhem olabilmek için saatlerce ayakta, uykusuz bir halde oradan oraya koşturup...