*
Kibar davranarak gülümsemek istedim ama sadece şaşkın şaşkın bakıyordum.
"Saat kaç?" dedim hala kollarının arasında durmuş onu izlerken.
Yüzlerimiz birbirine çok yakındı ve o da geri çekilmek gibi bir girişimde bulunmuyordu. Burnundan verdiği nefesi dudaklarımda hissedebiliyordum. Hafifçe gülümsedi ve yine gamzeleri ortaya çıktı. Bakışlarım benden habersizce orayla buluşuyordu.
"Saat beş buçuk. Bu kadar erken gelmeyi planlamamıştım ama düşüyordun ve beyaz atlı prens olma şansını kaçırmak istemedim."
Sözlerindeki mizahı anlamam birkaç saniyemi almıştı. Sonra, hala kollarının arasında durduğumu hatırlayıp ayaklarımı dengede sağlayarak duruşumu düzelttim ve beni tutan ellerinden yavaşça sıyrıldım.
"Bu kadar erken gelmeyi planlamamış mıydın?" dedim üstümü düzeltirken.
Elini başının arkasına koyup saçlarını karıştırırken arkaya baktı ve tekrar bana döndü.
"Yarım saat önce geldim ama şurada dikilmiş seni izliyordum." dedi iki adım ilerideki rafların önünü işaret ederek.
"Neden?" diye sordum hızlıca.
"Akşam 6'da gel demiştin. Ben 5'de geldim."
Bunu sormamıştım ama uzatmak istemedim.
"Pekala. Herneyse."
Az önce yere düşürdüğüm kitabı almak için eğildiğim sırada o da benimle aynı anda eğilip kitabı tuttu.
"Kütüphanede çalışmak güzel bir his olmalı."
Benimle beraber tuttuğu kitabı çektim ve yerimde doğruldum. Etrafa bakındı.
"Burası çok... sessiz."
"Evet. Kütüphaneler genelde öyle olur." dedim sinir bozucu tavrımın artık rahatsız edici olduğunu fark ederek.
Sonuçta onunla ilk konuşmak isteyen bendim ve şimdi istediğimi yapıyordu. Kibar olmalıydım. Karşımdaki kişi kim olursa olsun. Ne yazık ki ona muhtaç durumdaydım.
"Senin işin bitene kadar burada oturup bekleyebilirim." dedi, masaya doğru yürüyerek.
Ben hala onu izlerken, sandalyeye oturdu ve ellerini masanın üstünde birleştirip beni izlemeye başladı. Bir süre öylece ona baktıktan sonra gerçekten bunu yapacağını anlayıp işime döndüm. Bayan Jacqlynn'in gözüne batmak istemiyordum. Tekrar merdivenleri çıkıp kalan birkaç kitabın tozunu da alıp indim ve merdiveni tekerleklerinden sürükleyerek en uç köşedeki yerine koydum. Son olarak gün içinde dağılan kitapları yerleştirerek tüm rafları geziyordum. Bunu yaparken arkamda beni takip eden ayak seslerinin sahibine dönüp baktım.
"Oturup bekleyeceğini sanıyordum." dedim, durdum ve yerdeki romanları alıp rafa yerleştirmeye başladım.
Ellerini pantolonunun cebine sokmuş benim yanımda dikiliyordu. Arkasındaki kitaplığa yaslandı ve dudaklarını büzdü.
"Kendime birkaç kitap bakıyordum. Beklerken göz gezdirebileceğim türden şeyler. Sen ne önerirsin?"
Ayağa kalıp kollarımı kaldırarak gerindim. Bugün çok fazla hareket ettirdiğimden dolayı ağrımaya başlamıştı. Harry bir cevap beklercesine bana bakıyordu. Başımı çevirip raflara baktım. Mükemmel bir tesadüftü ki çok sevdiğim bir kitap olan Kefaret'i görüp yerinden çektim.
"İşte. Bu kitabı çok seveceğinden eminim. Yalan söyleyen küçük bir kızın, insanların hayatını nasıl değiştirdiğini konu alıyor." dedim ona doğru uzatarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THUNDER
Fanfiction"Ben... Seni tanımak istiyorum." "Neden?" dedim hızla. Bakışları benimkilere sabitlendi. Yeşilleri derinleşmişti. "İlgimi çekiyorsun. Uzak durmak istemiyorum. Sebebini ben de bilmiyorum. Ama sanki... Sende bana ait olan bir şey varmış gibi hissediyo...