Gerginliğimi yüzüme yansıtmamaya çalışıyordum. Ancak dışarıdan nasıl göründüğümü bilmiyordum. Harry'nin, benimkini sıkıca tutan eli bana güç veriyordu. Otelin çıkış kapısından dışarı adımımızı attığımız anda flaşlar patlamaya başladı. Bütün gün orada beklemişlerdi ve şimdi başka seçeneğimiz olmadığı için aralarından geçmek zorundaydık. Harry'nin şemsiye adamları etrafımızı çevrelemiş bize dokunmalarına engel oluyorlardı. Kulağıma çok fazla soru doluyordu ve ağzımı açmamak için kendimi zor tutuyordum. Harry bununla nasıl yaşıyor, her seferinde şaşırıyordum.
"Kız arkadaşınız mı?"
"Yüzü neden yara içinde?"
"Bir kaza mı geçirdiniz?"
"Hanımefendinin ismini öğrenebilir miyiz?"
Başımı sağa çevirip Harry'e baktım. Yüzünde hiçbir mimik yoktu. Olsa da akşamın bu karanlığında yüzümüze taktığı gözlüklerden görünmüyordur zaten. Dudakları düz bir çizgi halini almıştı. Konuşmamakta kararlıydı. Ben de başımı eğip onun yaptığını yapıp sustum ve yürümeye devam ettim. Şoförü arabanın önünde bekliyordu. Nihayet kalabalığa rağmen arabaya ulaşmıştık. Kapılar açıldı ve Harry binmem için bekledi. O sırada gazetecilerden biri kolumdan tutarak beni kendine çevirdi. Bu hareketi beni öyle şaşırtmıştı ki tepki bile veremeden kameraların flaşları yüzümde patladı. Harry beni hızla çekip bağırmaya başladı.
"Ona dokunmaya nasıl cüret edersin?"
Neredeyse gazeteciye saldıracaktı. Yumruğu havada kalmıştı. Harry'nin koruması onu tutup adamdan uzaklaştırdı ve bir anda sesler yükseldi. Birileri tarafından tutulup çekildiğimi hissettim. Her şey o kadar hızlı gelişti ki birkaç saniye sonra Harry ile birlikte arabadaydık ve kapılar kapandı. Şoför olabildiğince hızlı sürmeye başladığında kalabalıktan ve otelden uzaklaşmış, güneş gözlüklerinden kurtulup rahat bir nefes alabilmiştik.
"Sen iyi misin Polly? Canını yakmadı değil mi?"
Başımı salladım.
"Muhtemelen ona saldırman ve güzel bir haber konusu olman için yaptı." dedim sesime yargılayan bir ton katmamaya çalışarak.
Harry durdu ve yüzündeki düşünceli ifadeyi izledim.
"Onu gebertecektim." dedi en ciddi ifadesiyle.
"Daha büyük şeyler atlattım. Bir gazetecinin kolumdan tutması bunların en hafifi."
Harry bunu hatırlamak istemiyormuş gibi memnunsuz surat ifadesini görmeme izin vermedi ve başını cama çevirip dışarıya baktı. Bacağının üstündeki elini tutup avuçlarımın arasına aldım. Bu, onun ilgisini üstüme çekmişti.
"Bu kadar gergin olma. Birlikteyiz. Yanındayım."
Gözlerinin ardından bir türlü silinmeyen ızdırap dolu bakışlarını bana çevirdi. Döndüğümden beri o hiç iyi değildi. Kurtulmuş olmamızın sevincini bile yaşayamıyordu. Karşısındaydım ancak o suçluluk duygusu yüzünden paronayaklaşmıştı.
"Korkuyorum." dedi zorlukla.
"Ben de. Ama bunu geride bırakmamız gerek."
Ona yaklaştım ve elimi yanağına koyup olduğu yeri hafifçe okşadım. Pürüzsüz ipeksi teni hem yumuşacık hem de çok erkeksiydi. Kusursuz bir görünüşü olduğuna dair hiçbir şüphe yoktu.
Dudaklarımızı birleştirip gözlerimi kapattım. Uzun bir süre boyunca ağır hareketlerle, hiç acele etmeden öpüştük.
Geri çekildiğimde Harry'nin yanağından aşağı doğru süzülen gözyaşını gördüm. Başparmağımla ıslaklığı silerken kızarmış gözlerine baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THUNDER
Fanfiction"Ben... Seni tanımak istiyorum." "Neden?" dedim hızla. Bakışları benimkilere sabitlendi. Yeşilleri derinleşmişti. "İlgimi çekiyorsun. Uzak durmak istemiyorum. Sebebini ben de bilmiyorum. Ama sanki... Sende bana ait olan bir şey varmış gibi hissediyo...