Gözlerimi açmaya çalışsam da bu çok zordu sanki göz kapaklarımda tonlarca ağırlık vardı. Biraz zorlayınca kendimi, göz kapaklarımı kaldırıp kurtulmuştum karanlıktan. Etrafıma baktığımda nerede olduğumu anlamadığım bir yabancılık hissettim. Başıma saplanan ağrıyla elim istemsizce kafama gitti. Yüzüm acıyla kıvrıldı. Elime baktığımda intrakret vardı.
-Ben hastanede miyim? Dedim annem ve babamın endişeli bakışlarına karşı.
Doğrulmaya çalıştım. Annemin yardımıyla sırtımı yastığa yerleştirip oturdum.
Annem ellerimi tutup otururken:
-Kızım.. Neden bunu yapıyorsun kendine? Dedi. Sesi ağlamaklıydı. Kirpikleri nemlenmişti.
Şaşkın şaşkın anneme bakarken, babamın konuşmasıyla babamdan tarafa döndüm.
-Sen evden Mevlana meydanına kadar aç karnına yürüyerek mi gittin Ebrar?
Babamın bu sorusuyla zihnimde bulanık bulanık sahneler oynamaya başladı.
Ben.. Ben.. En son oradaydım. Ve... Onunla konuşup hıçkırıklarla kendimi dışarı atmıştım. Sonrasını hatırlamıyorum. Sonra ne olmuştu da bana şuan buradaydım?
Annem:
-İyi ki Süheyl ordaymış da sen bayılınca hemen alıp hastaneye getirmiş. Bizi çok korkuttun Ebrar! Hadi kendine acımıyorsun, bize de mi acımıyorsun?
Ben bayılmışıydım? Allah'ım ben ne yapıyorum kendime?
Kapıda beliren doktorla annem ve babamın azarlamaları bir süreliğine durdu.
Doktor elindeki küçük ışık kalemiyle gözlerime baktı. Sonra iki elini, beyaz önlüğünde ki ceplere koyup:
-İyisiniz küçük hanım. Bir daha yemeklerinizi yiyip kendinizi fazla yormuyorsunuz. Ayrıca fazla üzüntü ve sıkıntı da yapmıyorsunuz.
Başka bir şikâyetiniz var mı?
-Şey.. Biraz başım ağrıyor sadece.
-Bayılırken kafanızı çarptığınız için normal ama her ihtimale karşı tomografi çektik bir şey çıkmadı. Birkaç ilaç yazdım. Serumunuz bittiğinde çıkış yapabilirsiniz.
Geçmiş Olsun.
Dedi ve çıktı. Babam ilaç reçetesini almak için doktorla beraber çıkarken, annem serumun bitmesiyle hemşireyi çağırmaya gitti.
Odada yalnız kalmamla etrafa baktığımda duvara yaslanmış iki kolunu göğsünde dolamış olan Süheyl'i fark ettim. O burada mıydı? Göz göze gelmemizle doğrulup yatağımın yanında duran koltuğa oturdu. Gözlerimin içine bakıyordu. Süheyl hiç böyle bakmazdı. Hemen kaçırırdı gözlerini ama şuan gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Beni hastaneye getiren kişinin o olmasına karşı minnet duyarak:
-Şey... Ben.. Teşekk..
-O oğlan kimdi? Dedi sözümü keserek.
Lafı ağzıma tıktığı gibi, nefesimi de tıkamıştı. Kalakaldım. Şaşkın bir vaziyette ona bakıyordum.
-O oğlan kimdi Ebrar! Dedi yükselterek sesini.
Ayrıca Ebrar demişti. 7 yaşımda, ağacın gölgesinde beraber oturup kitap okurken, kitabın üzerine düşen tırtılla kokup 'Böcek!' diye bağırdığım günden sonra bana hep Tırtıl demişti. Başlarda kızsam da sonradan alışmıştım bu kelimeye. Ama şuan ilk defa bana ismim ile hitap etti. Bu canımı cidden çok acıtmıştı.
Derin bir nefes alıp konuşmaya hazır olduğumda:
-Yanından geçerken yüreğimin yanık koktuğunu hissettiğim birisi işte.
Dedim.
Kafamı önüme eğip ellerimle oynamaya başladım. Sustu. O sustukça geberiyordum. Yerin dibine giriyordum.
Annem ve hemşirenin gelişiyle rahat bir nefes aldım. Bu sessizlik içimi kemiriyordu.
Hemşire serumu bakarken Süheyl kalktı.
Anneme dönerek:
-Teyze, ben gideyim artık.
-Oğlum.. Dur! Birazdan beraber çıkarız.
-Yok, Gökçe Teyze benim biraz işim var eve geçmeyeceğim.
-Tamam, sen bilirsin oğlum. Allah razı olsun.
Kafasıyla selam verip arkasını döndü. Bir iki adım attıktan sonra durdu soğuk bir şekilde:
-Geçmiş Olsun! Dedi ve çıktı odadan.
Yüreğime bir yumru oturdu o an. Ah Süheyl! Neden kızıyorsun bana? Ben ister miydim böyle olmasını! Boş yere canı yanmaz ya insanın. Ya bir eksiklik var geleceğe dair, ya bir fazlalık var geçmişten gelen demiş Fuzuli. Benim geçmişten gelen fazla acım var...
Ah Süheyl! Biliyorum kuş kalpli olduğunu. Fakat kimse ölmüş bir çiçeği penceresine koymak istemez. Çiçek öldükten sonra istediğin kadar güneşi ol. Bir daha gökyüzüne yeşermez. Sen yüreği çiçekli bir insansın. Ben ise yüreğinde kalan son çiçeği vermekten korkan bir bencilim. Senin gökyüzünde benim yerim yok ki! Yok işte.
Serumun çıkmasıyla kalkmak için harekete geçtim. Ayağımın tekini yatağın ucunda sallarken bir şeyin eksikliğini hissettim. O eksiklik... Elim boynuma gitti. Yoktu. Bir kez daha elimle boynumu yokladım. Hayır! Cidden yoktu! Yonca şeklinde ki kolyem yoktu. Onu kaybetmiş olamazdım. O dedemden bana kalan son hatıraydı.
Dedemle beraber pazarda gezmelerimiz meşhurdu. O gün yani bu değerli kolyemi de pazarda gezerken aksesuar satan bir teyzenin tezgâhında görüp âşık olmuştum. Dedemin elinden tutup çekiştirdim. Kolyeyi göstererek ''Dede onu istiyorum'' demiştim. Dedem, ısrarıma dayanamayıp fiyatını sorarken, teyze:
-Ama bu çift kolyesi dedi. Dedem bir kez daha gözümün içine baktığında
-Olsun sen ver dedi. Ve boynuma o kolyenin birini takıp, diğerini elinde tutarak:
- Her insanın kalbinde bir kilit ve bir anahtar vardır kızım. Senin kalbindeki kilidin anahtarı başkasında, sende ki anahtarda başkasının kalbinin kilit anahtarıdır. Bu yüzden bir gün kalbinin anahtarı olduğuna inandığın kişiyi bulduğunda bu kolyeyi ona ver olur mu?
-Olur dedeciğim. Söz!
O kolyeyi Süheylgilin taşınma döneminde kaybetmiştim. Ya da sakladığım yeri unutmuştum. Her yerde aramama rağmen o kolyeyi bulamamıştım.
Ama dedemin o gün bana pazarda taktığı kolyeyi hiç çıkarmamıştım boynumdan.
Allah'ım! Çıldıracağım. Nerede bu kolye?
-Anne! Anne! Kolyem yok!
-Hangi kolyen?
-Ya anne dedemin hediyesi. O yok!
-Dur bir buradadır belki
Yatağımın üstünü her yeri didik didik ettik ama sonuç sıfır.
Bu kadar acı üst üste birikmek zorunda mı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
🐛 Tırtılın Hikâyesi 🦋 | TAMAMLANDI |
Literatura KobiecaGünün birinde , kaybolan oyuncağını ararken acıyla tanışmış minik Tırtıl'ın hikâyesi..