İzleyen günlerde neredeyse her cephede günler rölantide geçmişti.
Ekim ayı geldiginde Saliha hanım Kemal beyin evindeki büyük yatak odasında iyileşme dönemindeyken Ali kara yaslar içinde Yonca yı üniversiteye yolladı.
Tabii ki şöför eşliğinde...
Yaslar içindeydi çünkü genç kızın bütün kendine güveni o güzelim enerjisi sönüp gitmişti.
Ikili görünürde normal hayatlarına dönmüş olsalar da kızın durgunluğu , ürkekligi adama çok dokunuyordu,
Yonca gölgesinden korkar hale gelmişti ,yanına yaklaşan herkese , özellikle de erkeklere karşı gereğinden fazla soğuk ve mesafeli davranıyordu.
Gözler başka yere , genellikle yere çevrili,sözcükler ağzından zorla dökülerek....
Kaş yapayım derken göz cıkarmıs olan yavuklusu, Yonca çık bu berbat melankoliden kurtulsun diye ne yapacağını şaşırıyordu.
Kizın özel koruması Vardar yüzbaşı ,ekim sonunda birkaç günlüğüne Italya ya yaptığı kacamağın ardından Manisa ya dönmüştü.
Adam zaten konuşmayı pek seven biri değilken , kasım başında seyahat dönüşü öyle kırık ve suskundu ki orada her ne olduysa koca komutanı derinden sarstığı belliydi.
Tamamen içine kapanıp birliğine dönmek üzere yola çıktığından ,Emre komiser , Vardar in yerine Yonca yı korumak üzere iki özel harekat polisi birden göndermişti,
Iki gayet sıkı adam.
Ali nin duyduğuna göre ekip bir süredir Hakkari Yüksekova da , sınır ötesi bir operasyonun ortasındaydi .
Özel timler dönüşümlü olarak bölgeye nakledilen türk askeriyle birlikte Irak ve Suriye deki kamplara baskınlar veriyor, bölgedeki Türkmen köylerini koruyorlar .....
..........Vardar komutan kendisi gibi bir grup özel kuvvet askeriyle birlikte helikopterle bölgeye bırakıldığı gece fırtına öyle kuvvetliydi ki her yer adamın beline kadar karla kaplanmıştı.
Yeni nesil hava aracı alarm vere vere büyük zorlukla inmeyi başarmış, tipi yüzünden geri dönemeyip kamta iki gün mahsur kalmıştı.
Telsiz kulelerine verilen baskınlar yüzünden iletişim berbat...
Neyseki Mehmet ten ,Yavuz a , Uğur a ,çatlakları kadar ,tanıdık tanımadık kim varsa hepsi oradaydı.
Çünkü terör bütün yaz, sınır köyleriyle birlikte büyük şehirleri de hedef almış , kritik görevlerde adıni duyurmus olan bir çok yetenekli, cesitli kademede askerin ve subayın yanında bombalama olaylarında siviller de hayatlarını kaybetmişlerdi.
Şimdi yılanın yuvasını ziyaret zamanıydı.
Hava ölümcül derecede soğuk,görüş mesafesi günlerdir süren korkunç tipi yüzünden sıfırdı.
Bir sure sonra hava daha da kötüye gidince iletisimleri tümden koptu.
...Doğu da bütün bunlar olurken Tiren denizine bakan ucurumdaki evinde Yıldız hala kendisini istememiş olan kocasını unutmaya çalışmaktan helak oluyordu, buradaki dörduncü kışı olacaktı.
Kırık dökük hayatını bir parça da olsa duzene koyduğunu sanıyordu ki birden bire çıkıp gelmişti...
Iki hafta önce....
........
Yazdan beri harıl harıl peynir üretiyorlardi.
Artık işler eskisinden de yoğun ,taze ürünlerine ilgi ilk yıllardakinden çok daha fazlaydı.
Yolunda gitmeyen tek şey kızın özel hayatıydı.
Oğlanı bu sonbahar nihayet bir kaç saatliğine de olsa kreşe, oyun grubuna gitmeye ikna edebilmiş olduğu için kendiyle gurur duyuyordu.
Daha doğrusu henüz bebek sayılacak kadar küçük meleginden ayrılabildiği için....
Evdekilerin onun bu evhamıyla geçtikleri dalgalardan sıkıldığından , bir de....
Yine kış geliyordu.
Bitmek tükenmek bilmez yağmurlar yarım saatligine kesilir de güneş birazcık parlarsa kız kendini hemen limon bahcesine atıyor , atölteyi denetliyor, orada ağaçların, bitkilerin arasinda oyalanarak moral bulmaya çalışıyor.
Erk yuvadan gelene kadar oradaki fırında pişirdikleri taze yemeklerle , gününe göre limonlu ya da portakalı pişirdiği kekle ilgileniyordu.
Kafası bu kadar bulanık olmasa tam da istedigi yerdeydi.....sayfiye hayati.
Bu cuma öğleden sonra, tam siesta zamanı hava daha da soğumadan önce ,bahçede son kez toplanıp güzel bir yemekle kışa merhaba diyeceklerdi.
Güneş bu mevsimde artık fazla ısıtmasa da ,hala arada yüzünü göstererek limon ağaçlarınin yapraklarını altına boyuyordu.
oğlu uzunca sarı saçlarını örten lacivert yagmurlugu, dizlerine kadar plastik çizmeleri içinde komşusu bay Fernando nun kucağında toprağa oyulmuş merdivenleri çıkarken kız narin bir cicegi andıran adamcağızın ne kadar zorlandığını farkedince koşup ikisini karşılamıştı .
Sevgilisinin bile anlamakta zorlandığı o makineli tüfek gibi italyancasıyla yağmuru -çamuru neden sevmediginden bahseden Ferny bebeği annesine teslim edip ardından pespembe ipekten fularını boynundan çekip nefeslenmeye calışarak ,merdivenleri çıkmış olan sevdicegi Bay Gianni nin kollarına yığılmıştı,
"Ay!...oğlun...oğlun bu gün okulda üç tane yıldız almış annesi..hepsi seninmiş ...sen de yıldızmışsın ya..... ay "
Gia ya yaslanmış
"....tut beni canım , iyi ki çocuğum yoook...diymi ...böyle her gün her gün yuvaya , sonra senelerce okula..götür getir ...ay..Gia..su, su yokmu ?."
Kenarda kucağında ogluyla dikilen kıza kibarca göz süzmüştü .
"Sen sakın üstüne alınma cicim ama...evladın mı var başında derdin var derdi annem."
Gianni nin uzattığı bardağı aldı .
"Dottore yok mu?."
Bebek o sırada annesinin boynuna kağıt yıldızlardan yaptığı kolyesini geçirmeye çalışıyordu.
""Hastanede siesta olmuyor ne yazık ki ,Ferny ."
Diyerek buyur etti onları masaya Yıldız.
Bay Fernando daima çok şık giyinmeye özen gösteren , parlak renklerden pantolon ve gömlekleri tercih eden ,doğma büyüme Salerno lu bir mirasyediydi ,yolun birimindeki görkemli villada yaşıyor pahalı kıyafetlerden ve spor arabalardan hoşlanıyordu.
Erkek arkadaşı Bay Gianni yse en az onun kadar süslü bir seramik sanatçısıydı .
Ikili uzun süredir birlikteydiler.
Çocuk özlemlerini bir süredir görüştükleri solgun komşularının minik ogluyla giderebilmek icin oğlanla vakit gecirdikleri oluyordu.
Kibar milyarder her vakit böyle bebekler hakkında atıp tutmasına rağmen tanıştıklarından beri Erk e yakın olabileceği her fırsatı değerlendirir olmustu.
Oğlanı kendi kuaförüne taşıyor , pahalı butiklerden tasarım kostümler hediye ediyor ,bazı bazı okuldan alıp sinemaya tiyatroya götürüyordu.
Yıldız bu deli komsusunun bebeğine bunca para harcamasını doğru bulmasa da kırmaya gönlü el vermediğinden aldığı hediyelerin karşılığını bazen böyle yemeklerle, bazen de eve taze peynir ve kekler göndererek vermeye calısıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Efendilerin Konagı
Ficção AdolescenteYonca ,korüdordaki eski ankesörlü telefon kulağında , duyduğu şeyden emin olmayarak korku içinde dikilmiş ,sesi titreyerek konuşmaya çalışmıştı. "Ama...ama...Dönmezsin ki...." Demişti.. "Artık dönmezsin sen...dört yıl...hiç gelmedin.. Hiç gelmedin...