Bu bölümü aralara adını gizlediğim, en başından beri hikâyemi okuyup destek veren güzel arkadaşım @6sunny12 ye ithaf ediyorum.
( Sakın gizlediğim ismi bulmaya çalışıp hikâyeden uzaklaşmayın. :) )***
Meydana geri dönüyorum ve ortada yanan ateşin etrafına dizilmiş çocukları görüyorum. Gümüşservi de onların arasında tabii. Çocuklar Gümüşservi ile konuşurken öyle heyecanlılar öyle mutlular ki. Önlerinde yanan ateşten daha parlak gözleri. Gözlerinin içi yanıyor çocukların alev alev. Ve ortada yanan ateş, sadece esir kamplarında güçsüz düşmüş bedenlerini değil kalplerini de ısıtıyor onların. Ablalarından, annelerinden ayrı düşmüş bu çocuklar Gümüşsetvi de annelerini,ablalarını görüyorlar belki de. O görüntünün güzelliğini bozmamak adına yaklaşmıyorum yanlarına. Aklımda dolanan sorulara bir yanıt bulmak adına karşı cepheye savaşmaya gönderdiğim askerlerin yanına gidiyorum.
--Neler oluyor? Siz nasıl bu kadar erken döndünüz?
-- Komutanım biz cepheye girdiğimizde askerler bizim farkımıza çoktan varmıştı. Bizi görür görmez tanklarına binip uzaklaşmaya başladılar. Tabii bizde üstlerine gittik. Birkaçını devirdik de ama kaçtılar komutanım.Bizden kaçtılar. Ne olduğunu anlyamadık biz de. Ama size bir şey yapacaklarını düşünüp çadırın oraya geldik lakin siz de o sırada toparlanmış çıkıyordunuz. Ondan sonrası da malûm, buradayız işte.
--Bir şeyler çeviriyorlar asker, kötü bir şeyler.Ve ben şu an da ne yapmaya çalıştıklarını anlayamıyorum. Amaçları bizi o el kadar çocukların yanına toplayıp bir kaçımızı öldürmek olamaz. Başka emelleri var onların. Çok başka. Ve ben onların emellerini bir an önce anlamalıyım.
Askerle olan konuşmamı bu ülkenin cephe komutanı Friedrich bölüyor.
--Yüzbaşım bu çocuklar da ne?
Bu soruyu sorarken gözleri bana değil de çocuklara bakıyor. Bana ilk gün bu çocuklara yaptıklarını acıklı acıklı anlatanın bu adam olduğunu bilmesem onlardan tiksiniyor sanırdım. Zira bakışları her zamankinden farklı bir hâl alıyor ve o hâl bana hiç güzel gelmiyor. Sanki, sanki bu sorusunun ardından bize kızacakmış gibi hissediyorum. Bakışları gittikçe kararıyor, yaşı elliyi geçmiş bu adamın yüzündeki kırışıklıklar daha da belirginleşiyor. Sağ yanağında yara izi tuhaf bir hâl alıyor ve ardından bağırmaya başlıyor.
--Yüzbaşım size bu çocukların burada ne aradığını sordum! Burası anasınıfı değil bunu biliyorsunuz dimi?
Komutanın sorusuna cevap veremiyorum çünkü dilim tutuluyor, çocukların korkulu bakışları değiyor gözlerime. Hepsi yavaş yavaş birbirlerine sokuluyorlar.
--Komutanım biliyorum. Biliyorum buranın anasınıfı olmadığını. İzin verin anlatayım.
Çocukları anlatıyorum ona. Çadırdaki acınası hallerini, vücutlarındaki bombaları, hareket edemeyecek kadar takatsiz oluşlarını anlatıyorum. Ama adamın yüzünde zerre kadar değişiklik olmuyor. Gözleri yine iğrenerek bakıyor ama bu sefer çocuklara değil bana...
--Yüzbaşım siz bir askersiniz. Hemde rütbeli bir asker. Öncellikle bunun farkında olup olmadığınızı sorgulamalıyım.
Yani demem o ki, savaş meydanlarında duygularınızla hareket edemezsiniz. Kalbinizi, duygularınızı evinizde bırakıp öyle gelecektiniz buraya. Burada adam öldürülür, diriltilmez. Eğer her ölünün ardından ağlayacak, her çocuğa acıyacaksanız burası size göre bir yer değil. Eğer bir yerde savaş varsa ölü de mutlaka olacaktır. Ha çocuk ha büyük. Şimdi bana o çocukları anlatmayı kesin.Sözleri karşısında kaskatı kesiliyor bedenim.
Bana çocukları umursamamamı söylüyor, onlar için buraya geldiğimi bilmeden.
Bana sevgiyi unutmamı söylüyor, sevmeyi burada öğrendiğimi bilmeden.
Ve bu adam her seferinde hakkımda hiçbir şey bilmeden atıp tutuyor.Bu adam küçücük çocukların kanlarıyla renklendirmek istiyor simsiyah olmuş kalbini. Bedenini buraların soğuğundan korumuş belki ama kalbini koruyamamış. Bir hayli etkilemiş buraların soğuğu kalbini.Buz kesmiş. Savaşırken vuramadığı her düşman için kalbinde bir yara açmış ve açtığı o yaraları çocukların kanlarıyla kapatmaya çalışmış. Yavaş yavaş o kanda boğmuş kalbini. Şimdi çocukların kanında boğulan kalbinin yanına bedenini de eklemek istiyor. Hepimizi o masum çocukların kanında boğmak istiyor hastalıklı bir ruha sahip olan bu adam.
Ben nasıl bir yere düştüm Yarabbim?
Donuklaşmış gözlerine bakarak konuşmaya çalışıyorum.
-- Komutanım siz değil miydiniz buraya geldiğimiz gün bize bu çocukların hâllerini acı acı anlatan? Şimdi ne oldu da böyle şeyler söyler duruma geldiniz? Ben anlayamıyorum.
-- Savaşmak eylemi sevginin ötesindedir yüzbaşı. Eğer savaşacaksanız sevginizi bir tarafa bırakın. Asker olduğunuzu unutmayın.
Çocuklara gelecek olursak onları da köydeki evlerden birine yerleştirin. Onlara daha var. Şimdilik onları burada görmek istemiyorum.
Hemen köye götürün!" Onlara daha var. " da ne demek? Bu adamın derdi ne suçsuz günahsız yavrucaklarla?
***
Yorumlarınız beni çok mutlu ediyor. Lütfen iyi, kötü tüm düşüncelerinizi benimle paylaşın.
Bölümü beğendiyseniz oy vermeyi de unutmayın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜMÜŞSERVİ
Fiksi SejarahTarihi kurgu- #60 ( 13.03.2018 ) Tarihi kurgu- #82 ( 09.02.2018 ) ~ Sevmek savaşların en büyüğüdür.Hem sevgisiyle hem düşmanıyla savaşan bir yüzbaşının hikâyesi bu. ~ { 22.01.2018 }...