21 Eylül 2001
Zaman öyle tuhaf bir kavramdı ki... Hızla geçip gidiyordu, ilaç gibiydi. Fakat unutturmuyordu. Hatıraları diri tutuyordu, zihnimize kazınan hatıralar. Bazı yiyecekler de öyleydi... Bir annenin yaptığı reçel! Kimi zaman bir babanın aldığı çikolata! O yiyecekler bize o sevdiğimiz insanlar aldığı için tatlı gelir belki de... Onlar gidince tadı da gider sanki. Onlar olsaydı da çikolata olmasa bile diye düşündürdü. Zaman geçmişi unutturmayan ama yaraları sarmaya yarayan tesirli bir ilaçtı!
Elimde ki çikolataya baktım, tadı bana yabancıydı. Oysa babam da hep bu çikolatayı alırdı. O çikolata... Bana en son aldığı gün! Tadı güzel gelmiyordu, zehir gibi ağzımı yakıyordu çünkü babam almamıştı. İş çıkışı alıp geldiği çikolata değildi, tadı o yüzden güzel değildi. Çikolatayı yere attım! Evet, bencil bir hareketti. Sevde Hanımın yanına çıktım kapısını sert bir şekilde açtım. Bir çocuğun daha taze olan anını canlandırmaktan başka işe yaramamıştı, bu çikolata. Onu mutlu etmemiş aksine üzmüştü...
'Sizden nefret ediyorum, sizin saçma çikolatalarınızdan da nefret ediyorum,' deyip kalemleri yere fırlattım. Masada ki kağıtları dağıttım! Çocuktum ben çocuk! Çikolatasını babasından almak isteyen bencil bir çocuktum!
Beni sakinleştirmek isteyen kadına karşı durdum. Sakinleşmek istemiyordum ki... Babama, ağabeyime öfkeliydim. Beni buralarda bir başıma bıraktıkları için... Kolumu, kanadımı kırdıkları için! Belki de babam beni değil ağabeyimi yanında götürdüğü için... Onu benden çok mu seviyordu? Oysa beni de çok severdi! Yaşadıklarımı anlayamayacak kadar çocuktum...
O sırada içeriye giren zeytin gözlü çocuk... Babam gibi bakıyordu! Ne de güzeldi, gözleri. Kapkara... Gece gibi! Bakışları, bakışlarımı eziyordu. Yüksekten bakıyordu. Bilseydim, benim yoluma yoldaş olacağını o an bakışlarını kalbime nakşederdim.
'Anneme bağıramazsın küçük hanım,'
'Pardon amcacığım, özür dilerim!' diye dalga geçtim. Aslında ağzımdan çıkacak kelimeler bunlar değildi. Ama acım vardı, yüreğimde harlanan bir kor vardı. Oysa ne de güzel bakıyordu... Yoksa onu da mı kıskanıyordum? Annesi olmasını kıskanmış olamazdım değil mi? Benim yok diye... Ellerimle omzunu itekledim 'Sanki sen çok büyüksün, boy kavakta da var!' dedim hırçınca. İşte böyle garipti, hayat. Zaman böyle güzeldi.
'Çocuklar, sessizce oturur musunuz?' diye aramıza girmeye çalıştı Sevde Hanım.
Ona biraz daha yaklaştım... Gözleri çok güzeldi. Kocaman kocamandı! Gözlerine parmağımı sürdüm, 'Gözlerin ne kadar güzel, tıpkı babamın gözleri gibi... Zeytin gözlü! Gözlerini bana verir misin? Benim çok param var... Ne kadar istersen veririm,' diye sordum sakince. Çocuk aklı... Bilmezdim ki, her sabah uyandığım da gözlerimi o gözlere açacağımı... O gün vurulmuştum ben o gözlere.
İşte her şey o gün başlamıştı daha sonra Sevde Hanım benim kaydımı yetimhaneden silmişti ve beni Feride anneme emanet etmişti. Benim gibi hırçın bir çocukla uğraşmak istememişti belki de... Feride annem herhangi biri değildi, babam yaşıyorken komşumuzdu. O zamanlar sözünü dinleyebileceğim tek insan oydu. Feride annem köyün ileri gelenlerindendi herkes onun sözünü dilerdi. Köy halkı onu sever, sayardı. Belki de hiç olmayan annemin yerine koymuştum, onu sıkı, sıkı sarılmıştım ona. Babamın gözü arkada kalmamıştı ben Feride annemin biricik kızı olmuştum. Yıllar öylesine çabuk geçmişti ki... Yaşadıklarımız tatlı ve hüzünlü anılar yanımda kalmıştı.
Elbette o gün öylesine, iki dakikalığına gördüğüm zeytin gözleri unutmamıştım. Aklıma, ruhuma takılı kalmıştı. Bir bakışı ile yakmıştı, adını bilmediğim güzel çocuk. Belki de beni görse de hatırına bile gelmeyecektim... Oysa o öyle değildi. Ben onun gözlerini aklıma, kalbime işlemiştim. Silinmiyordu, içimden söküp atamıyordum. Saklım da kalmıştı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖRDÜĞÜMÜM
RomanceSevdim, bir adamı çok sevdim... Baktığı yolu sevdim, dokunduğu kumaşı sevdim! Onu ne kadar sevebilersem o kadar sevdim. Beni sevmeyi kabul etmeyen kalbini sevdim... Ve şimdi, gidiyorum. Gidiyorum, sevdiğim adam! Kalbine lavanta renkli gül yaprakları...