Say I shouldn't be here but I can't give up his touch
It is him I love
It is him---
Dünyanın neresine giderseniz gidin, kime sorarsanız sorun, bütün gece birini düşünüp durmanın cevabına pek farklı şeyler söylemezlerdi. Çok garipti, onu düşünmemeye çalışmak bile onu düşündürüyordu. Kitap okumaya çalışıyor, aynı sayfayı tekrar tekrar okuyup da anlamadığını fark ediyordu. Harfler büyü yapılmış gibi sayfanın ortasında bir çift gri göze dönüşüyordu.
"Kafayı yemek üzereyim." diye mırıldandı kendi kendisine. Kafayı yemek üzereydi sahiden. Yarın Hogsmeade gezisi vardı, saatler geçmiyordu sanki. Bu yıl o şekerlemeler bile keyfini yerine getirebilecek gibi hissettirmiyordu. Görünmezlik pelerinini sandığından çıkardı en sonunda, böyle olmayacaktı.
Derin bir nefes verdi, onunla yıllar boyunca bu okulda büyümüştü ve ilişkileri hiçbir zaman iyi olmamıştı. Neden bu yıl böylesine acı vericiydi onunla ilgili olan her şey? Akşam yemeğine yine gelmemişti Draco. Neden gelmiyordu, neden ukala değildi, neden kendisini göstermiyordu? Draco'nun en büyük eğlencesi onlara bulaşmak değil miydi? O ki, sırf Harry'nin dikkatini dağıtmak için ruh emici kılığına bile girmişti.
Adımları onu şimdi tamamen kardan arınmış, kuru soğuğun olduğu bahçeye getirdiğinde ise Malfoy'u görmeyi sahiden beklemiyordu.
Her zaman sadece kazakla gezinmesine rağmen bu sefer üzerinde siyah ceketi vardı Draco'nun. Siyah dar pantolonu, siyah boğazlı kazağı ve siyah ceketi. Elleri cebinde, sanki tüm dünyaya karşı durur gibi arkasında rüzgarla salınan ceketinin etekleriyle öylece dışarıyı izliyordu. Ne düşündüğünü merak etti. Korkutmak yerine görünmezlik pelerinini bankın üzerine bıraktı ve yanına doğru yürüdü. O onun aksine üzerine ceket almamıştı ve hava sadece kazakla dikilmemesi gerektiği kadar soğuktu.
"Ölüm soğuğuna benziyor, ısıtmanın hiçbir yolu yok." dedi Draco, Harry'i tabii ki fark etmişti.
"Ölüm soğuğuna çok rastlamış gibi konuşuyorsun." dedi Harry, oysa en çok kendisi yüzleşmemiş miydi ölümle, neden bu kadar üşütmüştü cümleleri içini?
Draco zayıfça gülümsedi, o alaycı gülümsemenin dudaklarına yakıştığını daha önce hiç düşünmemişti. Ne garip, ne karmakarışıktı zihni son zamanlarda.
"Edebi ölümden bahsetmiyorum Potter. Ruhların ölümünden bahsediyorum. Bir insan ölü ruhla da yaşayabilir. Tabii buna ne kadar yaşamak dersek."
Harry tüylerinin soğuktan mı yoksa Draco'nun sözleri yüzünden mi diken diken olduğuna emin olamadı. Daha önce hiç onunla normal bir konu hakkında konuşmamıştı ki, beklenmedik olması normaldi.
"Ölü bir ruhu... tekrar yaşama döndürmek zor mudur?" diye mırıldandı kendi kendisine. Draco'yla değil de daha çok kendisiyle konuşuyor gibiydi. Draco onun bu düşünceli hallerine gülümsememek için dudaklarını kemirdi. Ona kızgın değildi, hayır kırgın da değildi. Evet, canını yakmıştı ama doğrular her zaman can yakardı. Hiçbir zaman iyi biri olduğunu savunmuyordu, yaptığı her şey hafızasındaydı hem, öylece silip atamazdı ki.
Birden Harry'e doğru döndü, ancak o zaman fark etti aslında saniyeler önce omuzlarının ne kadar da yakın olduğunu, daha sonra Harry'nin saçlarının karmakarışıklığını ve çatılan kaşlarının zümrüt yeşilinin güzelliğine gölge düşüremediğini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Across The Universe
Fanfic"İlk önce tek katlı camdan bir sera yaptın, sonra seranın içerisini çiçekler ekip, çiçekleri büyüttün. Acı yanı ise..." Ron yutkundu, nefesi bile onu zorluyordu sanki. "En acı yanı, yalandan yaptığın cam duvarlar açığa çıkınca yıkılıp bütün çiçekler...