sen benimsin, sadece benim.

5.7K 402 418
                                    

  Well, I found a man stronger than anyone I know
He shares my dreams, I hope that someday we'll share a home
I found a love to carry more than just my secrets 

---

Ortak salon ders yapanlar, Hogwarts'ın yeni dedikodularını kıkırdayarak konuşanlar ve çiftlerle her zamanki doluluğundaydı. Artık ocak ayının sonları geliyor, birkaç gün sonra olacak Slytherin ve Gryffindor maçı herkesi heyecanlandırıyordu. Her sene olduğu gibi bu sene de hiçbir bina Slytherin'in kupayı almasını istemiyordu ancak Slytherin bu maçta Gryffindor'u yenerse kupaya yaklaşmış sayılacaktı.

Oliver Wood, Gryffindor takım kaptanı olduğu için şüphesiz herkesten daha fazla gergindi. Antrenmanlar yağmurlu havalar demeden devam ediyordu ancak Oliver gergin olmanın yanında sürekli dalıp duruyor, odak noktasını kaybediyordu. Herkes onun son senesinde kupayı kazanmak için böyle olduğunu düşünüyor olsa da onun kafasını karıştıran çok fazla şey vardı. Ortak salonda da kafasını dağıtamayacağını anladığında bir iç çekerek oradan ayrıldı, o sırada odaya giren Ron'u görmemişti bile. 

"Beni bu oyunda yenemezsin Zabini." dedi Ron arkasından gelen esmere. Suratında kendisine güvenen bir gülümseme, elinde oyun tahtası. Blaise de Ron'un yanında yürümeye başladığında uzun masalardan birinin en uç kısmına oturdular.

"Zamanını çalmak için büyülü satranca başvurmuş olmam sahiden beklenmedik ama bakarsın yenerim." dedi sırıtarak. Hogsmeade gezisi dündü ama tatil zamanlarında bile Ron'u bırakmak istiyor gibi değildi.

Tahta üzerine taşlar dizildiğinde Ron mavi gözlerini Blaise'in koyu kahve gözlerine çevirdi, saçları her zaman olduğu gibi mumların ışığının yansımasıyla alev gibi parlıyor ve gözlerini alıyordu.

"Beni görmek için bu kadar uğraşıyorsun, belki kazanmana izin veririm." dedi Ron muzipçe. Böylece oynamaya başladılar.

Ron daha önce bu oyunu bir sürü kişiyle oynamış, her seferinde de yenmişti ancak ilk defa oyundan çok Blaise'le ilgili olduğu için dikkati kayıyordu. Mesela Blaise'in ellerinin büyük olmasına rağmen parmaklarının ince ve nazik olması, taşları hareket ettirirken arada bir dudaklarını ısırması ve ne zaman bir taşını alsa gülerek Ron'a bakması.

Tamamen haksızlıktı! Onu böyle izlerken nasıl yenecekti ki? Onu izlemek daha cazip geliyordu. Blaise ise sırf onunla olabilmek için Pansy ve Draco'yu ekmişti, kendisine inanamıyor olması onu durdurmuyordu belli ki. Daha fazlasını istiyordu, çok daha fazlasını. Ron'la ilgili her şeyi öğrenmek, belki de parmaklarını tekrar dudaklarında hissetmek. Dün gece rüyasında bütün gece beyaz teninin üzerindeki çiçek gibi dağılmış çilleriyle altında kıvranırken görmüş, sabah büyük bir sorunla ilgilenmek için erkenden duşa girmek zorunda kalmıştı.

İlk defa yabancı bir arzunun tüm vücudunda ve zihninde dolanmasına şahit oluyor, durdurabilmenin bir yolunu bulamıyordu. Eh, sır vermem gerekirse belki durdurmak istemiyordu.

"Bilerek yenmeme izin vermiyorsun değil mi?" diye sordu düşünceli bir şekilde tahtaya bakarken.

Ron dalgın bir şekilde kafasını iki yana salladı.

"Dikkatim dağıldı, hadi baştan oynayalım."

Blaise kıkırdadı ve elini Ron'un turuncu yumuşak saçlarının arasından geçirirken kafasını okşayarak saçlarını karıştırdı. "Mızıkçılık yapma bebeğim, sayılmaz."

Ron Blaise'in hitabıyla ve dokunuşlarıyla kızarırken gözleri kocaman oldu. Blaise de en az onun kadar şaşkındı çünkü birden ağzından kaçıvermişti!

Across The UniverseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin