7

8 1 0
                                    

Cuma... Bugün ayın 13 ve günlerden cuma... Uğursuzluğun batıl inanç olduğunu biliyordum ve bir an bile gerçekten tam tersini düşünmedim. Ama akşamında da aynı şeyleri düşünmem pek mümkün değildi...

Sabah, içimdeki stresle servise bindim. Meryem de yanıma oturmuştu. Sohbet ederken içimdeki sıkıntıdan onda bahsettim.

"Kesin bir şey olacak o zaman. Ben ne zaman öyle hissetsem başıma bir şey geliyor."

"Umarım bir şey olmaz." dedim ama dediğine inandığımdan değil, bu batıldı. Sadece iki gündür fazla stresliydim ve bilinçaltım tarafından oyunlara maruz kalıyordum. Tek açıklama buydu.

Okula yaklaştığımızda etraftaki diğer servislere bakınmayı ihmal etmiyordum. Göremeyeceğimi biliyordum oysa...

Çantamı tek omzuma asıp kendimi bir an önce sınıfa atmak istercesine servisten indim. Kapının yanında duran nöbetçi öğretmene iyi günler dileğinde bulunup onun sınıfına baktım. Kapının açık olduğunu görünce de gözümü bir kere bile o tarafa kaydırmadım. Bu hep böyleydi, kimse anlamasın diye her türlü önlemi alıyordum.

"Günaydın gençler!" diye şakıdım sınıfa girer girmez. İşte bu, en iyi maskemdi. Daha da yayıldı gülümsemem ve çantamı masanın yanına asıp Eren'in yanındaki yerime oturdum.

"İlk iki ders İngilizce, hoca çalışmamıza izin verirse telafiye hazırlanabiliriz." diyen Eda, bugün matematik yazılısının tekrarlandığını hatırladım.

Doğru ya, Musa onu çalıştırmam için mesaj atmıştı akşam! Kötü başlayan günümün böyle devam etmemesini umarak çantamdan ayırmadığım sorubankasını çıkardım. Tam açtığım an hoca geldi ve hiç de bizi biş bırakacak gibi durmuyordu.

"Günaydın gençler, oturabilirsiniz. Öğrenci kitabından ödev vermiştim, hemen hızlıca bir tekrar edelim sonra diğer etkinliğe geçelim."

Cümlelerini art arda sıralayıp kitaplarını masasının üzerine açan Mert Hoca, tahta kalemini eline alıp tahtanın başına geçti.

"Evet, gençler, şimdi öncelikle bir hatırlatma yapalım. Superlative..."

İki ders üst üste tek bir saniyesini harcamadan İngilizce işlemiştik ve şimdi de Coğrafya vardı. Konularda oldukça geriydik ve hoca hayatta izin vermezdi.

Üçüncü dersten sonra arkama dönüp Mihri'ye baktım. Yüzünü kollarının arasına gömmüş, uyku pozisyonu almıştı.

"Mihri, hadi hava alalım biraz."

"Olmaz." dedi başını kaldırmadan. Israrla kolunu dürtüklediğimde başını kaldırdı ama elinde kocaman bir peçete vardı ve ağzını saklıyordu.

"Ne oldu?" dedim hemen telaşla. Ben öyle deyince ağlamaya başladı ve ne yapacağımı bilemedim.

Şiddetli ağlamasının arasında "Uçuk." diyebildi yalnızca. Kaşlarımı çatarak ona baktığımda sınıf başına toplanmıştı, oysa hıçkırarak ağlamasını kesmiyordu.

"Mihri, ağlama ya!"

"Ahahhhaaaa! Uçuk çıktı diye mi ağlıyorsun?"

"Göster bir, dalga geçmeyeceğiz, söz."

"Ne kadar kötü olabilir ki?"

Açık kapıdan bakan yabancı öğrencilere sinirlendim ve kapıyı kapatmak için yerimden kalktım. Kapıyı geçirmeden saniyeler önce yine onu görmüştüm ama hemen kendimi toparladım. Ondan uzak durmalıydım. Öğrenmediğini biliyordum ama yine de dikkat çekmek en son isteyeceğim şeydi.

Geri döndüğümde Mihri ayağa kalkmış, tepiniyordu. Sınıftaki herkes ona bir şeyler söylüyordu ve sinirlendiği apaçık belliydi. Koluna girdim ve kanlanmış yemyeşil gözlerine güven vererek baktım.

"Gel, lavaboya gidelim hadi." Sözümü ikiletmezken dışarıda onunla ne yapacağımı düşünüyordum. Herkes dönüp bize bakıyordu ve ben etrafa bakamıyordum bu yüzden.

Öğlene dek Mihri'yle  ve onun bebekçe bu davranışıyla uğraşmak zorunda kalmıştım. Neden bu kadar sorumlu hissediyordum ki kendimi?

Öğleden sonra ise asıl lanet bulmuştu benliğimi. Ne mi? Annemden saklamak için yanımda taşıdığım günlüğüm, Mihri tarafından ele geçirilmişti. Daha ne olabilirdi ki?

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Apr 17, 2018 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Mükemmeli ArzulamakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin