Korkuyla yatakta doğruldum. Henüz tam olarak doğmayan güneşin karanlığında odayı aydınlatan sokak lambasının ışığıydı. Nefes alışverişlerim küçük odada yankılanırken, rüyanın gerçekliği ile ellerimi önüme getirdim. Çevirdiğim avuç içime ve parmaklarıma dikkatlice bakıyordum ki bu esnada boynumdan aşağı akan tere attım elimi, daha sonra yüzümün her bir köşesinde gezindirdim. Burnuma giden parmak uçlarımı kokladım, zihnimin bir köşesinde kalan kan kokusu yoktu bu sefer. Parmaklarımı birbirine sürerken eriyip giden terden başka bir şey değildi.
Her gece görülen kabusların doğurduğu uykusuzlukla başa çıkamıyordum çoğu zaman. Ter kan içinde kalkışlarımın ardından tekrar o derin uykuya dalamamamın sebebi, korkularım değildi; aşırı hissiyattı. Her kaçışımda berelenen bedenimin yine her bir zerresindeki acılar gerçekti. Yaşadığım 21 yıl boyunca çoğu kez rüya görmüştüm, hatta çoğu kez kabuslara uyanmıştım; ama şu son zamanlarda ki kabuslar gerçekle birebir gibiydi. Her seferinde nefesim tıkanıyordu, koşmaktan veya korkudan...
Yorganı üstümden iterek ayak parmaklarımı zeminle buluşturmadan önce çıplak ayaklarıma baktım. Topuklarımdaki ağrı hala oradaki gibiydi; ama bir o kadar da yok gibi...
Soğuk zemine basarak yataktan kalktım. Bir yerlerden ayaklarıma vuran rüzgarın soğuk nefesi ile etrafta göz gezdirmeye başladım. Odamın içerisinde bulunan balkon kapısının hafif aralığından esen rüzgar perdeyi uçuştururken, bu kış gününde balkonu açık bırakmadığıma emin olmama rağmen zihnimi zorladım. Hem kabusun hemde açık kalan kapının etkisiyle vücuduma sirayet eden korkunun kanımda kaynamaya sebep olması ile hızla kapıyı kapatarak odaları dolaşmaya başladım.
Ürkek ama bir o kadar da cesur bir şekilde göz gezdirdiğim küçük evimin her bir karesinde, korku ile aradığım gölge varlık yoktu. İyi ki de yoktu; çünkü karşılaşırsam, rüyalarımdaki gibi ne kaçacak yerim, ne de dayanacak gücüm olduğunu düşünmüyordum. Güçsüz bedenimde kaybolan cesur yüreğimin ekmek kırıntıları anca rüyalarımda can bulurdu zaten.
Açtığım son kapı olan banyoda,etrafa bakındıktan sonra içeri girerek musluğu açtım. Soğuk havaya inat yüzüme çarptığım soğuk su ile kendime gelerek, uykudan kalan mahmurluktan kurtulmaya çalıştım. Avuç içimdeki soğuk suyu son kez yüzüm ile buruşturup havluya uzandım. Üşümeme sebep olan su damlacıkları havludaki ıslaklığa dönüşmüştü. Yüzümü kaldırır kaldırmaz aynada gördüğüm karartıyla ağzımdan firar çığlık bir oldu. Geri geri giderken takılan ayağım ile sırtımı küvetin mermerine sert bir şekilde çarparak düştüm. Yanan canımdan çok korkum gün yüzündeydi. Rüyada değildim, her şey gerçekti ya da ben tekrardan gördüğüm rüyanın etkisindeyken acılarla savaşıyordum.
Elim sızlayan belime giderken, düşmüş olduğum yerden doğrulmaya çalıştım. Ne kadar çok acı hissiyle doluydu bu aralar bedenim. Aynaya doğru yaklaşıp, mecburi bakışlarımın adresine çevirdim başımı. Oradaydı gölge... Ben yaklaştıkça o da bana yaklaşıyor gibiydi. Yüzünün görünmeme sebebi olan siyah montunun şapkasıydı. Elimi uzatarak gördüklerimi hissetmek istedim belkide... Gerçekliğini ölçmek, varlığının bir kanıdını kendime ispatlamalıydım, oysa tek gören bendim ve varlığını en iyi sezen yine bendim...
Uzattığım elim aynanın önünde dururken ileri itmeye korkuyordum. Parmak uçlarımın aynaya teması, aslında temasızlıktı. Hissedemiyordum, ötesi boşluk gibiydi. Ben ilerlettikçe, parmaklarım ardından elim o boşlukta can bulmaya başladı. Aynanın aksi elime serin rüzgarını üflerken, diken diken olan tüylerimin ardından bir titreme girdi bedenime. Başını dikleştiren, fakat hala yüzü görünmeyen varlık, bana bakıyordu; göremiyordum, seziyordum sadece.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Wizard
Fantasyİnsanların merak dolu bakışlarını üzerinde hissetmem umrumda değildi ve o an dünya sadece benim etrafımda dönüyordu sanki. Onun yaptığı gibi yaparak çiçeği burnuma götürdüm ve her daim onun yanında aldığım o mistik kokunun burun deliklerimden içeri...