Asel

337 9 1
                                    

Nasıl buraya geldiğimi bilmiyorum. En son ben Ayas'ı lokantada bekliyordum. Sonra... Sonra bir adam beni arkadan gelip bayıltyı. Beni demek ki bu pis, kokuşmuş yere getirmiş. Alacağınız olsun. Sanırım burası filmlerde gördüğüm kaçırılma sahnelerinde oynanan yerlere benziyordu. Ben adamın daha kim olduğunu bile bilmezken bir de bilmediğim bir yere düşmüştüm. Nerdeydim ben? Ellerim bağlı... Ayaklarım bağlı... Midem bulanıyor. Ağzım bağlı olduğu için kusamıyorum da...

●●●

Yok, yok... Aslında... Hikâye burdan başlamıyor. Bunu sırası gelince anlatırım. "Asaf kim?" dediğinizi duyar gibiyim. Deli başımın belası. Bunu da daha sonra öğreneceksiniz.

Her şey üniversiteyi kazanmamla başladı. İzmir'de, evimde yani babam ve annem ile kaldığım evdeydim. Sonuçlar açıklanmıştı. Yıl 2017... Ben telefonumu elime aldım. Arkamda meraklı gözlerle telefonumun ekranına bakan anne ve babamı fark ettiğimde kalbim yerinden çıkacakmış gibi hissettim. Yavaş çeken internet beni delirtecekti. Neyse? Girebilmiştim sonuçta. Buna değerdi. Hah... Bir sen eksiktin. Sen de geldin. Tam olduk. Adel'in geldiğini görünce içten içe sinir oldum. Benden sadece bir yaş büyüktü 'canım' ablam. Ama benden sanki çok büyükmüş gibi davranıyordu. Oysa ki aynı sınıfta okumuştuk şimdiye kadar. O pis sırıtışla girdi içeri.

"Ben baktım. Biliyor musunuz? Hacettepe hemşireliği kazanmışım."

Şaka mıydı bu? O kazandıysa ben de kazanmışımdır heralde. İnşallah.

Babam gururla Adel'e baktı. Kıskanmıştım. Öpmüştü bir de. Bir açıklansın. Acısını çıkaracaktım. Ben 'babamın kızı'ydım sonuçta.

Başında büyük eziyetler çektiğim ekran açılmıştı sonunda. Şaka mıydı? Gerçek miydi? Küçük bir çığlıkla oturduğum yerden sevinçle zıpladım. 9 Eylül Dramatik ve Yazarlık Fakültesi'ni kazanmıştım. İzmir'den ayrılmak istemiyordum çünkü. Yürüyerek okula gitmeye çocukluğumdan beri bayılırdım. Üniversite evimize çok yakın sayılırdı. Yirmi dakika sürüyordu yürüyerek. Yazar olmak en büyük hayalimdi. Hayalinin gerçekleşme zamanı gelmişti artık. Sevinçten Adel'e bile sarıldım sanırım. Neyse? Babamın yanaklarını mıncırdım. "Deli kız." dedi annem. "Ne delisi? Cadının önde gideni benim kızım. Babasının kızı..." dedi. Bu lafa takındım vardı: "Babasının kızı".

Sarıldı sımsıkı. Dedim ki: "Hedefim senin gibi iyi bir yazar olmak babacım."

"Hiç şüphem yok." dedi gülümseyerek.

Babam kim mi? Ünlü yazar 'Mert Akça'. Ben babamın kızı 'Asel Akça'

Adel kıskançlığını açıkça belli ediyordu her ne kadar saklamaya çalışsa da. Onun o halini görünce yüzümde güller açıldı. Onu sevmediğimi mi düşünüyorsunuz? Çok seviyorum. Onu her şeyden çok seviyorum. Ama biraz sevginin acımasız versiyonu. Her kardeş arasınd olan bir durum. Onu her şekilde delirtmeye bayılıyorum. Şimdi de kıskandırmakla delirttim onu.

"Ben de annem gibi iyi bir hemşire olmak istiyorum." dedi.

Annem güldü. "Ben yeterince iyi değilim be kızım. Sen eminim daha iyisini olursun." dediğinde kıkırdadım. Ama sessizce... O fark etmeden... Yoksa üzerime bir aslan gibi saldırırdı. Pençesinin altından da zor kurtulurdum.

Dadımız Ayşe Hatun odamıza o çok sevdiğim patatesli poğaçalardan yapıp getirmişti. Çok severdim onun poğaçalarını.

"Şaziye ellerine sağlık." dedim, tanktan bir the poğaça çalarak.

"Afiyet olsun, deli kız." diyerek burnumu sıktı.

Çocukluğumdan beri ben ona 'Şaziye' derim. Nedenini bilmiyorum?

Ben ona çok küçükken "Sana Şaziye diyebilir miyim?" diye sormuştum. O da bana "Diyebilirsin deli kız demişti."

Annem ve dadım bana 'deli kız' derler.

Babam da poğaçaları bayıla bayıla yiyordu. Ben de onun poğaçayı her ısırışını izliyordum. Beni fark etti. Gülmeye başladım. O da güldü.

Günler birbirini kovaladı. Yaz tatili bitti. Adel'i Ankara'ya yolcu ettik uçakla. Benim de okulum başlamış oldu ertesi gün.

●●●

Yürüyerek gidiyordum okula. O anda dalmışım. Yolun ortasında yürüyordum. Aniden bir araba geldi. Beni görünce aniden fren sıktı. Çok hızlıydı. Arkama döndüm. Ne olduğunu sonradan anladım ben tabii ki... Arabanın camları siyah olduğu için hiçbir şey göremedim. Araba beyaz bir 'Mercedes'ti.

Bir adam arabadan indi. Bana bakarak o mavi gözlerini kıstı.

"Canınıza mı susadınız hanımefendi?" dedi adam bağırarak.

Yine inadım tuttu.

"Evet. Bir sorun mu var? Can benim canım değil mi? Size ne ki beyefendi?" dedim aynı şekilde tepki vererek.

Anlaşılan tartışmayı sürdürmeye niyetliydi.

"Can sizin canınız ama ben bu genç yaşta katil olmaya hiç niyetli değilim. Ayrıca polis olup da katil olmak ne kadar doğru?"

"Ne o? Polis misiniz?" dedim mavi gözlerimi kısarak.

Çok yakışıklıydı. Üzerinde siyah takım bir elbise vardı. Ona o kadar yakışmıştı ki... Aslında tam benim tipim. Tam aşık olunacak... Ben ne diyorum ya? Başımdan kaynar sular dökülmüş gibi oldum adam bıyık altından gülümseyince. İlk defa gülümsemişti arabadan indiğinden beri.

Ben aşktan nefret ederdim. Ne oluyor bana? Yok ya... Sadece adamın gülümsemesi çekici geldi. Hem ilk görüşte aşk mı olurmuş?

"Evet." diyen sesini işittim. Pis sırıtışımı dudaklarıma yerleştirdim.

"Anlaşılan kendini beğenmiş polislerdensiniz. Ayrıca hangi polis türü olduğunu söyle. Ona göre hareket edeyim."

Anlamayan bakışlarla bana bakıyordu. Devam ettim.

"İyi polis misin? Kötü polis mi? Yoksa dedektif olanlardan mı? Sherlock Holmes..."

"Seninle laf yarışına girmeye çok hevesliydim. Ama işe geç kaldım. Amirim çok kızacak."

"Of... Tamam git. Ayrıca ben de okula geç kaldım. Senin yüzünden."

Hayretle bana bakıyordu. Adamı gıcık etmeyi başarmıştım.

"Benim yüzümden mi?" diyerek arabasına bindi.

Araba hareket ederken "Evet senin yüzünden." diye bağırdım.

Duymadığına eminim. Ben onu gıcık etmeye çalışırken o beni gıcık etmişti. Araba görünürde yoktu. Çoktan bu sokaktan toz olup gitmişti.

Sokağın ortasında "Gıcık..." dedim yüksek sesle. O sokaktan geçenler bana baktı bir süre. Aldırış etmedim.

Babasının Kızı "Hayal gücü geniş olanlara..."Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin