I.

3.3K 208 182
                                    

23 Ekim 1912, Büyük Britanya

Babam, kapımı çalma nezaketinde bile bulunmadan odama girdi. Geçen hafta çarşıya inip gizli gizli satın aldığım, eve girerken korseme sıkıştırmak zorunda kaldığım kağıt yığınıyla ve dolma kalemimle bir şeyler yazmaktan kaldırdığım gözlerimle gözleri buluştuğunda, yakalanmış olduğumdan dolayı utanmıştım. Yanaklarımdaki ısının artışından ve babamın gözlerindeki öfkeli ifadenin giderek büyümesindeki bunu anlamamak ne mümkündü ki?

"Ben işe gidiyorum, ırgatların sağlık kontrollerini yapacağım."

Yakalanmış olmanın verdiği kaçınılmaz suçluluk duygusunun getirisinden biri olan utancımla birlikte başımı yavaşça salladım. Bunu yapmamam gerekirdi. Özgür olmak isteyen bendim. Arzularımı ve yapmak istediklerimi bilmeme rağmen, bundan niye utanç duyması gereken taraf ben oluyordum ki?

Sandalyemden kalkıp babamın karşısına geçerken, tıpkı beklediğim gibi davrandı.

Kağıt yığınlarım ile dolma kalemimi masamdan aldı. Onlara yine el koyduğunun farkındaydım.

Babam, kadınların özgürlüklerine saygı gösteren bir adam değildi. Büyük Britanya'nın en ünlü hekimlerinden birisi olmasına karşın, ufku bu konularda fazlasıyla kısıtlıydı. Yıllarca anneme bu kısıtlayıcı düzenle kök söktürdüğünü bilirdim. Zavallı kadıncağızın verem olması belki de sadece bu yüzdendi. Onu çok özlüyor olsam da, bazı vakitler babamın özgürlük kısıtlayıcı gazabından kendisini nihayet kurtarmış olduğuna da seviniyordum. Cennet anneme çok daha mükemmel koşullar vaat edecekti, buna emindim.

"Ben onları-"

"Bethany." diye sertçe çıkıştı babam. "Almayı bırakana kadar hepsini atacağım."

Domuz.

Hiçbir şey söylemedim. Lakin son derece öfke doluydu ruhum, burnumdan soluyacağım kadar hem de.

Bir kadının kendine ait odası olması suç değildi, gereklilikti. Bir kadının özgür olması suç değildi, hakkıydı. Bir kadının kendi istediği mesleği icra edebilmesi yalnızca şans değildi.

Bu olması gerekendi.

Ama benim yaşamımdaki en büyük talihsizlik, Emmett Taylor'ın zavallı kızı olmamdı. Evrenin benim üzerimden oynadığı pis bir kumar gibi hissettiriyordu.

Bir şey söylemediğimi gördüğünde, deri çantasını aldı. Kapıya kadar zorla ona eşlik ettim. Zira böyle yapmak mecburiyetim vardı. Evimizin kadınları işe giden erkekleri yolculamakla mükellefti.

Büyük Britanya'nın, geçtiğimiz yüzyılda başlattığı Sanayi Devrimi'nin belki de en büyük gazaplarından birisi de sosyal sınıf ayrımıydı. Cinsiyetçilik ayrımı, keza. Zavallı aristokrat sınıfı kadınları, kendilerine dayatılan ve bundan hiçbir şey anlamadıklarını fazlasıyla belli eden erkeklerin 'ahlak' kurallarıyla tasarladıkları görgü kurallarına uyma yükümlülüğü hissediyorlardı kendilerinde belli ki. Asla karşı çıkmayan kadınlarla müzikallere katılmak zorunda kalıyordum, sevgili babamın talep ettiği gibi beş çayı partilerine gidiyordum.  Yaptığımız davetlerde boy gösterip, mutluymuşum gibi davranmaya çalışıyordum.

Hepsi de ne içindi? Bethany Taylor olmak demek mutlu olmak demekti. Daha da doğrusu, Taylor ailesinin kanını taşıyor olmak demek mutlu olmak demekti. Bir ayrıcalıkmış gibi!

Paltosunu üzerine geçirip omuzlarının vatkalarını düzeltti. Üstündeki tozları silkelerken taradığı saçlarını bozmamaya özen göstererek şapkasını taktı. Yardımcımız ve yıllardır bana her anlamda yeterli olmaya çalışan Henrietta, babamın çantasını uzattı.

Ink In My Veins || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin