Ona yarın görüşeceğimizi söylediğimde gerçekten bunun hakkında ciddi olduğumu düşünmemiştim.
Ama ayaklarım sabah olur olmaz beni onun yanına taşıdığında kendimi bir kez daha kontrol edemiyor olduğumu anlamıştım. Bu çok... garip hissettiriyordu. Uzuvlarımın hakimiyetinin bende olmasına rağmen aslında bir yandan olmaması da, hakikaten de garip değil miydi? Bir şeyler yapıyordum evet ama bana sorsanız ne yaptığım hakkında herhangi bir fikrim var mı diye, yemin ederim ağzımı bile açamazdım herhalde. Yoktu çünkü. Calum sorsaydı onun karşısında da şu an bunları düşünürken olduğu gibi afallayıp kalacağımdan son derece emindim. Bu nedenle yalnızca sormamasını diliyordum.
"Hemşire olmayı seviyor musun?"
Sorusuyla resmen irkilmiştim. Oturduğum yerde silkelenip kendime geldiğimde, bakışlarımız birbirimizi buldu. Daha doğrusu, ben onu bulmuştum. Calum bir süredir beni izliyor gibi bir sanrıya kapılıvermiştim gözlerinin bende olduğunu fark ettiğimde.
"Yani... seviyorum elbette." diye mırıldandım. "Hekim değilim fakat yine de birilerinin acısını dindirebiliyor olmak ve düzgünce bakımını yapabilecek kadar yetkiye sahip olmak beni iyi hissettiriyor."
Dükkanının kepenkleri ardına kadar açıktı. Beklenmedik bir şekilde sonbahar yağmuru bastırmıştı, gökyüzü kapkara bulutlarla kaplıydı. Dışarıda bir insan bile yoktu. Herkes ya dükkanında ya da evinde oturuyor, köşesine çekiliyordu. Britanya'nın çarşısını belki de ilk defa bu kadar sessiz görüyordum. Bu benim için bir ilkti ve keyfini çıkartmak istiyordum. Yağmur damlaları kaldırımda buluşup belki de ömrüm boyunca dinleyebileceğim kadar huzur verici bulduğum bir ses çıkartırken, yoğun toprak kokusu içinde bulunduğumuz çevreyi sarıp sarmalıyordu. Sanki etrafımızdaki her şey temizleniyordu. Ağaçlar bile benim için olduklarından çok daha yeşildi sanki.
"Haddimi aşmak istemem," yavaşça mırıldandı. "Ama bunun hakkında biraz buruk konuşuyorsun. Bir şeyler senin için eksik kalıyor olmalı." gözleri bu sefer konuştuğu sırada önündeki işindeydi. Arabanın kaputunun kapağını kaldırmış, anlamadığım bir sürü şeyi kurcalıyordu. Biçimli ve kalın kaşları, kaşlarının arasında incecik bir çizgi oluşturmak için yeterli olacak kadar çatılmıştı. Dolgun alt dudağı dışarıya doğru kıvrılmıştı. Bir şeyi sıkıştırırken kuvvetini vermek zorunda olduğu için yüzünü buruşturdu. Suratının büründüğü o ifadenin bile beni heyecan dalgalarına sürüklediğini, sıkışmaya başlayan ve sızı oluşturan göğsümdeki rahatsız edici histen anlamıştım.
Ayağa kalkıp dükkanın içinde biraz dolaştım. İçerisi birazcık loş görünüyordu ama rahatsız edici bulduğumu söyleyemezdim. Charlotte burada olsaydı ne yapardı diye düşünmeden edemedim. Muhtemelen kafayı yer, sabaha kadar küvetin içinde kalırdı ve ona göre pis olan bu yerin oynattığı sinirlerini yatıştırabilmek için fincan fincan papatya çayı içerdi.
"Herkese böyle bilgeç tavırlarla yaklaşır mısın?"
"Sen de hep böyle kapalı bir kutu gibi misindir, Beth?"
Dükkanının içinde gerçekleştirdiğim tur, derme çatma kurduğu çalışma masasının yanında son bulmuştu. Bunun tamamen istemsizce gerçekleştiğine yemin edebilirdim. Yani... orada durmamın tek sebebi, adımın onun dudaklarından tüm gerçekliğiyle ve insanların genelinden talep ettiğim şekilde duymuş olmanın verdiği hayretti.
Dudaklarım şaşkınlığıma yenik düşerek usulca aralandığında, hareketsizliğim dikkatini çekmeyi başarmıştı. Oysaki şu anda arzu ettiğim tek şey belki de bu sersemlemiş yüzüm dışında her şeye bakmasıydı.
"K-kim? Be-ben mi?"
Bütün uzuvlarımdan ses tonuma kadar titriyordum. Avucum masasına yaslandığında ancak destek alabildim. Her koşulda düzlüğünden ödün vermeyen açık saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken, gözlerimiz yine sanki hep öyle olması lazımmış gibi birbirlerini buldu. Onun gözlerini tanıdıktan sonra dünyadaki tüm gözlerin benim için nasıl da aniden anlamsızlaşıverdiğini düşünmeye başladım. Sadece... bu dünyada bazı şeyler hiç akıl sır erdirilebilecek kadar kolay şeyler olmuyordu. Bunu görmekse beni yıpratıyordu. Bunca duygu yükünün altında ezilmekten korktuğumu hissettiğimde omuzlarımın düşmesine engel olamadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ink In My Veins || hood
FanfictionYıl 1912, Büyük Britanya'nın ev sahipliği ettiği bir aşk hikayesi.