VIII.

1.3K 158 112
                                    

Davet bittikten sonra misafirleri yolculamak için bahçeye çıkıp babamın yanında durmuştum. Herkesle tek tek vedalaşırken, iş yemeği için gelen adamların birçoğunun bana olan bakışları beni son derece rahatsız ediyordu. Üstelik yalnızca bakmakla kalsalar yine bir derece diyebilirdim, birbirlerinin kulaklarına fısıldayıp, dudaklarını okumayayım diye elleriyle ağızlarını örtüyorlardı. Hal böyle olunca, bunun nedensizce bir iş yemeğinden daha fazlası olması gerektiği konusunda kendi aklımla hemfikir olmuştum.

Luke ve Ashton gece boyunca yanımda oturmuşlardı. Davet başlamadan önce Ashton'ın ağzının payını bir güzel verdiğim için benimle pek fazla muhattap olmamıştı. Görünüşte sadece yanımızda oturuyordu lakin daha çok, başka şeyler düşünüyor veya başkasının yanına gidip onların sohbetlerine katılıyordu. Luke ise yanımdaydı. Gece boyunca rahatsız olmadığım tek şey bu olabilirdi belki de. Kibar bir adamdı ve espriliydi. Sohbeti, bana bu davetteki tüm adamların sohbetinden daha iç açıcı geldiği için arkadaşlık maiyetinde eşlik edişini seve seve kabul etmiştim.

Nihayet tüm davetliler arabalarına binerek evimizden ayrıldıklarında bahçede babamla yalnız kalmıştık. O kahvaltı masasında yaptığı saygısız tutumun üzerine onunla konuşmak zorunda kalacağım tüm durumları reddetmem yetmiyormuş gibi, aynı mekanda bulunacağımız durumlardan da kaçınıyordum. Bu çok üzücüydü. İnsanın kendi kanından canından olan babasının varlığına bile katlanamıyor olması yani... diyecek hiçbir şey bulamıyordum. Üstelik evde bana karşı hareketleriyle çelişen bir davranışını yakalamıştım: bu da, Luke'un babamın sık sık benden söz ediyor olmasını söylemesiydi.

Ellerini, kaşe paltosunun ceplerine yerleştirirken sonunda gözleri benimle buluştu. Gece boyunca bana 'haddimden' fazla iyi davranmış oluşu dikkatimi çekmişti. Kendisini uysal baba rolüne sokmak istediğini düşünmüştüm ama öte yandan, artık bundan çok daha fazlası olduğunu düşünmeye de başlamıştım.

"Neyin peşindesin?" diye sordum biraz bile çekinmeden. Sesim adeta buz gibi soğuk, ifadesizdi. Yüzüne dik dik bakarken yüreğimden yükselen öfkeyi, kendime içten içe onun benim babam olduğunu hatırlatmaya çalışsam bile görmezden gelemez olmuştum. Ona karşı böyle bir kızgınlığa sahiptim işte. Kendimi ezilmekten bir türlü kurtaramıyor olduğum için bu kızgınlık aç bir kurt gibi beni yiyip bitiriyordu.

"Anlamadım kızım?"

"Anladın." dedim sertçe. "Bir şeylerin peşindesin ve bu bahsettiğim şeylerin benimle bir alakası olduğunu hissediyorum."

Babam hiçbir şey söylemeden sessizce başını salladı. "Öyleyse gerçekten delirmeye başlamış olmalısın. Şu koca dünyada Emmett Taylor'ın yegane derdi şımarık kızı ve onun hayatı mı olmalı?"

Yumruklarımı sıkmaya başladım. Tırnaklarımın etime gömüldüğünü, cildimde hissettiğim ve yüreğimde buluşmakta vakit kaybetmeyen o dayanılmaz sızıdan anlamıştım. Öfkem soluk alıp verme düzenimi etkilemeye başladığında, babam tıpkı ağır bir ruh hastası gibi gülümsedi.

"İşte, şımarık olduğun buradan belli." deyip beni kaşlarıyla işaret etti. "Seni eleştirdiğimde sinirleniyorsun. Yanlışlarını kabul etmiyorsun, kendini hep en mükemmeli zannediyorsun. Bu da seni şımarık bir Britanya kızı yapıyor. Bir başka deyişle; farklı olduğunu düşündüğün," tükürür gibi konuşurken aramızdaki mesafeyi biraz daha kapatarak benimle yakından konuştu. "Ama aslında geri kalanından hiçbir farkın olmayan ucuz kadınlarından sadece birisin. Küstah davranarak kendini yüceltiyor-"

"Yeter!" sesimi yükseltip onun daha fazla konuşmasına engel oldum. Tırnaklarımın ucunda ve avuç içlerimde sızıyla birlikte yoğun bir ıslaklık hissetmeye başladığımda bile yumruklarımı sıkmaktaydım. "Sen benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun. Sadece-"

Ink In My Veins || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin